“... Beşiktaş’ın T. Konyaspor ile karşılaşması, bazı gazete ve televizyonların diliyle ‘seyircisiz’ oynandı. Oysa maç kadın ve çocuk taraftarlara açıktı. Kadınlar duyarsız tanımlamaya da sessiz kalmadılar ve tepkilerini ‘Bu maç seyircisiz ise biz neyiz’ pankartı açarak gösterdiler.”
Kadın taraftarların bu konudaki rahatsızlığını bilen Beşiktaş da maçtan önceki duyuruda “Seyircisiz” dememeyi yeğlemişti. Bunun üzerine Hürriyet’in “Aile içi şiddete son” kampanyası ekibi, “Beşiktaş’ı ilk kez kadın ve çocukların izleyeceği maça ‘seyircisiz’ demediği için kutlarız” tweet’iyle destek vermişti kulübün bu tavrına. İşin ilginç tarafı Hürriyet de kullanıyordu kadınların itiraz ettiği “duyarsız” tanımlamayı. Fakat 27 Kasım’da gazetede çıkan bu haberden sonra Hürriyet’in spor sayfalarında “seyircisiz” tanımının kullanılmaması beklenirdi. Öyle olmadı maalesef. Hürriyet’in gündem sayfalarının deyimiyle “duyarsız tanımlama” Hürriyet’in spor sayfalarında arzı endam eylemeye devam etti. Örneğin, 1 Nisan’da spor sayfasında göze çarpan başlıklardan biri, “Akhisar maçı seyircisiz” idi. Oysa maçı kadınlar ve çocuklar izleyecekti!
Spor sayfası yöneticileri, PFDK (Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu) kararlarında cezanın “seyircisiz” olarak yazılmasına dayanarak kullanıyorlar bu tanımı. Doğru, PFDK öyle tanımlıyor hâlâ.
Biz gazeteciler bürokrasi ağzıyla haber yazmak zorunda değiliz. Bizi kavramların içeriği bağlar. Federasyon “seyircisiz” diyorsa, ama maçta “kadın seyirci” varsa, ceza “erkek seyirci” için verilmiş demektir. Cezanın adı “erkek seyircisiz maç” olur, haberin başlığı da “Maç kadın seyircilere oynandı” olur. Federasyon da kadınları seyirciden saymama yanlışından dönmeye zorlanır...
Yayımlanmadan önce görüşünü almak üzere yazıyı ilettiğim Hürriyet Spor Servisi Müdürü Mehmet Arslan, “Spor medyasında bayan yerine kadını ilk kez biz kullandık” dedi. “Seyircisiz maç” konusundaki itirazları da haklı bulmuştu: “Kadınlar ve çocuklar oradayken seyircisiz diye yazmamız yanlış. Bundan sonra Hürriyet’te seyircisiz maç diye yazmayacağız. Hemen başlıyoruz bu kararımızı uygulamaya.” Doğrusu bu kadar hızlı bir sonuç beklemiyordum. Umarım diğer gazetelere ve tabii asıl Federasyon’a da örnek olur.
Misafir değil mülteci
SURİYE’den kaçıp gelenlerin “mülteci” ya da “sığınmacı” olarak tanımlanmasına itiraz ediyor Dışişleri Bakanlığı. Önceleri “misafir” diyorlardı Suriye’den kaçanlara. Son zamanlarda “geçici koruma”dan söz eder oldular.
Biz gazeteciler, hükümetin bu tavrına destek vererek, Suriye’den kaçanlara haberlerde “mülteci” ya da “sığınmacı” denilmesinin yanlış olduğunu mu savunmalıyız? BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne başvurup sığınma sürecini başlatmamış ya da başlatamamış olanları “mülteci” olarak yazmamalı mıyız?
Bu yaklaşımı, uzun yıllar BM Mülteciler Yüksek Komiserliği sözcülüğünü yürüten, şimdilerde ise İltica ve Göç Araştırmaları Merkezi’nde çalışan Metin Çorabatır’a sordum: “Uluslarası hukuk ilkelerine göre, bir kişinin mülteci olup olmadığına ait karar, sadece tanımayla ilgili deklarasyon niteliği taşır. Kişiyi mülteci yapan, aslında onu ülkesinden kaçmaya zorlayan nedenlerdir.
1951 Cenevre Sözleşmesi ‘ırkı, milliyeti dini inancı, bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi görüşü nedeniyle ülkesinde zulüm göreceğine dair haklı bir korku taşıyan, bu nedenle ülkesinin korumasından yararlanamayan ve ülkesi dışında olan kişileri mülteci’ olarak tanımlıyor.
Bu sözleşmedeki mülteci tanımı, 1969’da Afrika Birliği Örgütü Sözleşmesi ve 1984’te Cartagena Bildirgesi ile genişletildi. ‘Yaygın şiddet, dış saldırı, iç çatışmalar, yaygın insan hakları ihlalleri ya da kamu düzenini ciddi olarak bozan durumlardan dolayı yaşamları, güvenlikleri ya da özgürlükleri tehdit altında olduğu için ülkelerinden kaçan kişiler’ mülteci tanımı kapsamına alındı.
Bu tür olaylardan kaçan insanlar genellikle kalabalık gruplar halinde bir sınır geçtikleri için, onlara tek tek neden geldiklerini sormak anlamsızlaşıyor. Ülkelerindeki durum bilindiği için topluca mülteci deniyor. Suriye’den kaçanlar da aynen bu durumda. Onlara ‘mülteci’ demek için BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne başvurup durumlarını resmileştirmelerini beklemeye gerek yok.”
Zaten Suriye’den kaçanlar, dünya medyasında, BM’nin söylemlerinde ve hatta kaçtıkları diğer ülkelerde “mülteci” olarak tanımlanıyorlar. Daha üç gün önce BM Mülteciler Yüksek Komiseri Antonio Guterres, Papa ile görüşürken “2.2 Milyon Suriyeli mülteci var” dedi. Guterres bile mülteci diyorsa ötesi var mı?
Türkiye’de ise “mülteci” tanımının önünde hükümet politikaları ve bir türlü netleşmeyen mülteci hukuku var. Ama Hürriyet’te doğru biçimde Suriye’den kaçanlara “mülteci” deniyor. Çünkü biz gazeteciler hep gerçeği ararız. Gerçek, her zaman siyasetçilerin dediklerinde değildir. Haberlerimizde yasal durumu, hükümetin yaklaşımını aktarırız ama gazetecilik dilini siyasetçilerin diline uydurmaya kalkmayız. Aksi halde bağımsız gazetecilikten söz edemeyiz.
Örneklemem gerekirse, 1997’de “Azınlıklarını sayamayan ülke” başlıklı haberimde Kürt nüfusa ilişkin sayısal veriler aktarınca, Genelkurmay’dan arayıp, “Lozan Antlaşması’na göre Türkiye’de Kürt diye bir azınlık olmadığını” hatırlatmışlardı kibarca! Haklıydılar, o günkü yasalara ve hükümete göre Türkiye’de Kürt yoktu! Onları dinlesem hiçbir haberimde “Kürt” diye yazmamam gerekirdi. Gerçeğe uygun olur muydu? Hayır. Günümüzde Suriye’den kaçanlara “mülteci” dememek de ona benzer bir yaklaşım...
Okurdan kısa kısa
Demet Bengi/Ersin
Aydın: “Rüzgar Erkoçlar, Şişli’deki fırında, temizlik ve kasiyerlik yaparken görüntülendi” haberini okuyunca rahatsız oldum. Bir zamanlar oyuncu olabilir, ama artık yeni bir başlangıç yapmış bu insanla uğraşılmasın lütfen. İşini ve cinsiyetini değiştirmiş bu insanı her seferinde bu durumunu vurgulayarak haber yapmak, Türkiye’nin içinde bulunduğu akıl tutulmasında sapkın insanların hedefine koymaktan başka bir işe yaramaz.
Ahmet Örmeci: 30 Kasım’da gazetemizde İbrahim Tatlıses’in ikinci sayfasındaki boşanma haberindeki yerde “Küçükçekmece 3. Aile Ceza Mahkemesi” yazılmış. “Aile Ceza Mahkemesi” diye bir mahkeme yok; Aile Mahkemesi var. Okuru yanlış bilgilendirmiş oluyorsunuz.
Sedat Kiraz: 23 Kasım’da sorunlarımızı duyurmak amacıyla Sağlık Bakanlığı önünde yapılan basın bildirisine medya duyarsız kaldı. Türkiye’nin birçok ilinden Aile Hekimleri ve Aile Sağlığı elemanları oraya gelmişti. Aynı şekilde 4 Aralık’ta Türkiye genelinde yaptığımız eylem de haber olamadı gazetenizde. İlgi göstermeniz için illaki olay çıkması, çatışma yaşanması mı gerekiyor?