Fakat Hürriyet, birçok gazetenin aksine o fotoğrafı kullanmamıştı. Hurriyet.com.tr yönetmeni Levent Ertem’e de sordum. İnternette de bu fotoğraf buzlanmış olarak birkaç saat sayfaya girmiş, sonra çıkarılmıştı.
Sadece bu olayda değil, Hürriyet, Bitlis’te direğe bağlanıp kurşuna dizilen korucu haberinde de aynı tutumu izledi. O kanlı fotoğrafa, basılı gazetede yer verilmedi; internette de buzlanarak sayfaya konuldu. Bu olumlu bir gelişme. Hem ölen insanlara saygı açısından, hem de ölümün dehşet verici etkisinin okura yansıtılmaması açısından Hürriyet’in bu tutumunu sevindirici buldum. Sadece şehit haberlerinde değil, bütün ölüm olaylarında aynı özenli tavrın sergilenmesi gerekli...
Görüldüğü gibi, bu fotoğraflarla ilgili olarak mahkemenin yayın yasağı kararı almasına gerek yoktu. Bu etik ve mesleki bir sorun, bir hukuk sorunu değil...
Son günlerde etik kaygılar açısından bir olumlu gelişme de intihar haberleri konusunda yaşandı. Hürriyet, özellikle sosyal medyada yaygın biçimde işlenen, medya kuruluşlarının çoğunda haber yapılan Mehmet Pişkin adlı yazılım mühendisinin intiharına hem basılı gazetede hem de internette yer vermedi.
Bu doğru bir yaklaşımdı. Türk Psikologlar Derneği de bu intihar ile ilgili yaptığı açıklamada, “özellikle de bu türden bir intiharın medyada ele alınma biçiminin benzer örneklerin önünü açma riski taşıdığı” uyarısında bulunmuştu. “Bulaşıcı” ve “özendirici” etkisi nedeniyle özel durumlar ve kamuoyunu yakından ilgilendiren ünlüler dışında intiharların haber yapılmaması gerektiğini öteden beri savunan bir Okur Temsilcisi olarak, Hürriyet’in diğer medya kuruluşlarından böylesine ayrışması beni heyecanlandırdı. Kutlanması gereken bu tutum, aslında Yayın İlkeleri’nden güç alıyor. Ancak Mehmet Pişkin’in intiharının ana gazetede haber yapılmamasına karşın 24 Ekim’de Ege ekinde, 27 Ekim’de de Ankara ekinde intihar haberleri vardı. Umutluyum, Hürriyet’in intihar haberleri karşısındaki sorumlu habercilik anlayışı kalıcı olacak ve bölge eklerine de aynen yansıyacak. Diğer gazeteler de gelenekçi gazetecilik anlayışını daha fazla sürdüremez.
Doktorların hassasiyeti
TRABZONSPORLU futbolcu Aykut Demir, kız kardeşini muayene ettirmek için gittiği özel bir hastanede bir doktoru yumruklamıştı. Bu olaya ilişkin haber, Hürriyet internette “Doktoru dövdü” başlığıyla verilince doktorlar tweet yağdırdı. “Dövdü” sözcüğünün “darp etti” ile değiştirilmesi gerektiğini savunuyorlardı. Onlarca tweet gelince, arkadaşlar haberin başlığını doktorların istediği gibi değiştirdiler.
Fakat ben de doktorların bu tepkisinin gerekçesini merak ettim. Açık söylemek gerekirse “dövdü” sözcüğü ilk bakışta bana yanlış gelmemişti. Soruma yanıt veren doktorlardan Yusuf Eryazgan, iki kavram arasında fark olduğunu söylüyordu: “Dövmek-dövüşmek karşılıklı olan, haklı-haksızın belli olmadığı bir olayken darp edilmek-darp etmek ise bir tarafın mağduriyeti olan haklı haksızın anlaşılabileceği bir ifadedir. Bu küçük algılar çok şey değiştiriyor.”
Aile hekimi Tülay Çonkır Güler ise “ ‘Doktoru dövdü’ başlığının olayı özendirme ya da makul gösterme hissi yarattığını” savundu. Doğrusu “Doktoru dövme” başlığının doktora yumruk atılmasını özendirdiği ve makul gösterdiği görüşüne katılmıyorum. “Dövmek” de olumlu bulunacak bir davranış değil.
Dövmek ve darp etmek arasında haksızlığın vurgulanması açısından bir fark var mı? Aslında “darp” Arapça kökenli bir sözcük ve karşılığı da sözlüklerde yine “dövmek”, “vurmak” olarak gösteriliyor. Anlam bakımdan aralarında bir fark yok. Sadece şöyle bir fark olabilir; dövme olayları ile ilgili olarak alınan raporlara eskiden beri “darp raporu” denir; buradan hareketle “darp suçu”ndan söz edilir. Oysa artık Türk Ceza Kanunu’nda “darp suçu” da yok. Orada sadece “vücut dokunulmazlığına karşı suçlar”dan bahsediliyor. Belki doktorlar da buradan hareketle “darp” sözcüğüne daha farklı bir anlam yüklüyor. Açıkçası doktorların bu yorumuna Türkçe açısından bakınca, yukarıda açıkladığım nedenlerle katılamıyorum. Fakat son yıllarda sürekli şiddete maruz kalan doktorlarda anlaşılabilir bir hassasiyet oluştuğunu da görüyor; bu nedenle onların “darp” itirazına saygı göstermek gerektiğine inanıyorum.
Duayenden uyarı
M. ALİ Kışlalı, 60 yılı aşkın bir süre gazetecilik yapmış bir duayen. 1983-1986 yılları arasında Hürriyet Ankara Temsilciliği görevinde de bulunan Kışlalı, dikkatli bir Hürriyet okuru. Bir mail göndererek, iki konuya dikkat çekti:
“1. Spor sayfası okuru olarak futbol ve basketbol maçları başta olmak üzere bütün spor karşılaşmalarının TV’deki yayın saatlerinin Spor Ekranı’nda her gün eksiksiz biçimde yer alması gerekir diye düşünüyorum. Bu konuda eksikliği kabullenmek mümkün değil.
2. TBMM ve TC gibi kısaltmaları anlamak mümkün. Ama sayıları her gün artan siyasi kuruluşlar ile ilgili kısaltmalar, haberlerin başlangıcında mutlaka açık olarak yazılmalı. Yoksa çoğu zaman bu kısaltmaların anlamını öğrenmek için Google’a bakmak gerekiyor. Biliyorsun, ciddi gazeteler bunu ihmal etmez. Hürriyet de bunlardan biri ama maalesef birçok haber ve yazıda bu kurala önem verilmediğini görüyorum. Bir okur olarak bu beklentilerimde haksız mıyım?”
Okurdan kısa kısa
Şan Ayhan: 24 Ekim’de sporda “UEFA’ya Şike Göndermesi” başlıklı haberde pankarttaki “Make up your mind UEFA”, “Aklını mı boyadın UEFA?” diye tercüme edilmiş! Doğrusu “Karar ver, UEFA!”dır. “to make up one’s mind”, “karar vermek, aklına koymak” anlamında bir deyimdir. “Tolerans” ve İngilizcesi “tolerance” sözcüklerinin her satırda farklı yazılması da hayret verici!
Tarık Lala: Galatasaray’da başkanlık için iki aday yarıştı ama siz birini desteklediniz. Seçim günü spor sayfasına “Geleceğimiz Duygun Hoca’dır” manşeti attınız. Taraf değilseniz iki listede o kadar insan varken neden sadece Yarsuvat’ın listesindeki Abdurrahim Albayrak ile röportaj yaptınız?
Ahmet Köksal: Seyahat ekinde çıkan “Güzel ve lezzetli şehir Kastamonu” yazısında Ecevit Hanı’nın Kastamonu-İnegöl yolu üzerinde olduğu belirtilmiş. İnegöl değil İnebolu yazılması gerekirdi.
Yeliz Şenyılmaz: Akdeniz ekinin 25. Yıl özel sayısında “Antalya Siyasetine Damga Vurdular” başlıklı yazıda Antalya Milletvekili Prof. Dr. Yusuf Ziya İrbeç “bağımsız” olarak gösterilmiş. Ancak kendisi halen MHP milletvekilidir.
Necmettin Lüleburgazlı: “Boğazımızı 366 metre kapattı” haberinizde “İzmir’den Yunanistan’ın Pire Limanı’na giden 366 metre boyundaki konteyner gemisi MSC Rapallo’nun Çanakkale Boğazı’ndan geçtiği” belirtilmiş. İzmir’den Pire’ye giderken, Çanakkale’den nasıl geçilir anlamadım. (25 Ekim/internet)
NOT: Ambarlı’ya uğrayan gemi, Yarımca Limanı’ndan Pire’ye gidiyordu.