Gerçeği söylemeyen kınamalar

1dk okuma

Kınamalarla teselli olacak noktayı çoktan aştık. Kaldı ki, arkadaşımız Ahmet Hakan’ın öldüresiye dövülmesiyle ilgili olarak Hükümet ve AKP’den gelen açıklamalar da (beklendiği gibi) basın ve ifade özgürlüğü adına umut verici olmaktan çok uzak. Görüntüyü kurtarmaya bile yetmiyor kınamaları.

Haberin Devamı

Başbakan Davutoğlu’nun gazetecilerin bir sorusu üzerine yaptığı açıklamaya bakalım. Ahmet Hakan’a yönelik organize saldırıyı kınamış, “Kabul edilemez” demiş. Ama hemen ardından “medya ortamı ve gerilim” ile ilgili bir soruyu yanıtlarken “Gerilimleri düşürmek herkesin ortak görevidir. Bir gerilim varsa iki taraflı var demektir” diye eklemiş.
Hem saldırıyı kınayacaksınız, hem de medya ortamındaki gerilimi iki tarafın yarattığını iddia edeceksiniz. Bu tavır, saldırı için yaratılan zemine kol kanat germek değil midir?
Diplomatik, politik ifadeler kullanmak, lafı dolandırmak biz gazetecilere yakışmaz. Açıkça söylemek lazım. Medya ortamında bir gerginlikten söz ediliyorsa, bunun sorumlusu medya değil doğrudan siyasi iktidardır. Bugün Türkiye’de siyasi iktidarın, sözcülerinin, medyasının ve trollerinin bağımsız ve eleştirel medyaya saldırısı var. Gerginliğin nedeni bu.
Bu iktidar, işbaşına geldiği günden itibaren medyaya karşı bir savaş yürüttü.
Hürriyet ve Doğan Grubuna yönelik iktidar odaklı baskılar, zorlamalar, suçlamalar da yeni başlamadı. Bu grup, yıllardır iktidarın nişan tahtası konumunda. Tayyip Erdoğan’ın sadece meydanlarda, kürsülerde yönelttiği suçlamaları, damgalamaları, hakaretamiz ifadeleri toplasak kalın bir kitap olur. Erdoğan, Cumhurbaşkanı olduktan sonra da bu tutumundan vazgeçmedi. Son günlerde Hürriyet ve Doğan Grubu’na yönelik ağır suçlamaların kaynağı da bizzat Erdoğan’ın konuşmaları.
Dikkat edilirse Erdoğan, Hürriyet binasına yönelik taşlı sopalı saldırıdan sonra ne üzüntü dile getirdi ne de kınadı. Ahmet Hakan’a saldırı hakkında da aradan dört gün geçtikten sonra, o da gazetecilerin sorusu üzerine konuştu. Orada da “olayı tasvip etmediğini” söylemekle birlikte yine saldırıya uğrayan Ahmet Hakan ve Doğan Grubu’na dolaylı suçlamalar yöneltmekten vazgeçmedi.
Durum bu. Bizzat siyasi iktidardan beslenen, basın ve ifade özgürlüğünü hedef alan bir baskı ortamında gazetecilik yapıyoruz. Yarın öbürgün yeni saldırılar da olabilir, maalesef böyle bir tehlike mevcut.
Bu baskılarla mücadelenin yolu eleştirel, sorgulayıcı ve bağımsız gazetecilikten hiçbir şekilde ödün vermemekten geçiyor. Siyasetçilerle kavgaya girmeyen ama geri adım da atmayan bir gazetecilik gerekli. Hürriyet,
Erdoğan ve Davutoğlu’nun söylevlerini çarşaf çarşaf yayınlayıp, iktidar sözcülüğü yapan yayın organlarından farklı bir gazete okumanın keyfini her gün yaşatmalı okurlarına. Korkmadığını, saldırıların yıldıramadığını her satırında, her köşesinde okuruna hissettirmeli.

Etkisiz hale getirildi

Bunca acı olaydan ve deneyimden sonra Türkiye’nin terörle mücadele ve Kürt sorunu konusunda 1990’lara dönmesi, aynı kısır döngüye girmekten başka sonuç vermez. Şiddet ve terör o zaman da çözüm getirmemişti, yine getirmeyecek.
1990’lara yeniden dönülmemesi için sadece devlet yöneticilerine ve siyasetçilere değil, medyaya da büyük görev düşüyor. Medyanın görevlerinin başında, o yıllardaki dil ve yayıncılık anlayışına dönmemek geliyor.
Savaşı ve şiddeti savunmak yerine, barış gazeteciliği yapmanın önemini daha önce vurgulamıştım. Bugün de medyanın savaş diline teslim olmasının sakıncasına değinmek istiyorum. 1990’larda, operasyonlarda öldürülen PKK’lıların sayısı konusunda abartılı rakamlar ortaya atılırdı. Genellikle güvenlik birimlerine ve istihbarat kuruluşlarına dayandırılan bu haberlerin doğruluğunu teyid etmek de mümkün olamazdı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, operasyonlarda “2 bini aşkın teröristin öldürüldüğünü” söylemesinin ardından yine o yıllara döndük. Medyada öldürülen PKK’lılar konusunda hergün farklı ve büyük rakamlar ortaya atılıyor.
20 Eylül’de Hürriyet’te çıkan “60 PKK’lı öldü” başlıklı haberde, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne bağlı uçakların Kuzey Irak’taki hava harekatında “en az 55-60 teröristin etkisiz hale getirildiği” yazılmıştı. Bu bilgi, “güvenlik kaynakları”na dayandırılıyordu.
Resmi bir açıklama yoktu ama garip şekilde aynı haber, o gün altı gazetede daha vardı. Belli ki, haber tek merkezden yayılmıştı. Öldürülen PKK’lı sayısını, Sabah 60, Yeni Şafak 55-60, Milliyet ve Habertürk “en az 60”, Akşam ve Star Tunceli’deki operasyonu da ekleyerek, “100’e yakın” ve “95” olarak veriyordu.
Güvenlik birimleri, psikolojik harp yöntemi olarak öldürülen PKK’lıların sayısını abartılı duyurma ihtiyacı duyuyor olabilir. Siyasiler, “Terörün belini kırdık” türünden nutuklar atmakta kendileri açısından yarar görebilir. Ama biz gazeteciyiz, işimiz gerçeği aktarmak. Savaş dili kullanarak gerçekliği şüpheli bilgiyi yaymak, en başta terörle mücadeleye ve barışa zarar verir.
Kaldı ki, güvenlik birimleri eğer bu sayıların doğru olduğundan eminse, resmi açıklama yapabilir. Biz de o açıklamayı yayınlarız ama öyle olunca (Genelkurmay’ın 25 ve 29 Eylül’deki açıklamalarında olduğu gibi) haberdeki bilgilerin sorumluluğu açıklamayı yapan güvenlik biriminin olur. “Güvenlik kaynakları” ya da “istihbarat birimleri”ne dayanarak haber yaptığımızda ise tüm bilgilerin sorumluluğu gazetecinin olur. Neden biz gazeteciler, güvenlik birimleri adına sorumluluk üstlenip, psikolojik harbin unsuru haline gelelim ki?
Ayrıca gazetecilerin, güvenlik birimlerinin kullandığı jargona da teslim olmaması gerek. 90’larda öldürülen PKK’lılar için “ölü ele geçirildi” denirdi; bakıyorum artık bunun yerini “etkisiz hale getirildi” aldı. Bu tam bir Türkçe garabeti, hem de psikolojik harbin dilinin günümüze uyarlanmış hali...

Okurdan kısa kısa
Bülent Özel: Manşet altındaki spot şöyle: “Geçen yıl 17 maçta 9 puan kaptıran sarı kırmızılılar sahasında 49 puan topladı.” Burada bir matematik hatası var, kaybedilen puan 9 ise toplanan puanın 42 olması gerekir. (26 Eylül)
Not: Okur haklı. Puan, haberin içinde doğru hesaplanmıştı.
Ayhan Yükseler: 29 Eylül’deki “Kağıthane’de kaydedildi İspanya’da basıldı” haberinizde grubun 1965’te katıldığı, Hürriyet gazetesinin düzenlediği yarışma “Altın Kelebek” olarak yazılmış “Altın Mikrofon” olması gerekiyordu.
Oktay Aksoy: Ankara ekinde Çin’de bulduğu Ankara kedilerini sahiplenen Büyükelçi Metin Kılıç haberini ilgi ile okudum. Kedi dostu Büyükelçi, “Kırgızistan’ın Türkiye Büyükelçisi” olarak takdim edilmişti ama gerçekte “Türkiye’nin Kırgızistan Büyükelçisi.” Bişkek’te görev yapıyor.(25 Eylül)
Semih Kalkanoğlu: “Mülteci Longozu” haberi, haber niteliğinden ziyade “ihbar” niteliği taşıyor. Bu zavallı insanlar kendilerini Avrupa’ya, güvenliğe, özgürlüğe atacak küçük bir kapı bulmuşlar. Hürriyet bu yayınıyla bu kapının da kapatılmasını sağlamış olacak. (27 Eylül)
Ali Tartanoğlu: “Sakız parasını bile not ettim” haberinde bütçe yönetimi yoluyla köyüne su deposu, kültür evi yaptıran kişi anlatılıyor. Ama köyün adını iyi gizlemişsiniz. Bisikletle gittiği kasabanın adını da göremedim. (28 Eylül)
İbrahim Saracoğlu: “Tabelayı asan da hesap verecek olan da benim” başlıklı haberde Binali Yıldırım için “İzmir 1.Bölge 1.sıra milletvekili” denilmiş. Binali Yıldırım, milletvekili değil, milletvekili adayı. (29 Eylül)



Haberle ilgili daha fazlası: