Bir şekilde kitabı çıkmış hemen herkese sorulan başat sorudur, hani ilkokulda bir kompozisyon yarışmasında derece almak, sınavda yazdığın bir şeylerin edebiyat hocanın dikkatini çekmesi gibi, ilk ne zaman yazmaya olan ilgini ve hevesini fark ettin ve devamında seni cesaretlendiren sürecin hikayesi neydi?
Açıkçası ilkokulda hiç kompozisyon yarışmasına katılmamıştım ama hocamız bir kompozisyon yazmamızı istediğinde büyük hevesle yazdığımı hatırlıyorum. Arkadaşlarım sıkılırken ben çoktan yazmaya başlıyordum, bunları net hatırlıyorum. Fakat o zamanlar bu yazma hevesimin farkında değildim. İnternette paylaştığım şeylere ilgi artınca yazma hevesim de daha çok arttı. Çünkü yaptığınız şeyin ilgi görmesi, sevilmesi sizi yaptığınız eyleme de bağlıyor. Belki hiç okunmasam, hevesim de zamanla azalabilir. Hatta kaybolabilir. Ama ben yine kimse okumasa bile muhtemelen çocukluğumda tuttuğum günlüklere geri döner, yine yazar, çizerim.
Kitaplarına baktığımızda, deneme türü içinde sınıflandıklarını görüyoruz. Aklımıza ilk gelen; Nurullah Ataç, Enis Batur, Salah Birsel gibi önemli denemecilerinkiyle biçim ve üslup açısından bir benzerlik görülmüyor senin yazınında. Sen kendini ve yazınını biçim ve üslup açısından nasıl tanımlarsın?
Söylediğiniz isimler gerçekten edebiyatçı. Kendimi onlarla asla karşılaştırmıyorum ve aynı yerde olduğumuzu düşünmüyorum. Onlar bu işin profesyoneliyken ben amatörüyüm. Benimki tamamen hobi... Belki bu yüzden benzerlik görülmüyor olabilir. Benim üslubum ve yazım tarzım, tamamen konuşma dilim gibi. Konuşma dilindeki yazılar hem anlaşılır hem de basit olduğundan ilgi çeker diye düşünüyorum. Bir de bazı yazarların sıcaklığı, samimiyeti yazılarının enerjisine de geçer. Sanırım benim de yazılarımın enerjisi, sahip olduğum enerjiyi yansıtıyor. Yapılan her işin, her kişinin enerjisini yansıtması gibi.
Sosyal medyanın etkisi son dönemde dünya üzerindeki hemen her şeyi dönüştürdüğü gibi edebiyatta da kendini fazlasıyla hissettiriyor. Dijitalleşme obez bir içerik evreni yaratırken kaliteli, kalıcı, gerçek edebiyat metinleri açısından ciddi bir kıtlıktan söz ediliyor. Senin açından durum nasıl gözüküyor ve kendi yazınını nereye koyuyorsun bu anlamda?
Evet edebiyat da dijitalleşiyor bence. E-kitap mesela... Kesinlikle gelecek vadettiğini düşünüyorum. Ama bana soracak olursanız, ben hiç dijital platformdan kitap okumuyorum. Gidip kitapçılarda saatlerce zaman geçiriyorum. Her ne kadar edebiyat da diğer sektörler gibi dijitalleşip modernleşse de edebiyatın ve kitapların sıcaklığı bence uzun süre daha aranacak ve kaybolmayacak. Yani e-kitap, somut olarak satın alınan kitapların önüne geçemez ama satın alınan kitaplara yaklaşabilir diye düşünüyorum. Türkiye’de ciddi edebiyat yapan maalesef çok az insan var. Ama yapan da bizim için çok kıymetli. Bazı şeylerin azlığından rahatsız olmam. Azlığı, çok değer katar o kitaplara ve yazarlara. Bu yüzden kıtlık gibi görmüyorum. Ama tabii daha çok edebiyatçılarımız olsa daha güzel olur. Özgüvensizlik de çok var. Herkes her yazdığını paylaşmaya açık değil. “Bana kalsın”, “Ben okuyayım” diye kendine saklayan çok özel kalemler de mevcut. Ben dijital ortamda, Twitter ve Instagram’da çok aktifim. İki yeri de yazılarımı paylaşarak kullanıyorum. Muhtemelen bu içerik gelişse de, yazı konseptinde devam eder diye düşünüyorum. Sosyal medyadan duygularını paylaşıp başkalarının da seninle aynı yerde benzer şeyi yaşadığını görmek çok huzurlu ve değerli bir duygu.
“Her ne kadar edebiyat da diğer sektörler gibi dijitalleşip modernleşse de edebiyatın ve kitapların sıcaklığı bence uzun süre daha aranacak ve kaybolmayacak.”
Biraz kitaptan bahsedelim. Sosyal medya hesaplarını incelediğimizde hedef kitlenin genel bir fotoğrafını çekmek mümkün oluyor. Kendine İyi Bak’ın okuyucu/müşteri kitlesini de benzer bir kitle olarak tanımlamak mümkün mü ve onlarla kurduğun bağı biraz anlatmanı istesek?
Evet genel olarak 18-30 yaş arası bir kitleye hitap ettiğimi düşünüyorum. Ama araştırmasını yaptığımızda, birbirinden çok farklı kesimlerin de beni takip ettiğini gördük. Benim hiçbir zaman, beni sadece A kitlesi okusun veya C kitlesi okusun diye bir amacım olmadı. Hep iyi insanlara ulaşmak istedim. İyi insanın da belli bir segmenti olmadığı için geniş bir segmentte çok kişiye ulaştığımı düşünüyorum. Kendine İyi Bak’ın kitlesi de yine aynı. Kendisiyle tanışmak ve kendine iyi bakmak isteyen, iyi insanlar diyebiliriz. Aramda okuyucularımla hep samimi bir bağ kurmaya çalışıyorum. Hep yazarlar soğuk olur derler, ben böyle bir ön yargıya da katılmıyorum. Onların arkadaşı olmak ve beni arkadaşları gibi okusunlar ve sevsinler istiyorum.
Son olarak Kendine İyi Bak ve önceki kitaplarda ortak veya benzer bir mesajdan bahsedebilir miyiz? Kitaplarını okuyanlara aktarmayı hedeflediğin genel, temel ve ortak bir mesaj, his var mı, nedir?
Tabii var. Ben gerçekten evrendeki pozitif enerjinin gücüne inanarak hayatımı yaşıyorum. Bunu da kitaplarımın her zaman ana fikri olarak geliştiriyorum. Çünkü kendim de pozitif oldukça pozitif insanları ve pozitif olayları hayatıma çekiyorum. Hiçbir zaman yaşamadığım ve deneyimlemediğim bir şeyi de yazmam. Bu yüzden de kendi uyguladığım pozitif düşünceleri aktarmak kitaplarımın ana fikri. “Kendine İyi Bak” ismini de bu yüzden koydum. Herkes kendine iyi baksın'ki, herkes de onlara iyi bakabilsin.