Okurlarımızdan Selim Tibet, gönderdiği mailde bir tecavüz haberindeki isimlerin kodlanmasını eleştirirken, “Haberde tecavüz eden kişi T.Ö. olarak gizlenirken mağdurların isimleri açık yazılmış. Tersi olması gerekmez mi” diye soruyordu.
Beşir Uymaz adlı okur da Bodrum’un görevden alınan Belediye Başkanı Mehmet Kocadon’un tahliyesi haberindeki kodlamalara dikkat çekti:
“Bugünkü ‘Kocadon’a tahliye’ haberini okurken bulmaca çözmek zorunda kaldım. Kocadon ile birlikte tahliye edilen yedi sanığın adı bile kodlanmış. Bunun anlamı ne? Yargılanan sanıkların adları bile açık yazılmayacaksa hangi durumda isimler kodlanmadan yazılır? Lütfen açık bir cevap verin.”
Yerinde bir soru. Kocadon ile birlikte yargılanan ve tahliye kararı verilen diğer kişilerin isimlerini baş harfleriyle yazmanın hukuki ve etik bir gerekçesi yok. Ama nedense sadece Hürriyet’te değil, diğer gazetelerde de o yedi kişinin isimleri açık olarak yazılmamıştı.
Ben de bir örnek vereyim. 28 Ağustosta, Bursa’da balkonda aç-susuz bırakılan köpeğin ölümüyle ilgili haberde, sahiplerinin adları A.Ş ve M.K olarak kodlanmıştı. Halbuki gazetecilerle konuşup olayı kendi açılarından anlatmışlardı o kişiler. Hatta aynı gün Ayşe Arman yazısında haklı olarak “Bu köpeğin ölümüne sebep olanların isimleri açıklanmalı” diyordu. O kişileri korumanın gerekçesini anlayamadım doğrusu.
Bir gariplik de İstanbul’daki intihar saldırısı sonrasında yaşandı. Hürriyet internette yer alan, “İstanbul’da aranan sekiz canlı bomba” haberinde polise ihbar edilmesi istenen şüphelilerin yüzleri buzlanmış, isimleri de kodlanmıştı. Bülent Beysir ve Aslı Han adlı okurlar, haberdeki bu garipliği eleştirdiler. Haklıydılar, yüzleri ve isimleri gizli bu kişiler nasıl tanınacaktı? Ama bereket öyle isimler ve yüzler gizlenerek verilmişti haber. Çünkü listede ismi olan iki öğrenci, haklarındaki iddiayı basın açıklamasıyla yalanlayıp, adliyede emniyet hakkında suç duyusunda bulundu!
Aslında Hürriyet’te, çocuk suçluların, çocuk mağdurların, cinsel saldırı mağdurlarının isimleri ve fotoğraflarının verilmemesi, gözaltı ve yargı sürecinde de masumiyet ilkesinin korunması ilkesi benimsenmiş durumda. Ancak titiz davranılmasına rağmen zaman zaman yukarıda belirttiğim örneklerde olduğu gibi, hatalardan kaçınılamıyor.
Zaten sorun sadece Hürriyet’in değil, genel olarak medyanın sorunu. Kimin hangi durumda korunacağı, hangi isimlerin kodlanacağı konusunda medyada fikir birliği yok. Hatta bazen isimler, sırf hakkında haber yazılanların yalanlayamaması için kodlanarak yazılabiliyor.
Galiba biz gazetecilere düşen isimlerin kodlanmasında standart bir uygulama geliştirmek. Belki kodlanmış haberlerin rahat okunabilmesi için de ABD’deki gibi Jane Doe ve John Doe benzeri bir takma isim türetmeliyiz...
Yanlışlıkla harakiri
SAMSUN’da hastadan kan alırken yanlışlıkla eline iğne batan genç doktor Mustafa Bilgiç, Kırım-Kongo Kanamalı Ateşinden yaşamını yitirdi. O sırada KKKA olduğu bilinmeyen hasta da öldü. Anadolu Ajansı’nın doktorun ölümüyle ilgili haberinin, 22 Eylül tarihli Hürriyet’te, “Yanlışlıkla KKKA harakirisi yaptı” başlığıyla verilmesi doktorları üzdü. Dr. Ömer Baran, habere tepki gösteren doktorlardan biriydi:
“Bu olayın acısını içimizde hissettik. Ama 22 Eylül tarihli Hürriyet’i okuduktan sonra acımız biraz daha katlandı. Biraz da öfke ve nefrete dönüştü. Böyle ilkel ve dalga geçer gibi başlık atılmasını anlayamıyorum. Bu haberi böyle yapanları kınıyorum. Hürriyet gibi ciddi bir gazetede bunun yaşanmış olması da ayrıca üzüntü vericidir.” Öncelikle harakiri ve yanlışlık kelimelerinin yan yana getirilmesinin doğru olmadığını belirtmeliyim. Zira harakiri yanlışlıkla yapılmaz, yanlışlıkla yapılırsa da harakiri olmaz. Eğer harakiri ile ironik bir yaklaşım sergilenmek istendiyse de hoş olmamış. Genç bir doktorun, bir insanın hayatını kurtarmaya çalışırken ölümünü böyle hafife almamak gerekirdi.
Cezaevlerindeki gazetecilere destek
AVRUPA Gazeteciler Federasyonu (EFJ), hükümete cezaevlerindeki gazetecilerin serbest bırakılması çağrısında bulundu. EFJ Başkanı Arne König de Türkiye’ye gelerek, EFJ üyesi olan Türkiye Gazeteciler Sendikası Genel Başkanı Ercan İpekçi ile birlikte gazetecilerin yargılandığı davaların duruşmalarını izledi. König’in gözlemleri, Silivri, Çağlayan ve Diyarbakır’da izlediği davalarda “Gazeteciliğin yargılandığı” yolundaydı. Gitmeden önce de açıkça dile getirdi vardığı bu sonucu: “Bu davalar, terörle mücadele paravanı altında, Türkiye’de eleştirel medyayı susturmaya yönelik zalimce bir teşebbüs anlamına gelmektedir. Gazeteci camiası ve ifade özgürlüğü örgütleri Türkiye’deki gelişmeleri yakından izliyor ve bu davalara odaklanıyor. Türkiye hükümetinin, bu davaları yakından izlediğimizi, Avrupa ile uluslararası kuruluşları bilgilendirdiğimizi bilmesi önemli.”
Belli ki, König cezaevindeki gazetecilerin basın kartı taşıyıp taşımadıklarını önemsemiyordu. Gazetecilik yapmalarını ve davalarda gazetecilik faaliyetlerinin sorgulanmasını yeterli görüyordu dayanışma göstermek için.