Sanırım bu tespite itiraz edecek gazeteci pek yoktur. Her gazeteci, haberciliğin pahalı, meşakkatli ve kimi zaman riskli bir iş olduğunu bilir. Bunca maliyet ve zorlukla üretilen içeriğin, üretim sürecine katkısı olmayan birileri tarafından çalınmasına hiçbir gazetecinin gönlü elvermez. Ama internet medyasında içerik üretmeyen haber siteleri türedi. Gazetelerin ürettikleri haberleri aynen almakla kalmıyor, çeşitli gazetelerin yazarlarından kendilerine yazar portföyü bile oluşturuyorlar. Oradan buradan araklamalarla götürüyorlar işi. Elbette internet medyasının tümünün böyle çalıştığı söylenemez, içerik üreten siteler de var.
Aynı şekilde bazı televizyonlar da gazetelerin birinci sayfalarının neredeyse tamamını okumayı alışkanlık haline getirdi. Köşe yazılarını okuyorlar, haberleri de kendi haberleri gibi yayımlıyorlar. Bu gerçekten “Fikir ve emek hırsızlığı”. Deklarasyonda isyan edilen de bu durumun artık olağanlaşmaya başlamasıydı. İçeriklerin çalınması yaygınlaşmış, tirajları da etkileyecek boyutlara ulaşmıştı.
Yöntem sorunu
Asıl tartışma yaratan deklarasyondaki bu durum tespiti değil, sorunun çözümü için ilan edilen yöntem oldu; “Ürettiğimiz materyallerin hiçbir şekil ve hacimde kullanılmasına izin vermeyeceğiz. Hiçbir televizyon kanalı ve haber portalı, gazetelerin içeriklerini kaynak göstererek dahi kullanamayacaklardır.”
Metni değerlendiren okurlarımızdan Can Cengiz de, “Biliyorum ki habercilik adına içerik hırsızlığı yapanlar oluyor. Buna karşı durmanızı anlayışla karşılarım. Ama ‘Kaynak belirterek de kimsenin kullanmasına izin vermeyeceğiz’ dediğiniz zaman verdiğiniz tepki bunları aşıyor” diye yazdı. Doğrusunu söylemek gerekirse, metnin bu bölümü bana da gerçekçi ve uygulanabilir gelmedi. Ama belki böylesine provokatif unsurlar içermese deklarasyon bu etkiyi yapmazdı.
Bağımsız gazetecilik
Şimdi internet medyası ve gazetelerin, çıkan tartışmaların ışığında kendilerini gözden geçirmeleri zorunluluğu doğdu. Taraflar, haberlerin nasıl alıntılanacağı konusunda farklı görüşler savunabilir. Zira gazeteler de birbirlerinden, internet siteleri ve televizyonlardan alıntı yapıyorlar. “Hiç alıntı yapılmasın” demek gazeteciliğin doğasına aykırı. O nedenle alıntıların, mesleki, etik ve yasal kurallara uygun şekilde, çalıntıya dönüştürülmeden yapılmasını sağlamak gerek.
Ancak köşe yazıları, fotoğraf, karikatür, özel söyleşi ve en önemlisi de gazetelerin birinci sayfalarının görüntülerinin “aynen” yayımlanmasının alıntı sayılamayacağı tartışma götürmeyecek kadar açık. Bu ürünlerin aynen alınması Telif Hakları Yasası’ndaki “iktibas” hükmüne göre de yasak. İnternet siteleri ve televizyonların öncelikle bu tür içerikleri almaktan vazgeçmeleri gerek. Tabii gazetelerin internet siteleri de başka siteler ve televizyonlardan böyle içerikleri almayı bırakmalı.
Nitekim bildiğim kadarıyla Hürriyet, mücadelesine bu noktadan başlayacak; sayfa görüntüleri, köşe yazıları, fotoğraf, karikatür ve özel söyleşileri aynen alıp yayınlanan internet sitelerini isim isim belirleyip uyaracak. Uyarının gereği yerine getirilmezse hukuk yoluna başvurulacak.
İnanıyorum, davalara gerek kalmadan, konuşarak, müzakere ederek aklıselim
bulunacak; künyesi bile olmayan korsan internet siteleri dışında kalan ciddi haber portalları, yeni döneme kendini uyarlayacak. “Çocukluk hastalıkları”ndan kurtulan dijital medya, bir de haber merkezlerini kurup, özel haberler üretmeye başladığı zaman gazeteleri zorlayacak. Ne de olsa bağımsız gazetecilik konusunda çok daha avantajlı konumdalar.
Barzani mutlu oldu ama
AKP Kongresinde, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani için “Türkiye seninle gurur duyuyor” sloganları atıldığı haberleri neredeyse bütün televizyonlar ve gazetelerin ortak haberiydi.
Hürriyet’in 1 Ekim günü çıkan kongre haberlerinden birine de “Barzani’ye kongre sloganı: Türkiye seninle gurur duyuyor” başlığı atılmıştı. Oysa bu doğru değildi.
Daha önce defalarca yazdım, gazetecilik şüphecilik gerektiren bir meslektir. Salondaki gazetecilerin çoğu ve hatta Barzani bile o sloganın kendisi için haykırıldığını zannederken, Kanal D ekibi şüphelendi. Adı anons edildiğinde cılız bir alkışla tepki veren AKP’li delege ve izleyiciler, Barzani ile neden gurur duysun? Olacak iş değildi!
Kanal D ekibi, işte bu şüphenin peşine düştü, kongre görüntülerini tek tek taradı. Sonunda aradıklarını buldular, o sloganın muhatabı Barzani değil, Erdoğan’dı. Kıyafetini değiştirmeye giden Erdoğan, tam Barzani kürsüye çıktığı sırada salona dönmüş, tribünlerin önünden geçerken onu gören AKP’liler, alkışlamaya, slogan atmaya başlamıştı. Görüntülerde her şey açıkça görünüyordu. Pazartesi akşamı Kanal D’de yayımlandı bu haber.
Fakat ne Hürriyet, ne de diğer gazete ve televizyonlar düzeltti yanlışı. Gazetecilikte ne kadar kaçınırsanız kaçının doğası gereği yanlış yapılabilir. Önemli olan yanlışı düzeltmekten gocunmamak...
Okurdan kısa kısa
Barış Köroğlu: “Halep oradaysa Türkiye burada” manşetinizin amacı savaş çığırtkanlığı değil de nedir? Bu toplumu gaza getirici bir manşet değil midir?
Türkiye’nin Suriye’yi bombalaması bir haberdir ama bu haberi “Halep oradaysa Türkiye burada” ya indirmek gazeteciliğe yakışmaz. Daha sakin, daha toplumu gaza getirmeyecek başlıkları tercih etmelisiniz.
Nezih Akkutay: 30 Eylül tarihli Hürriyet (İzmir baskısı) 40 sayfa. Kaba hesap 25,5 sayfası reklam. İnce hesap 27 olur herhalde. Biraz fazla değil mi?
M. Akif Nuray: “Kışın bu eldiven ile konuşucaz” şeklindeki yoz başlığı görmemek kaygısızlığı nedeniyle editörünüzü uygarca eleştiriyorum. Yazılı basının devamı için ilginize sunarım.
Çiğdem Tezcanlı: Galiba (1 Ekim’de) “Kızılay Başkanı’ndan tuhaf tespit” başlığını atan her kimse, haberi okumamış. Çünkü o tuhaf sözleri söyleyen Kızılay Başkanı değil, Kızılay Genel Müdürü!
Talat Taşdemir: Vurdu-kırdı haberlerinde isimlerin kodlanmasındaki kargaşayı yazmıştınız. Haklıymışsınız, 3 Ekim’de “Yoldaş kurşunu” haberinde herkesin gözü önünde birini vurup öldüren kişiyi Nurettin B. olarak vermişsiniz. Soyadının gizlenmesinin gerekçesini anlayamadım. Böyle biri niye korunur ki?
Rafael Sigura: 5 Ekim tarihli Hürriyet’te “İyi ki doğdun James Bond 007” yazısını zevkle okudum. İstanbul’da iki Bond filmi çekildiğini yazmışsınız. Gerçekte İstanbul’da çekilen Bond filmi üçtür. 1999 yapımı “The World Is Not Enough” filminin bazı bölümleri Boğaz kıyıları ve Kız Kulesi’nde çekilmiştir.
Ali Efe Dalkılıç: Beşiktaş’ın, Anadolu Efes maçında 13 saniye boyunca 4 yabancı ile oynadığı, bunun fark edilmediği, itiraz edilirse Beşiktaş’ın hükmen yenik sayılacağı haberi yapılmış. 1 Ekim’deki bu haber yanlış! Basketbolda, bir takımın dört yabancı ile oynadığı tespit edilirse fazla oyuncu çıkarılır ve takımın koçu teknik faulle cezalandırılır. Hükmen mağlubiyet söz konusu değildir.