Kocaman, omuzda zor taşınan teyplerin yerini minileri alıp, telefondan teybe bağlantı yapan aygıtlar piyasaya çıkınca not almaktan daha pratik geldi konuşmaları kaydetmek. Giderek kolaylaşınca çoğu gazetecide alışkanlık halini aldı. Halen de yaygın olarak devam ettiği anlaşılıyor.
Fakat gizli kamera gibi, telefon konuşmalarını gizlice kaydetmek de bireylerin özel alanlarına saygı göstermeyen, etik olmayan bir yöntem. “Ne var bunda? Bir gazetecinin konuştuğu kişi onun yazmak üzere aradığını zaten biliyordur” tezini savunan gazeteciler de var. Bu görüşe katılmıyorum. Çünkü bazı durumlarda muhatabı onun yazmak üzere konuştuğunu anlamayabilir. Gazetecilik casusluk değildir; her zaman açık, şeffaf yöntemler kullanır, muhatabını kandırmaz. O nedenle gazeteci, konuştuğu kişiye kimliğini doğru bildirmek ve konuşmayı yazacağını söylemekle yükümlüdür. Ama tabii gazeteci, bir politikacı ya da bürokrat ile konuşurken bunu ayrıca belirtmesine gerek yoktur; çünkü iki tarafın pozisyonları da bellidir. Böyle bile olsa gazeteci karşısındaki kişiye sesini kaydedeceğini belirterek izin almalıdır.
Konuşmasının kaydedildiğini bilerek konuşmak herkesin hakkıdır.
Türk Ceza Yasası, ‘aleni olamayan bir söyleşiyi, konuşanın rızası ile kayda alma’ya onay veriyor. Yasanın 133. maddesi, ‘rıza almadan ses cihazıyla kaydetmeyi’ ve bu kaydı ‘basın ve yayın yoluyla yayınlanmayı’ ise suç olarak tanımlıyor.
Yasadaki sınırlamadan daha önemlisi gazetecilik kuralları. Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi, “Doğrudan kamu yararı olmadıkça, sahibinin izni dışında belge, fotoğraf, ses yahut görüntü alınmamalıdır” kuralını koyuyor. ‘Kamu yararı olduğunda dahi, başka hiçbir şekilde elde edilmeyeceğinin kesin olması’ koşulunu getiriyor. Doğan Grubu Yayın İlkeleri de ‘gizli veya izinsiz ses kaydı yapmayı’ yasaklıyor; üstelik bu yöntemi ‘kişilik haklarına saldırı’ olarak değerlendiriyor.
Etik gazeteciliğin bu sınırlamalarına uymak gazeteci milletinin saygınlığını ve güvenilirliğini artırır. Sanırım buna ihtiyacımız var.
Okur temsilcileri
GAZETECİLERE Özgürlük Kongresi’nin sonuç bildirisinde, “Türkiye’de merkez medyada üç okur temsilcisi” bulunduğu belirtiliyordu. Ben de geçen haftaki yazımda bu cümleyi alıntıladım.
Cumhuriyet Okur Temsilcisi Güray Öz aradı ve serzenişte bulundu. Haklıydı, sonuç bildirisinde sadece Hürriyet, Sabah ve Milliyet’te okur temsilcileri bulunduğu varsayılmış, ben de yanlışı düzeltmeden aktarmıştım.
Okur Temsilcisi Yavuz Baydar’ın Sabah’tan atılmasının ardından bu alandaki tabloyu açıklama zorunluluğu doğdu. Halen Türkiye’de sadece dört gazetede okur temsilcisi var; Hürriyet, Milliyet, Cumhuriyet ve Posta. Milliyet’te Belma Akçura ve Cumhuriyet’te Güray Öz her pazartesi okur eleştirilerini ve değerlendirmelerini gazetelerinde yazıyorlar. Ama Posta’da Timur Soykan, okurlarla sürekli temasta olsa da gazetede köşesi yok. Kıbrıs’ta ise sadece Yenidüzen gazetesinde Süleyman İrvan bu görevi üstlenmiş durumda.
Maalesef Sabah’ta yeni bir okur temsilcisi atanmayacak gibi görünüyor. Star’da da bir süre Gülay Erdemli’nin yürüttüğü okur temsilciliği kaldırılmıştı. Oysa okur temsilciliği okurlarla iletişimde ve iç denetimde etkin bir mekanizma. Dünya Haber Ombudsmanları Örgütü’nün (ONO) 2007’de ombudsmanlar (okur temsilcileri) için belirlediği on kuraldan ilk ikisi bile okur temsilciliği olmamasının yaratacağı açığa yeterince dikkat çeker sanırım:
“1- Ombudsmanın birincil amacı kendi haber kuruluşundaki sorumluluk bilincini yükseltmektir. 2- Ombudsman basın özgürlüğünün korunması, sorumlu ve yüksek kalitede gazetecilik yapılması için çalışır”.
Bu işlevi yerine getiren bir okur temsilcisinin editoryal kadronun rakibi değil destekçisi olacağı çok açık.
Okurdan kısa kısa
HAKAN Kapıcıoğlu: “Babam annemi öldürüp aside attı” haberinde gencin ad ve soyadının baş harfleri kullanılmış ve doğru yapılmıştır. Ama haberi okuyunca başta baba olmak üzere herkes soyadı ile yazılmış. Sizce bu gencin kim olduğu açığa çıkmadı mı? Bunun ilk olmadığını da belirteyim.
Ali Tuğal: Yunan Sahil Güvenlik güçlerinin bir botta buldukları silahlarla ilgili haberinizdeki “tanksavar havan mermisi” tanımlamanıza çok güldüm. Böyle bir mermi çeşidi henüz icat edilmedi! Lütfen haberi önemli hale getireyim derken komik olmaması için profesyonellerden fikir alın.
Ahmet Demir: Askeri Şûra haberlerinizde Bekir Kalyoncu’nun Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın en güçlü adayı olduğunu yazdınız. Hatta “İleride Genelkurmay Başkanı olacak” bile dediniz. Sadece siz değil medyanın çoğu böyle yazdı. Ama Kalyoncu emekli oldu! Demek, bilgi değil tahmin yazmışsınız.
Mehmet Kaymaklıoğulları: 27 Temmuz’da ekonomi sayfasındaki “Yüzde 99 Küçükçekmece” haberinde Küçükçekmece Belediye Başkanı Aziz Yeniay’ın soyadı yanlış yazılmış. Başlıkta ve haberin girişinde sorun yok, ama ilk ara başlıktan sonra Aziz Kocaoğlu olarak yazılmış!
Berra Öztürk: “İsveç’te sosyal medya felaketi” haberini internette manşetlerde yayınlamanızı protesto ediyorum. Hadi yayınladınız; neden eski İsveç bilmem ne partisi liderinin, açıkta kalan bilmem neresini görmek zorunda bırakıyorsunuz bizi iki gündür? Neden magazin meraklılarının okuyabileceği yerde değil?
Meral Kolcu: Koymak ve konmak arasındaki fark hep karıştırılıyor. Kelebek’teki “Artık yalnızım bu kez düet yok” haberinde de “sokak kedilerine koyulan Kaliko ismi” deniyor. Kediye isim konur, koyulmaz!
Nezih Akkutay: 30 Temmuz’da spor sayfasında hatalar vardı. Örneğin Drogba haberinde “ufaklığa” yerine “ufaklı” yazılmıştı. Ama o gün en ilginci Dış Haberler sayfasındaki İtalya’daki otobüs kazası haberiydi: “Şoförün de can verdiği, kazadan kurtulması halinde gözaltına alınabileceği belirtildi”.
Reşit Resuloğlu: Hürriyet gazetesinin yalnızca e-nüshasını okuyorum. Bazı yazarlarınızın mail adresinin olmamasını anlamakta zorluk çekiyorum. Tabii ki kendi tercihleri, fakat biraz tuhaf kaçmıyor mu? Yazarların okuyucularıyla iletişim halinde olmaları zararlı mı?
Cenap Kayasü: “Çaldıkları arabaları ağır hasarlı araçlarla change yaparak satan hırsızlık çetesi” diyor haberde. O çocuklar birkaç yıl yatar çıkar. Ama “change yaparak” lafınız dillere pelesenk olur. Bu Türkçe cinayeti.