Geçtiğimiz günlerde bir iş toplantısı sebebiyle İstanbul Levent’te yer alan Starters Hub’ı ziyaret ettim. MV Holding ve Gedik Yatırım’ın ana yatırımcı olduğu Starters Hub 2015 yılında kapılarını açan bir girişimcilik platformu.
Platform erken aşama teknoloji girişimlerine finansal yatırım sağlamanın yanı sıra mentorluk, eğitimler, yerel ve global iş bağlantıları, stratejik ortaklıklar gibi çıktıkları yolda onları ileri taşıyacak destekler sağlıyor.
Platform 1000 metrekarelik çalışma alanında destek olduğu genç girişimcilere hem kaliteli çalışma ortamı, hem de geniş bir iletişim ağı ve sosyalleşme imkanı tanıyor.
Mekandan ayrılıp biraz yalnız kaldığımda, ülke olarak bu tarz mekanlara ve girişimcilere neden daha fazla kucak açamadığımızı düşündüm.
Geçtiğimiz yıl “Business Insider” ve “2thinknow” araştırma şirketinin ortaklaşa hazırladıkları bir liste var. “Dünyanın en inovatif şehirleri” listesi şehirlerin teknoloji kullanımına yatkınlıkları ve insanlara sağladığı yeni iş olanaklarına göre oluşturuluyor. Liste hazırlanırken o şehirdeki girişimci şirket, alınan patent, yatırımcı firma sayıları gibi veriler dikkate alınıyor. Listede ilk 25 arasında maalesef Türkiye’den herhangi bir şehir yer almıyor.
San Francisco’nun birinci, New York’un ikinci, Londra’nın üçüncü olduğu listede ilk 25’e girmek dünya şehri diye nitelendirdiğimiz İstanbul için çok mu zor? Güney Kore’den Seul, Tayvan’dan Taipei, Hindistan’dan Bangalore bu listede üst sıralarda yer alıyorsa, biz niye yer bulamıyoruz? Bu noktada durumumuza biraz daha geniş bir açıdan bakmakta fayda var.
Bir dönem İstanbul’u küresel bir finans merkezi haline getirme projeleri çok sık konuşuluyordu. Ataşehir’de inşaatı başlayan finans merkezi de bu yönde atılan önemli bir adım olarak nitelendirildi. Ancak o dönem pek çok uzmanın da dile getirdiği gibi küresel bir finans merkezi haline gelmek, sadece fiziksel olarak bir finans merkezi inşa etmekle olmuyor.
Uluslararası bir finans merkezi olmak için güçlü bir ekonomik altyapı, yetişmiş insan gücü, yurtdışından parlak zihinleri ve global şirketleri İstanbul’a getirip yatırım yapmalarını sağlayacak ekonomik fırsatlar, bu insanları İstanbul’da yaşamaya, çalışmaya ikna edecek ulaşım, teknoloji altyapıları, renkli bir sosyal yaşam, uluslararası düzeyde eğitim olanakları, siyasi bir güven ortamı, güçlü bir hukuk devleti ve özgürce düşüncelerin dile getirilebileceği bir ortam gerekiyor. İşte aslında tüm bu kriterler inovatif bir ülke olmak için de geçerli.
TÜRKİYE YETİŞMİŞ İNSAN GÜCÜNÜ KAYBEDİYOR
Yuval Noah Harari “Home Deus” kitabında ekonomik büyümenin tarihçesini anlatırken şöyle yazıyor;“Yeterince yeni girişim başarılı olursa insanların geleceğe duyduğu güven artar, krediler yükselir, faizler düşer, girişimciler daha rahat para biriktirir ve ekonomi büyür. İnsanlar geleceğe daha çok güvenmeye başlar, ekonomi büyümeye ve beraberinde de bilimsel gelişmeyi büyütmeyi devam eder.”
Ne yazık ki Türkiye’de genç girişimciler kolay kolay projelerine yatırım olanakları ve bu yatırımları gerçeğe dönüştürecek ortamlar bulamıyorlar. “Başımıza icat çıkarma” anlayışının hakim olduğu toplumumuzda biraz büyümeyi başaran genç girişimciler de soluğu yurtdışında alıp projelerini oralarda büyütme fırsatı arıyorlar.
Türkiye yetişmiş insan gücünü, parlak beyinlerini siyasi ortam, ekonomik ve sosyal gelecek kaygıları gibi nedenlerle kaybediyor. 2000’li yılların başında Türkiye’ye doğru gerçekleşen beyin göçü maalesef tersine dönmüş durumda. Türkiye’nin acil bu göçü durduracak ve tersine çevirecek projeler, politikalar üretmesi, gelecek planlamaları yapması gerekiyor.
Tüm dünyada katma değer sağlayan yüksek teknolojik üretiminin, yaratıcılık ve inovasyonun ciddi ivme kazandığı bir dönem yaşıyoruz ve bu ivme giderek artıyor. İnovasyona yatırım yapan ülkelerle diğerleri arasındaki makas da giderek açılıyor. Bu makas daha fazla açılmadan İstanbul’u ve Türkiye’nin tüm diğer şehirlerini birer cazibe merkezi haline getirmemiz gerekiyor.
Gündelik sosyal-siyasal çatışmaları, kutuplaşmayı bir yana bırakıp üreten bir toplum olarak geleceğe odaklanmamız şart.