Walking Dead
Evet, yine bir sabah “saat kaç” telaşıyla güne başlamıştık. Google’a “saat kaç” diye yazıp aratanlar, gözünü açmadan televizyonu açanlar, arkadaşına mesaj atanlar… Kafalar karmakarışıktı. Saat uygulamaları senede bir gün bizi böyle alt üst ederdi ama bu defa durum bambaşkaydı. Sabah diye geceye uyanmak eşref saatimize denk geliyordu. Yalan yok, ilk zamanlar karanlığı değil, bir saat fazla uyuma hakkımızın elimizden alınmasını dert etmiştik. Fakat günler geçtikçe sabahın köründe üzerimize çöken karanlık hepimizi tedirgin etti. Vücudumuz gün aymadan ayılmayı bir şekilde başarmış olsa da, beyin kesinlikle bu durumu reddediyordu. Elinde beslenme çantası, gözü kapalı kaldırımda yürüyen ilkokul çocukları, beresini koluna takmış liseliler, pijamasıyla bankaya giden emekliler ve tabii biz! Metro turnikesine akbil diye öğrenci kimliğini okutmaya çalışan üniversiteliler! Sonuçta henüz uyanmadık. Sorumluluk almak için önce bilincimizin açık olması gerek değil mi? Bilinç yok, kapalı bilinç. Sabahın körü dedikleri saatlerdeydik. Gece gece nereye gidiyoruz diyen, karanlıkta yollara düşen binlerce Walking Dead’dik artık!
Winter is coming
Zaten kış kapıya dayanmıştı. Handan hamamdan çoktan geçmiştik. Sabahlarımızı zifiri karanlığa çeviren uygulamaya verip veriştirmeye başlamıştık bile. Kasım ayının sonlarına doğru iyiden iyiye çöken sabah karanlığı, Aralık ayının gelmesiyle yerini iyice gece yarısına bırakmıştı. Hal böyle olunca da bunun daha karı var, tipisi var diye diye bizi de bir efkar bastı. Bünyenin depresyonunu, ciğerimizin efkarını bir kenara bırakıp yaklaşan kara kışa hazırlık yapmamız gerekiyordu.
Alacakaranlık Kuşağı
Karanlığa uyanan bedenlerimiz tüm dengeleri alt üst etti. Dengeler bozulunca bir takım kaygı ve huzursuzluklar da peşinden geldi. Fakat bunların hepsi yeni duruma alışıncaya kadar. Bizler artık A Kuşağıyız (Alacakaranlık Kuşağı) arkadaşlar! Sakin olun, bunun da üstesinden geleceğiz! Başlıyoruz;
Tüm bu karanlığa alışacak ve eski, zeki, çevik, heyheysiz günlerimize geri döneceğiz. Az sabır. Az dikkat.
Yazan: Tuğba Badal