Okurların eleştirdiği isimlerden biri, Ayşe Arman’dı. Gerçekten de Arman’ın Instagram hesabına baktığımda çok sayıda marka övgüsü ve fotoğraf içeren paylaşım gördüm.
En çok da S. marka spor ayakkabıları ile ilgili paylaşım yapmıştı. Geçen yıl eylül ayından itibaren bu marka ayakkabılarla çekilmiş 20’den fazla fotoğraf geçmişti hesabından. Bir fotoğrafın altında bu marka ile ilgili olarak “Onlar ayakkabı değil S. bir kere dedim. Her şeyin altına olurlar. Sonsuza kadar yürüyorum, bundan rahatı yok” yazmıştı. Bir klinikte çalışan altı kadınla birlikte çekilmiş ve yine aynı marka ayakkabıların gösterildiği fotoğrafı “Bugün yine geldim hahahaha bir de ne göreyim bütün kızlar benim Hindistan’ı dere tepe dolaştığım ayakkabıları giymiş. Bütün klinik rahat diye beyaz S.’leri geçirmiş ayağına” notuyla paylaşmıştı. Arman’ın bu ayakkabı markası hakkında övgü içeren başka satırları da vardı ve hatta bu markanın geçen Anneler Günü’nde düzenlediği “S. ile rahat bi’pazar” etkinliğinin duyurusunu da yapmıştı.
Arman’ın Instagram hesabında İ. adlı başka bir ayakkabı markasıyla ilgili paylaşımlar da vardı. “1ayakkabıyla8ayrıkadınoldum” diye hashtag koyduğu bu paylaşımda bu markanın bir ayakkabısıyla çekilmiş sekiz fotoğrafı yer alıyordu. Arman’ın bu fotoğraf ve görüntüleri, markanın Twitter, Facebook, Instagram hesabında da kullanılmış; YouTube’a da yüklenmişti.
Ayrıca pantolon, makyaj malzemesi gibi başka markaların ürünleri ile ilgili paylaşımları da vardı. Bu paylaşımlar, Arman’ın bazı takipçilerinin de dikkatini çekmiş, bazı paylaşımlarının altına “S.’den ne kadar aldınız acaba” ve “S. ile medyaya yansımamış bir reklam anlaşması olduğuna inanmaya başladım artık” gibi yorumlar yazmışlardı.
Okurların adını verdiği diğer yazar da Sibel Arna’ydı. Arna’nın Instagram hesabında da iki ayakkabı markası ve çeşitli firmalarla ilgili paylaşımlara rastladım. F. marka ayakkabıyla çekilen fotoğrafın altındaki paylaşımda markanın yanı sıra ayakkabının fiyatını da vermişti. S. ayakkabılarıyla çekilmiş beş ayrı fotoğraf paylaşmıştı.
İlkeler ne diyor?
AYŞE Arman ve Sibel Arna’nın Instagram hesaplarında markalardan söz etmeleri, “ürün yerleştirme” mi, değil mi? Ya da daha açık bir deyişle reklam mı? Bunun tartışmaya değer bir konu olduğunu düşünüyorum.
Ama oraya gelmeden önce “Sosyal medya hesapları gazetecilerin her istediğini yapabileceği özel ve özgür alanlar mıdır?” konusunda görüş birliği sağlamamız gerek. Bence sosyal medya hesapları, sınırları ve kuralları olan özel alanlardır. Sınırları da gazetecilik değerleri ve yayın ilkeleri belirler. Çünkü bir gazeteci her zaman her yerde olduğu gibi sosyal medyada da gazetecidir; düşünce özgürlüğünü kullanırken mesleki ve kurumsal sorumluluğunu bir kenara bırakamaz.
Örneğimize dönersek, Ayşe Arman, Instagram’da yazarken de “Hürriyet yazarı Ayşe Arman”dır; orada da evrensel gazetecilik değerleri ve Doğan Grubu Yazılı Basın Yayın İlkeleri’ne uygun davranmak durumundadır. Aynı yaklaşım Sibel Arna ve tüm Hürriyet yazar, çizer ve muhabirleri için de geçerlidir.
Nitekim Yayın İlkeleri’nin 23. maddesinde, ilkelerin “gazete, dergi çalışanları ve dışarıdan katkıda bulunanların sosyal medyadaki faaliyetlerini de kapsadığı” vurgulanıyor. 28. madde ise sosyal medyada reklam konusunda açık hüküm içeriyor:
“Gazete ve dergi çalışanları haber, tweet, blog ve iletilerinde reklam, halkla ilişkiler ve propaganda yapmamalı; ilan-reklam kaynaklarından telkin alarak ve maddi çıkar sağlayarak yazmamalıdır. Gazetecinin yeni medya ortamında yazdıkları, reklam ve ilanlarla iç içe sunulmamalı; gazetecilik ürünlerinde yanıltıcı etiketler konulmamalıdır.”
Okur temsilcisi (ombudsman) olarak ilkeleri hatırlatmakla yükümlüyüm.
Deniz kenarındaki denizciler
DÜNYA Haber Ombudsmanları Birliği (ONO) mail grubunda da bir süre önce gündem sosyal medyaydı. Avustralya’dan Alan Sunderland, “Gazeteciler, kişisel sosyal medya sayfalarında, kurumlarında yayınlanandan daha fazla şiddet içeren görüntüleri paylaşabilir mi?” sorusunu ortaya attı orada da.
Sunderland, bu soruyu Suriye’nin İdlib kentinde meydana gelen kimyasal silah saldırısında ölenlerin fotoğraflarının özel hesaplardan paylaşılması nedeniyle gündeme getirmişti.
ABD’den Jeffrey Dvorkin, “gazetecilerin görev dışında olduklarında bile sorumlu gazetecilik yapmakla yükümlü olduklarını ve çalıştıkları kuruluşu temsil ettiklerini” hatırlatarak yanıt verdi. “Deniz kenarındaki denizciler gibi” diye de ekledi. Kanada’dan Ron Waksman da “gazetecinin kendisini 7/24 görevde kabul etmesi gerektiğini” vurgulayarak açıkladı görüşünü:
“Bir haber sitesi Suriye’den korkunç görüntüler yayınlarsa ve ardından aynı gazeteciler kişisel sosyal hesaplarında daha şiddet içerikli ve rahatsız edici ek fotoğraflar paylaşırsa, şüphesiz ana akım medyanın politik nedenlerden gerçek hikâyeyi anlatmayı reddettiği suçlamaları doğacaktır.
Eğer Donald Trump tarafından tweet edilen her kelimeyi çözümlüyorsak, aynı dikkati resmi veya kişisel sosyal medya hesaplarımıza da göstermemiz gerekir. Halk gazetecilere gelince, haber organlarını kişisel olanlardan ayırmıyor.”
Görüldüğü gibi, hem Dvorkin hem de Walksman, gazetecilerin hesaplarının mesleki kimlikleri ve kurumlarından ayrı tutulamayacağı görüşünde. İkisi de gazetecinin çalıştığı medya kuruluşunun yayınladığından fazla fotoğraf, haber ve bilgiyi kişisel hesabında paylaşmasının sakıncalı olduğu kanısında. ONO üyesi ombudsmanlardan bu görüşlere karşı çıkan da olmadı.
Ben de aynı düşüncedeyim. Türkiye’de de bazen gazetecilerin edindikleri haber ve fotoğrafları çalıştıkları kurumdan önce kişisel hesaplarından paylaştıklarına tanık oluyoruz. Bu etik bir davranış değil. Gazeteci, edindiği bilgi veya belgeyi öncelikle çalıştığı medya kuruluşuna vermeli, yayınlandıktan sonra da yayınlandığı biçimiyle paylaşmalı...