Ahmet Sever’in, başdanışmanlık günlerini anlattığı “Abdullah Gül ile 12 yıl” kitabında, o dönem Başbakanlık Sözcüsü olan Akif Beki’nin, akreditasyon yasağı konulan gazetecilerin, Cumhurbaşkanlığı’na da alınmamasını istediğini yazdı.
Sever’in iddiası, Hürriyet’i de yakından ilgilendiriyor. Zira o günlerde akreditasyon yasağı getirilen yedi gazeteciden ikisi Hürriyet muhabiriydi. O nedenle bu iddiayı, Akif Beki’ye sordum. Kesin bir dille yalanladı. “Öyle bir girişimde bulunsam Ahmet Sever’i arardım ve o bile bunu iddia edemiyor. Bu haliyle iddiası, yalanlamaya bile değmeyecek kadar anlamsız ve saçma” dedi. İddianın muhatabı bunu söyledikten sonra başkasına yorum yapmak düşmez.
Ama Beki, hâlâ akreditasyon yasaklarının doğru olduğu kanısında. Gazetedeki yazısında da savundu bunu. “Genelkurmay, kurumsal akreditasyon uyguladı. Her zaman karşı çıktım. Amerikan tarzı, açık ve şeffaf kriterlere dayalı bireysel akreditasyon modelini esas aldım.” Madem Beki, yasağı savunan bir yazı yazdı. Bu yaklaşımı veriler üzerinden tartışmak, zihin açıcı olacak.
Öncelikle belirteyim, Beki “kurumsal akreditasyonlar” konusunda haklı. Genelkurmay’ın akreditasyonları, düzenleme değil engelleme amacı taşıyordu.
Beki’nin savunduğu ve uyguladığı “bireysel akreditasyon modeli”ne bakalım. “Amerikan tarzı”nın zirvesi Beyaz Saray olsa gerek. Beyaz Saray’da akredite olmak isteyen bir muhabirin önce Kongre giriş kartı alması gerekiyor. Kongre’nin Senato kanadındaki Muhabirler Komitesi’nin akredite etmesi için o muhabirin, bağımsız bir yayın kuruluşunda çalıştığını kanıtlaması yeterli.
Kongre giriş kartı olanlar, Beyaz Saray’a akreditasyon başvurusunda güvenlik incelemesinden geçiriliyor. Gizli Servis, muhabirleri güvenlik kontrolünden geçiriyor ama reddedilme istisnai bir durum. Sadece geçmişinde Başkan’ın güvenliği açısından risk oluşturabilecek eylemler olan gazetecinin isteği reddediliyor. Akreditasyonlar da her yıl ilave inceleme olmaksızın yenileniyor. İptali de yine sadece güvenlik gerekçesiyle olabiliyor.
Haber ya da soru nedeniyle akreditasyon iptali örneği yok. “Yönetim hangi gazetecinin nitelikli olduğuna karar veriyormuş gibi görünmek istemediği için, bir muhabirin haberciliğinin kalitesi veya davranışları yüzünden akreditasyonunun askıya alınması hiç duyulmamış.”(*) Görüldüğü gibi, Amerika’daki uygulamanın Beki’nin savunduğu model ile ilgisi yok.
En önemli fark da Beki’nin, “Başbakanlık’taki otorite”nin, “haberinin kalitesi ve gazetecinin etik davranışlarıyla ilgili nedenlerle akreditasyonu iptal etme hakkı ve yetkisi olduğunu” savunması.
Oysa politikacı ve bürokratlara, bir gazetecinin haberini cezalandırma ya da ödüllendirme hakkı tanımak, gazeteci ile bürokrasi arasında hiyerarşik bir ilişki kurulmasına neden olur. Bu da kötü, yalan ya da yanlış haber değil, “istenmeyen haber” yazanın cezalandırılmasına kapı açar. Nitekim Başbakanlık’taki yasakların nedeni de yanlış değil, istenmeyen haberler ve sorulardı.
Bazen doğru haberleri bile yalanladıklarını, Beki bir söyleşide kabul etmişti.(**) Doğru haberleri bile yalanlayan Başbakanlığın, akreditasyonu iptal edilenlerin haberlerinin yanlışlığını gerekçe göstermesi ne kadar güvenilir?
(*) foreignpolicy.com/2010/06/07/can-the-white-house-revoke-a-reporters-credentials
(**) http://www.zaman.com.tr/roportaj_akif-beki-gercegi-tamamen-soylememis-olabilirim-ama-asla-yalan-soylemedim-1_822784.html
Açık ve şeffaf kriterler
“BAŞBAKANLIK Akreditasyon Esasları”nı bulamadım. Ama sanırım Beki’nin kastettiği “açık ve şeffaf akreditasyon kriterleri”ni şöyle sıralamak mümkün:
“En az 3 yıllık sarı basın kartı, devamlılık, çalışma usul ve koşullarına uymak, haberlerinde Basın Meslek İlkeleri ve bu ilkeler çerçevesinde bilgilendirme/doğrulatma kurallarına riayet etmek.”
Bir gazeteciye devam zorunluluğu getirmenin, çalışma usulü belirlemenin garipliğini bir yana bırakalım. Bu kriterlerin uygulandığı bile şüpheli.
Zira akreditasyonu yenilenmeyen yedi gazeteciden biri olan Hürriyet’in deneyimli muhabiri Turan Yılmaz için bir gerekçe söylenmedi. Ne bir haberinin yanlışlığı iddia edilebildi ne de başkaca bir etik ihlali öne sürülebildi. Yılmaz, Erdoğan’ı Refah Partisi günlerinden beri yakından izleyen bir gazeteciydi.
Yasaklanan foto muhabiri Hasan Tüfekçi için ise “İftar vaktinde Allaha emanet” haberinin “yanlış” olduğu gerekçe gösterildi. 3 Ekim 2007’de Hürriyet’in manşetinde yer alan bu haber, 41 kare fotoğrafa dayanıyordu. Başbakanlık önündeki koruma polislerinin iftar vaktinde beş dakika süreyle görev yerlerini bırakıp iftara gittiğini, sadece şeref kapısı önündeki iki resmi polis ile bir sivil polisin yerinde kaldığını gösteriyordu. Aslında Tüfekçi’ye teşekkür edilmesi gerekirdi; zira koruma zafiyetine dikkat çekiyordu.
Ama öyle olmadı; Başkanlık o zaman bu haberi yalanladı. Güvenlik kamerası görüntüleri dağıtıldı ve o gün görevli polislerin listesi verildi. Oysa zaten sorun da buydu; görevli polislerin yerlerinde olmaması. Ayrıca güvenlik kamerası görüntüsü haberi yalanlamıyordu; gündüzleri onlarca polisle dolu olan Başbakanlığın önünün iftar vaktinde ne denli boş olduğu görülüyordu.(*)
Kanal D’nin o gün çektiği görüntülerin ham halini de izledim. Tüfekçi’nin fotoğrafları ile örtüşüyordu. Demek ki, akreditasyon yasaklarının gerçek nedeni “açık” olmayan başka kriterlerdi...
(*) http://www.hurriyet.com.tr/gundem/7418512.asp
OKURDAN KISA KISA
Oktay Aksoy: Bugünkü (15 Haziran) Hürriyet’in ekonomi sayfasında “Almanya’ya laminat dampingi” haberini lütfen okuyun. Ne olmuş, kim kime damping yapıyor anlayabiliyorsanız aşkolsun! Bize de sabır demek düşüyor.
Furkan Kırkıcı: “Ankara’da hayalet tıp fakültesi” başlığıyla yapılan haberde kullanılan okul görseli, Purdue University’ye aittir. Bu okul 1800’lü yılların başından beri ABD’dedir ve Türkiye’ye taşınmaya niyeti yoktur. (12 Haziran)
Nezih Akkutay: Spordaki “İşte Baba’nın spor vasiyeti” başlıklı yazıya göre, Demirel gizli Beşiktaşlıymış. Aynı gün Beşiktaş Kulübü’nün vefat ilanı vardı. “14683 sicil numaralı kongre üyemiz Süleyman Demirel” diyordu. Gizliliği mi kalmış? (18 Haziran)
Başak ...: 19 Haziran’da Hürriyet Bursa’nın “Bir tweet attı İznik karıştı” haberi, yazar Dücane Cündioğlu’nun tweet’ine dayanarak yazılmıştı. Oysa tarihi camiye lale desenli buzlu cam kapı takılmasını @carnafauna adıyla, 15 Haziran’da Twitter’da paylaşmıştım, fotoğraf da medyaya oradan yayıldı.
Bünyamin Yüksel: Hürriyet internette “Oku” dedirten iki haber başlığı; “Genç kadın böyle bulundu!” Okumak için 22 tık gerek. 2-3 cümlelik bir haber! “Sınırda gergin anlar! Asker ile IŞİD karşı karşıya!” Okumanın bedeli 41 tık.
Namık Altundağ: Sanat sayfaları en az spor sayfası kadar yer almalı. Ama hep reklamlarla kuşa dönüyor.