Bu başlığı eleştiren Kaan Gürdal adlı okur, “Bir de alkışlasaydınız bari” diye yazdı. Gürdal, bu başlığın altı kişiyi öldüren bir katili masum gösterdiğini düşünüyordu:
“Üç yıldır süren bir kavga olduğu belli iken meseleyi katilin kızının duvarına işenmesi meselesine dönüştürmek, oradan da ‘kızını savunan bir zavallı’ üretmek hakikaten çok başarılı bir gazetecilik olmuş. Okuyanların da bu adamın haline üzülüp öldürmekte haklıymış demelerini mi bekliyorsunuz?”
Bu denli sert bir eleştiri gelince dışarıdan bir “göz”ün yardımına ihtiyaç duydum. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Prof. Dr. Çiler Dursun’dan “Kızı için canavarlaştı” başlığını değerlendirmesini istedim. Dursun, şiddet ve cinayet haberlerinin şiddeti özendirici etkisi bağlamında yaklaştı soruna: “Cinayet haberlerinin mutlaka katil(ler)e yön veren bir neden-sonuç bağıntısı içine yerleştirilmeleri, izleyici/okur için anlaşılması ve kabul edilmesi zor olan bir hareketin meşrulaştırımına yol açmaktadır.
Eskişehir’de altı kişiyi öldüren katil zanlısı ile ilgili haberde de başlıktan itibaren cinayetler ‘duvara yapılan çiş’e bağlandığı ölçüde benzeri bir sonuç belirmektedir. Cinayetlerin, katil zanlısının ve ailesinin benliklerine yönelik açık bir saldırganlığın sonucu olduğunu iddia eden ve yine onun tarafından dile getirilmiş bir nedenin manşete taşınması,
haber öyküsünün bütününde buna yaslanılması, cinayetlerin art alanında katil zanlısının hazırlıklarının ayrıntılı bir biçimde verilmesi, bu konularla ilgili birçok araştırmaya göre izleyici/okurda saldırgan davranışlar açısından orta ve uzun vadede uyarıcı olabilmektedir.
Bununla birlikte, şiddet gösteriminin yaygınlaşmasında, toplumsal yaşam koşullarından kaynaklanan daha köklü ve derin bağıntılara bakmak gerekliliği her zaman vardır ve önceliklidir.”
Dursun’un dikkat çektiği, “cinayet haberlerinin neden sonuç bağıntısı içine yerleştirilmesi” olgusundan devam edelim. Biz gazeteciler, cinayet haberlerini verirken o olayın nedenini anlatmaktan kaçınabilir miyiz? Hayır! Çünkü bir cinayetin nedeni haberin asli unsurlarından biridir. Nedenlerini vermemek, o öyküyü eksik anlatmak sonucunu doğurur. Gazetecilerin bir cinayetin nedenini kurcalaması, cinayete yol açan gelişmeleri açığa çıkarmaya çalışması, faillerin kimlikleri üzerinde yoğunlaşması son derece doğaldır. Olayı anlayabilmek için bu düğümü çözebilmek önemlidir.
Fakat polis muhabiri, anlama çabası harcarken duygularını işine karıştırmaz. Olayı, meydana geliş şeklini, nedenlerini, faillerini yani bütün ayrıntıları öğrenir; bunları haklı görmeye çalışmadan dışarıdan bir gözlemci havasında okura anlatır. Ama bir olayın yazımı ve okurlara aktarılma biçimi, en az haber unsurlarının eksiksiz öğrenilmesi kadar önemlidir. Örgüsü doğru anlaşılan bir olayın anlatımında ölçü tutturulamadığında haber, aniden cinayeti haklı gösteren bir şekle dönüşebilir. “Kızı için canavarlaştı” başlığında da uzun bir zaman dilimi içerisinde tasarlanarak işlenen altı cinayetin nedenini anlama ve anlatma çabası söz konusu.
Bir yandan “canavarlaşma” tanımı yapılarak, zanlının yaptığının olumsuz bir eylem olduğunun altı çiziliyor. Ancak öbür yandan bu olumsuz halin nedeninin “kızı için” olduğunu söylemek, o olumsuzluğa bir gerekçe kazandırıveriyor. İster istemez bir meşruiyet havası doğuyor.
İnsan başlığı okuyunca ister istemez şöyle anlıyor: Adamın kızına bir saldırı ya da ona benzer bir girişim olmuş, adam da o an çılgına dönüp kızını savunurken altı kişiyi öldürmüş! Halbuki öyle bir şey yok. Zanlının ifadesinde geçen “Kızımın duvarına işediler ve cinsel organlarını gösterdiler” cümlesi var. Bir kavgada iki tarafın farklı cephelerden bakması, farklı iddialarda bulunması kaçınılmaz. Nitekim İhsan Doğu’nun “kızının evinin duvarına işedikleri” iddiasını, cinayetlere maruz kalan Toprak Ailesi ertesi günkü Hürriyet’te yalanladı. Yani canavarlaşmanın nedeni olduğu söylenen olayın gerçek olup olmadığı da tartışmalı hale geldi.
Kaldı ki, böyle bir “duvara işeme” meselesi cinayet gerekçesi olamaz. Cinayetlerin hiçbir meşru, haklı nedeni yoktur.
10 Kasım Hürriyet’indeki Türk bayrağıMargot Bormann adlı okurumuzu dikkatinden ötürü kutlamak gerek. 10 Kasım’da gönderdiği elektronik postada, Hürriyet’in birinci sayfasında yer alan Türk bayrağı ile ilgili bir eleştiri yöneltti: “Bugünkü nüshanızın ana sayfasındaki Türk bayrağının, her 10 Kasım’da olduğu gibi yarıya indirilmemiş şekliyle basıldığını üzülerek gördüm. Bu konudaki hassasiyetinizi bildiğim için bunun basit bir baskı hatası olduğuna inanmak istiyorum.”
Açık söylemek gerekirse, Hürriyet’te böyle bir 10 Kasım geleneği olduğunu bilmiyordum. Arşive girip baktım. Okurumuz Bormann haklıydı, Hürriyet’te her 10 Kasım günü
Atatürk’ün anısına saygı olarak birinci sayfadaki bayrağın yarıya indirilmesi geleneği vardı. Ama bu gelenek bu yıl terk edilmemişti. Görebildiğim kadarıyla en son 1996 yılının 10 Kasım’ında uygulanmış, sonra bırakılmıştı. Hatırlanacağı gibi, 10 Kasım’lar, 1988’den itibaren “ulusal yas günü” olmaktan çıkarıldı. O yıldan itibaren gazeteler, 10 Kasım’larda okurun karşısına siyah logo ile çıkmaktan vazgeçtiler.
Hürriyet’in, logonun kenarındaki bayrağın her 10 Kasım’da yarıya indirilmesi uygulamasını terk etmesi de bu genel kararın devamı niteliğindeydi. İlan edilmesine gerek duyulmamıştı; ama görüldüğü gibi dikkatli okurlar, yıllar geçse de arayıp nedenini sorabiliyorlar.
Saygı duruşundaki boyacı çocukZonguldak’ta, 10 Kasım’da çekilen bir fotoğraf bu 10 Kasım’ın unutulmazları arasına girdi. DHA’dan Durmuş Sandık’ın çektiği fotoğrafta, ayakkabı boyacısı bir çocuk, müşterisi ile birlikte Atatürk’e saygı duruşunda bulunuyordu. Fotoğraf o kadar büyük ilgi gördü ki, Zonguldak Valisi de boyacı çocuğu makamına çağırarak, okul masraflarını üstlenme sözü verdi.
Hürriyet’te 12 Kasım tarihinde çıkan, “Atatürk bizim için onca savaşa girmiş bu yüzden ayağa kalktım” başlıklı haberde boyacı çocuk Aykut Keskin ile yapılmış bir söyleşi yer alıyordu. Bu habere okurumuz İdil Engindeniz’den itiraz geldi:
“Haberde Aykut Keskin tanıtılırken ‘Roman bir ailenin iki çocuğundan biri olan’ ifadesi kullanılmış. Aşırı bir hassasiyet gibi görünebilir belki ama Roman yerine Türk, Kürt, Ermeni vb. ifadeleri koyarak okuduğunuzda herhalde yaklaşımdaki sorun daha açıkça görülebilecektir.”
Engindeniz, Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’ndeki “kimlik ve özel durum” ile ilgili maddeye de atıfta bulunmuş. Bu maddede özetle “Açık kamu yararı olmadıkça ve olayla doğrudan ilgisi, bağlantısı bulunmadıkça, bir insanın davranışı veya işlediği suç, onun ırkına, milliyetine, dinine, cinsiyetine, cinsel eğilimine, hastalığına veya fiziksel, zihinsel özürlü olup olmamasına dayandırılmamalıdır” deniyor.
Ancak ben Okur Temsilcisi olarak Engindeniz’in eleştirisine katılamıyorum. Çünkü kendisinin atıfta bulunduğu gazetecilik ilkesi, asıl olarak bir kişinin davranışının ya da suçunun onun ırkına, milliyetine, cinsel eğilimine, cinsiyetine mal edilmesini yasaklıyor. Oysa eleştiriye konu olan boyacı çocuk haberinde bir yanlışlıktan, bir suçtan değil, tam tersine bir olumlu davranıştan söz ediliyor.
Kaldı ki haberde, Aykut Keskin’in portresi çiziliyordu. Roman olması onun kimliğinin bir parçası. Bu açıdan da verilmesinde bence bir sakınca yoktu.