Bu kez cinayete kadar giden ihmaller zinciri değil, hükümetin AİHM’ye gönderdiği savunma yankılanıyordu medyada. Dink, bir yazısında “Türklüğü tahkir ettiği”
gerekçesiyle mahkum edilmesi üzerine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurmuştu. Bu başvurudan bir hafta sonra öldürülünce bu kez eşi Rakel, kızları Delal ve Sera, oğlu Arat ve kardeşi Hosrof Dink, “Hrant Dink’in polis ve jandarmanın suikast hazırlığını bilmesine rağmen öldürüldüğü”nü belirterek AİHM’ye başvurdu. Mahkeme bu iki davayı birleştirerek hükümetten savunma istedi.
Hükümetin hazırladığı savunma, 14 Ağustos’ta Vatan gazetesinde “Nazi lideriyle bir tuttular: AİHM’ye vahim savunma” başlığıyla yayımlandı. Kemal Göktaş imzalı bu haberin ardından hükümetten peş peşe açıklamalar geldi.
Dışişleri Bakanlığı’nın bu haberleri “yakışıksız ve haksız bulduğu” açıklaması 16 Ağustos’ta, Cumhurbaşkanı ve Adalet Bakanı’nın konuyla ilgili sözleri 17 Ağustos’ta, Cumhurbaşkanının Hrant Dink’in kardeşi Orhan Hosrof Dink’i daveti 21 Ağustos’ta Hürriyet’te yer buldu.
Emine Karalı adlı bir okur, Hürriyet’in bu haberlerinden tatmin olmamıştı. “Hrant Dink davası için Türkiye’nin gönderdiği savunmada ne deniliyordu? Hürriyet okuru olarak bunu bir türlü öğrenemedim. İçeriğini aktarmadığınız bir yazıya karşı bu kadar savunma yayınlamanın mantığını açıklasanız” diyordu.
Gerçekten ilk günkü haberde hükümetin AİHM’ye gönderdiği savunmanın içeriği yer almamıştı. İki nci ve üçüncü haberlerde de sadece “Savunmada, Dink’in yazısı ile Neo Nazi Kuhnen’in davası arasında benzerlikler kurulduğu” bilgisi veriliyordu. Savunmayla ilgili başkaca bir ayrıntı yoktu gazetemizde.
Okur Temsilcisi olarak okurun haklı olduğunu düşünüyorum. Hürriyet okurunun kendi gazetesinde haber olan bir gelişmenin geçmişini de yine kendi gazetesinde bulabilmesi gerekir. Okurların her sabah bütün gazeteleri okuduğu varsayımıyla hareket edemeyiz. Hürriyet okurları için özetleyeyim:
Hükümetin AİHM’ye gönderdiği savunmada, Dink’in yazısıyla bir Neo-Nazi liderin yazısı arasında paralellikler kurularak Hrant Dink’in mahkûm edilmesinin ne kadar “haklı” olduğu anlatılıyordu! Onunla da kalmıyor, Dink’in öldürülmeden önce koruma istemediği, polis ve jandarmanın ihmaller zinciriyle ilgili soruşturmalar açıldığı belirtilerek Dink ve ailesinin açtığı davaların reddedilmesi gerektiği savunuluyordu. Öyle ağır bir yüktü ki bu metin, hükümet bile kendi savunmasını eleştirmek durumunda kaldı.
Okur temsilcisi ve tüketici köşesine eleştiri
Antalya ’dan yazan Ergün Özkan adlı okur, hem Okur Temsilcisi, hem de “Tüketicinin Erkan Abisi” köşesini eleştirdi. Özkan, uzun mektubunda kendi penceresinden bakıyordu her iki köşeye: “Size gelen okur eleştirilerinin çoğunun gazetedeki haber, baskı, bulmaca vs. hataları ile ilgili olması dikkatimi
çekti. İnsanlarımızın başka sıkıntıları yok da bunları mı yazıyor; yoksa siz mi seçip bu konulardakileri yayınlıyorsunuz?
Zaten gazetenizde sade vatandaşın sıkıntıları ile ilgili pek haber göremiyorum. ‘Tüketicinin Abisi’ni kaleme alan yazarınız bile tüketici ile ilgili değil büyük
firma ve işadamları hakkında haberler yazıyor. O saygıdeğer köşe yazarınız lütfen ya ‘Tüketicinin Abisi’ olsun veya köşesinin ismini değiştirsin.”
Bu eleştiriye karşı öncelikle sözü, “Tüketicinin Erkan Abisi” Erkan Çelebi’ye bırakayım, çalışma biçimini okurumuza kendisi anlatsın:
“Hürriyet’in Tüketici Köşesi, Ekim 1993’te başladığında gazetelerin tüketici köşeleri hak aramanın en önemli aracıydı. Geçen 17 yılda önemli değişimler oldu. 1995’ten itibaren yasal düzenlemeler gerçekleşti. Ancak tüketici mahkemelerinde karar sürelerinin uzaması, hakem heyeti kararlarının yeterli olmaması, Tüketici Köşesi’ne başvurularda azalma yerine artışa yol açtı. Faks ve mektupla yapılan başvuruların yerini epostalar aldı.
İlk günkü gibi tüm şikayetler, firmalara iletilip, mağduriyetin giderilmesine çalışılıyor. Sorun çözülme oranı yüzde 85’leri buluyor. Ancak başvuruların
yüzde 95’inin ürün bazlı ve bireysel sorunlar olması, gazetede yaptığımız değerlendirmelerin değişmesine yol açtı. Bir yandan şikayetleri çözüme kavuşturmaya
çalışırken, diğer yandan da haftada iki gün yayınlanan Tüketici Köşesi’nin birini, bireysel şikayetler yerine geniş kitleleri kapsayan sorunlara, diğerini sektörlerde tüketicilere yönelik gelişmelere ayırma yoluna gittik.”
Çelebi’nin yanıtı böyle.
Ben de Okur Temsilcisi olarak okurlardan gelen gazeteyle ilgili eleştirileri değerlendiriyorum. Zaten Okur Temsilciliği’nin temel misyonu da okurlarla sağlıklı bir iletişim kurarak, onların eleştirileri üzerinden hatalardan arınmak. Ben bu yolla gazeteciliğe katkıda bulunmaya çalışıyorum. İnanıyorum ki, bir ülkede yaşananların gerçek yüzüyle öğrenilebilmesi, sorunların üzerine gidilebilmesi, insanların daha iyi yaşayabilmesine zemin hazırlanması, o ülkede gazeteciliğin
ne denli başarılı yapıldığıyla yakından ilgilidir.
Organik tarım sektöründen itiraz geldi
HÜRRİYET Pazar Eki’nde 8 Ağustos’ta yayınlanan “En ünlü domates bu çiftlikte yetişiyor” başlıklı habere organik tarım sektöründen itiraz geldi. Afet Demirci
adlı okurumuz, haberde Pınar Kaftancıoğlu’nun, “endişeli anneleri sömüren organik ürünler sektörü” tanımı ve “organik meyve ve sebzeyle ilgili o kadar çok sahtekârlık var ki” sözleriyle organik ürün sektörünü toptan karaladığını yazdı. Demirci, “Organik sektöründe yıllardır yel değirmenlerine karşı savaşan, insanlara sağlıklı, katkısız gıdalar yetiştirebilmek için canını dişine takan üreticiler, satıcılar ve akademisyenlere haksızlık yapıldığını” savunuyordu.
Ayrıca Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği, Ekolojik Tarım Organizasyonu Derneği, Organik Ürün Üreticileri ve Sanayicileri Derneği ve Ekolojik
Tarım İç Pazar Geliştirme Komitesi adına da bir açıklama geldi. Onlar da haberde sektörün haksız yere zan altında bırakıldığını savunuyor, ekolojik tarım
sektörünün sürekli denetim altında olduğunu vurguluyorlardı.
Hürriyet Yan Yayınlar Yönetmeni İskender Baydar yanıtladı bu eleştirileri. Baydar, haberdeki o cümlelerde “her türlü denetime açık olan, sürekli denetlenen büyük ve yasal üreticilerin kastedilmediğine” dikkat çekti. Baydar, “Sadece, ‘sektör’ yerine ‘bazı firmalar’ denmemesi, bizim bunu düzeltmememiz bir hata olarak algılanabilir. Tepkileri abartılı buluyorum” dedi.
Doğrusu ben de Baydar’ın görüşlerine katılıyorum. Haberde bütün ekolojik tarım sektörünün karalanması söz konusu değil. Bir üretici, tüketicileri bu sektörde
“çok sahtekarlık olduğu”nu belirterek uyarıyor.
Haberde skor levhası tutulmaz
Övgülerin dile getirilmesi kadar, hatalara dikkat çekilmesinin de mesleki bir dayanışma aracı olduğuna inanmışımdır. O yüzden de Oray Eğin, referandumda ‘evet’ mührü kullanılmasını ilk kez Ayşe Arman’ın yazdığını kaleme alınca küçük bir uyarıda bulundum. ‘Evet’ mührü kullanılmasının yaratacağı kafa karışıklığını ilk kez Vatan Gazetesi 6 Ağustos’ta duyurmuş, bir gün sonra da Güngör Mengi konuyu köşesinde yazmıştı. Eğin, Akşam’daki köşesinde bu uyarımdan
söz ederek “ilk olmadığı” düzeltmesi yaparken, kendi tezini de yineledi:
“Günümüzde artık neyin söylendiği değil, kimin söylediği önem taşıyor. Başkaları da önce davranmış olmasına rağmen bu haber Ayşe Arman tarafından yazıldığı için gündemin birinci sırasına oturdu.”
Sit-com gazeteciliği ile ilgili görüşleri bir yana Eğin’in bu konuyla ilgili değerlendirmesine katılıyorum. Gerçekten kamuoyu ilgisi, Ayşe Arman’ın bu konuyu
Hürriyet’te yazmasıyla birlikte uyandı. Ancak bunlar olup biterken Hürriyet’in YSK tercih mühürleri kullanılması kararı ile ilgili haberinde de aynı yanlış tekrarlandı. 15 Ağustos’taki bu haberde “evet mührü konusunu ilk olarak Ayşe Arman’ın dile getirdiği” yazıldı. Bu durumda o haberi de düzeltmek
farz oldu. Bir daha belirteyim; Arman’ın yazısı ilk değildi ama en etkili olanıydı.