Gazeteciler devlet memuru kimliği taşıyabilir mi?

3dk okuma

GAZETECİLERE hizmet damgalı gri pasaport verilmesi yeni bir uygulama. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, bu düzenlemeyi başlatırken, yurtdışına sık çıkan gazetecilere vize kolaylığı sağlamayı amaçlıyordu.

Haberin Devamı

Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü de bir yönerge hazırlayarak, gazetecilere gri pasaport verilmesi kurallarını belirledi. Yurtdışına gidecek gazeteciler, “görev onayı”nı Basın Yayın’dan alacak ve pasaport işlemleri de orada yapılacak. Yurtdışı geziler için pasaport çıkarıp, görev sonrasında iade etmek ne kadar pratiktir emin olamadım.
Benim asıl itirazım, bir gazetecinin devlet görevlisi sayılmasına. Gri pasaport verilen gazeteciler, geçici de olsa “devlet memuru” statüsüne sokulmuş oluyor. Zira uygulamanın amacı, “gazetecilerin, Türkiye’nin yurtdışında tanıtımı ve kamu diplomasisi çalışmaları nedeniyle taşıdıkları önem dolayısıyla görevlerini etkin bir şekilde yerine getirebilmeleri” olarak tanımlanıyor. Bu pasaportu cebine koyup yurtdışına çıkan gazeteci, mesleki faaliyetlerinin yanı sıra “tanıtım ve kamu diplomasisi” ile ilgili bir misyon yüklenmiş oluyor! İyi mi?
Bu pasaportu taşıyan gazetecinin dışarıdan nasıl görüneceğini düşünün. Gittiği ülkedeki gazeteciler sormazlar mı? “Kardeşim sen devlet adına mı gazetecilik yapıyorsun?” diye. Ya gittiği ülkede görüştüğü haber kaynakları, o ülkenin devlet adamları? Onlar, bir gazeteci ile mi konuşacaklar, yoksa bir devlet görevlisi ile mi? Hele gazetecinin gittiği yer, çatışmalı bir bölge ise o pasaport, gazetecinin hayatını tehlikeye sokma riski taşımaz mı?
“Hizmet pasaportlu gazetecilik”, Türkiye’ye özgü bir “embedded gazetecilik” modeli bence. Malum, Irak savaşında ABD ordusu geliştirmişti bu “iliştirilmiş gazetecilik” tarzını. Bu pasaportlarla da Türkiye’de medya mensupları, başbakanın, bakanların, devlet adamlarının “iliştirilmiş gazetecileri” haline getiriliyor.
Bir gazeteci, gerekçesi ne olursa olsun devlet memuru kimliği taşıyamaz. Çünkü memurluk, gazeteciliğin özüne aykırı bir iş. Hem devletin pasaportunu taşıyıp, hem de devletin bir bakanını, bir görevlisini nasıl eleştireceksiniz? İliştirilmiş bir gazeteci olarak nasıl bağımsız gazetecilik yapacaksınız? Olacak iş değil.
Gazetecilik, devletin hiçbir biriminin müdahale etmemesi gereken bir alan. Bunun adı, gazetecilerin çalışma biçimini kolaylaştırmak da olsa her müdahale, basın özgürlüğüne zarar verir.  
Belki bu vesileyle Sarı Basın kartlarının devletin organizasyonu altında verilmesini de sorgulamak gerekli. İlgili komisyon, Basın Yayın şemsiyesi altında görev yapıyor, kimin gazeteci sayılacağının kurallarını da devlet belirliyor. Neden gazetecilik meslek örgütleri değil de Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü?
Medyanın basın kartından pasaportuna kadar her konuda devletten bağımsız olması gerekir. 1920’de “Matbuat ve İstihbarat Müdüriyeti Umumisi” olarak kurulan Basın Yayın’ın medya alanını devlet adına düzenlemeye çalışan bir kurum olmaya devam etmesi kabul edilemez. Devletçilikten bu alanda da vazgeçmenin zamanı geldi sanırım.  

Toplumsal hafıza ve medya

Haberin Devamı

Toplumsal hafızanın güçlü tutulmasında medyanın önemi tartışılmaz. Fakat bu rolün hakkını verebilmek için öncelikle medya kuruluşlarının belleğinin yerli yerinde olması gerek. Peki bir gazete, kendi geçmişiyle ilgili bellek kaybına uğramışsa toplumsal hafızayı diri tutma işlevini ne kadar yerine getirebilir? Bence biraz zor.
Ne yazık ki, Türkiye’nin ilk haber spikerlerinden biri Jülide Gülizar’ın yaşamını yitirmesiyle ilgili haberlerde böyle bir durum yaşandı. TRT’den emekli olduktan sonra çalıştığı gazete bile Gülizar’ın yıllarca o gazetede çalıştığını unuttu. O gazetedeki haberde, “Çok sayıda ajans ve yayın kuruluşunda çeşitli medya kuruluşlarında görev yaptı” denilip geçildi.
Gülizar ile ilgili bir yanlışlık da maalesef, Hürriyet’te oldu. 16 Mart’ta yayımlanan vefat ilanında harf hataları oldu. Bereket nadir yaşanan bir teknik nedenden kaynaklanan bu sorun, sadece Ege bölgesi baskılarındaydı. Diğer bölgelerde hatasız çıkmıştı ilan. Bu hatayı fark eden okurlarımızdan Özden Anıl, “Gülizar’ın yaşamı boyunca Türkçeyi doğru ve düzgün kullanma mücadelesi ve Türkçe dersleri verdiği”ne dikkati çekti. Haklıydı da. Jülide Gülizar gibi bir Türkçe savaşçısının ölüm ilanında Türkçe hatası yapılması ironik bir durumdu. Hürriyet İlan Servisi, ilanı veren Başkent Üniversitesi ile görüşerek ilanı yeniden yayımlamayı önerdi. Onlar da üzülmekle birlikte bir daha yayımlanmasına gerek görmediler.

Haberin Devamı

Kaparo ya da kapora üzerinden dil sorunu

Haberin Devamı

ANKARA Hürriyet’te çıkan “Kapora kapkaçı” başlıklı habere okurumuz Özhan Akçalı itiraz etmiş, sözcüğün “kaparo” olarak yazılması gerektiğini savunmuştu. Okurumuzun görüşüne önceki hafta bu köşede yer vermiştik. Bu kez de Ankara Hürriyet’teki arkadaşlar, kendi yazdıklarının doğru olduğunda ısrar ettiler. Bunun üzerine Türk Dil Kurumu’na başvurdum. TDK uzmanı Belgin Aksu, “kapora”nın doğru olduğu görüşündeydi:
“Doğru yazılışı ‘kapora’ biçimindedir. 2005 yılında yayımlanan Türkçe Sözlük’te de, Yazım Kılavuzu’nda da bu biçimde yer almaktadır. Her ne kadar İtalyancası ‘caparra’ biçiminde olsa da dilimizde yaygın olarak kullanılan yazılış ‘kapora’ olduğundan son yayımlanan sözlüğümüzde ve kılavuzumuzda bu söz bu biçimde kullanılmaktadır.” 
TDK’dan gelen bu görüşe Hürriyet’in Düzeltme Servisi’ndeki arkadaşlar karşı çıktı. Düzeltmenlerimizden Ayten Koçal, “Bir yanlışı sırf yaygın diye doğru kabul edemeyiz” dedi:
“Önemli olan bir sözcüğün etimolojik (dil kökenbilim) açısından doğru olup olmadığıdır. Bu açıdan da sözcük İtalyancadır ve doğru yazılışı “kaparo”dur. Zaten biz Hürriyet Düzeltme Servisi olarak, bu tür sorunlar nedeniyle TDK’yı değil, diğer kaynakları referans alıyoruz. Nitekim bizim referans aldığımız Ömer Asım Aksoy’un Ana Yazım Kılavuzu, Ali Püsküllüoğlu’nun Türkçe Sözlük, Yaşar Çağbayır’ın Ötüken Türkçe Sözlük, İlhan Ayverdi’nin Misalli Büyük Türkçe Sözlük adlı kaynaklarda hep “kaparo” sözcüğü veriliyor.”
Bu görüş farklılığı, TDK’nın diğer Türkçe uzmanlarından uzağa düştüğünü gösteriyor. Ben de “kaparo” sözcüğüne değinerek, bu tartışmanın odağına girmiş bulunuyorum. Bir dil uzmanı gibi davranarak hüküm vermek yerine konuya farklı yaklaşan iki tarafın görüşünü de vermekle yetiniyorum.

Haberin Devamı

Okurdan kısa kısa

Haberin Devamı

Gökşin Sanal: 10 Mart tarihli Hürriyet’te ITB Berlin Turizm Fuarı’ndaki Türkiye standının fotoğrafının, geçmiş yıllarda Macaristan’da düzenlenen fuarlardan birindeki Türkiye standına ait olduğunu sanıyorum. Zira standın adını gösteren “Törökorszag” kelimesi Macarca’da Türkiye demektir. Almanya’daki bir fuarda Macarca tanıtım yapmamız söz konusu olmayacağına göre, arşivden rastgele bir tane alıp haberin süslenmesi durumu kurtardı mı?
Aslı Koç: 7 Mart’ta oynanan Gençlerbirliği-Fenerbahçe maçı sonrası atılan “Kalk koltuğumdan”, ne kadar taraflı, çirkin bir başlıktır. Haftalardır lider olan Trabzonspor, liderliği averajla Fenerbahçe’ye kaptırmıştı malumunuz. O haftalarda Trabzonspor için “Kalk koltuğumdan” gibi bir ifade kullanılmamışken neden Fenerbahçe için kullanılmaktadır? Bir sahiplik söz konusuysa bu sene kimin kaç hafta bu koltuğa sahip olduğu aşikardır.
Sinan Kural: Doktorlar olarak sorunlarımızı duyurmak için Ankara’da 20 bin kişilik bir miting yaptık, gazetenizde küçük puntolarla yer buldu. 14 Mart Tıp Bayramı nedeniyle gazetenizde sağlıkla ilgili en ufak bir dosya açılmadı. Her gün ekonomi sayfalarında işadamlarının çarşaf çarşaf başarı öykülerini yazarken, olumsuz şartlarda hayat kurtaran meslektaşlarımızın öykülerine yer vermek aklınıza gelmiyor. Tabii, varsa yoksa para piyasaları, ekonomi, artık düsturumuz bu...
Engin Elçin: 9 Mart’ta CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun Mardin gezisi ile ilgili haberde, “Mardin’de kapalı spor salonunda” deniyordu. Bildiğiniz gibi salonlar zaten kapalıdır, açık salon olmaz. Bu bir Türkçe hatası.
Birol Kıraç: Pazar günleri ekonomi sayfanızda, en fazla düşen ve yükselen senetlerin listesi neden yayınlanmıyor? Sizce bu ekonomi sayfası için  büyük bir eksiklik değil midir? 

 

Haberle ilgili daha fazlası: