Rüzgârda uçuşan eteğinin altından kalçası ve iç çamaşırı görünüyordu.
Fotoğrafa okurlardan tepki gecikmedi. Ünlü de olsa bir kadının böyle bir fotoğrafının yayınlanmasının yanlış olduğunu savunuyorlardı. Sosyal medyada da eleştiriler birbirini izledi.
Hande Soral da böyle bir fotoğrafının yayınlanmasına üzülmüştü. Tepkisini Twitter mesajlarıyla duyurdu. “Bu sabah Hürriyet gazetesinde gördüğüm fotoğrafımın şokunu atlatmam mümkün değil” diyen Soral, bu fotoğrafın yayınlanmasını özetle şöyle eleştiriyordu:
“Tamamen habersiz ve savunmasız bir durumda çekilmiş bir fotoğrafın bir gazetenin manşetinden afişe edilmesinin bana, aileme vereceği üzüntü ve zararı nasıl göremezsiniz? Yazıklar olsun, bu mu habercilik ve magazin anlayışınız? Sırf tanınan biri olduğum için mi bir kadını aşağılama, afişe etme hakkını habercilik gücünün altında kullanıyorsunuz. Bu kesinlikle gazetecilik değildir. Kadına şiddetin başka bir türüdür, istismardır, tacizdir!”
Soral’ın bu eleştirisi, bizi magazin gazeteciliği ile ilgili olarak geçmişi hayli eski bir tartışmaya götürüyor. Magazin gazetecileri, ünlülerin yaşamlarına istedikleri gibi girebilir, istedikleri fotoğrafı çekebilirler mi?
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, paparazzilerin çektiği ve Almanya’da yayınlanan fotoğrafları için açtığı davada Prenses Caroline’i haklı bulmuştu. Mahkeme, özel hayata müdahale edildiğini ve o fotoğrafların “toplumda genel ilgi uyandıran bir tartışmaya katkıda bulunmadığı”na karar verdi.
Türkiye’de de Sezen Aksu’nun kiraladığı tekneden denize girerken gizlice bikinili fotoğraflarının çekilmesi davasında benzer bir karar çıkmıştı. İki yıl kadar önce sonuçlanan davada, İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi, Aksu’nun “özel hayatının gizliliğinin ihlal edildiğine” karar vermişti. Prenses Caroline davasına atıfta bulunulan kararda magazin gazeteciliği eleştiriliyordu:
“Magazin basınında yer alan fotoğraflar genellikle ilgilisinin zulüm hissi yaşamasına neden olan, sürekli devam etmekte olan bir taciz ortamında çekilmiş olabilir. Basının şöhret sahibi kişilerin bu tür fotoğraflarını yayımlarken bu kişilerin rızalarını da göz önünde bulundurması gerekir. Özel hayata ilişkin görüntülerin yayımlanmasında kamu yararı olmadığı görülmektedir.”
Bu iki kararı aktardıktan sonra Kelebek’teki Hande Soral fotoğrafına dönelim. Bu fotoğrafın yayınında kamu yararından ya da genel ilgiden bahsedemeyiz. Bu fotoğraf, kadın oyuncunun mahrem alanına apaçık müdahaledir.
Gazetecilik açısından bakarsak, bir fotoğrafın yayınlanması için “haber değeri” olması gerekir. Bu fotoğrafa haber değeri katan ne? Kamu yararı, genel ilgi vb. olmadığı gibi okuyucuların böyle bir fotoğrafı merakla bekledikleri de söylenemez herhalde.
Dünyada başka ülkelerde ve internetin kuralsız evreninde bu tür fotoğrafların yayınlanması da ölçü olamaz. Bu gerekçeyi öne sürmek, Hürriyet’i bir bulvar gazetesi kategorisine sokmaktır. Hem burası Türkiye, bu ülkede gazetecilik yapıyoruz.
Açıkça söyleyelim, bu fotoğraf Hürriyet’e ve tabii Kelebek’e hiç yakışmadı. Modası geçmiş ve cinsiyetçi “frikik gazeteciliği”nin yeni örneklerini bu gazetede görmemeliyiz.
KADINA ŞİDDETTE ŞÜPHELİLER
“KADINA yönelik şiddet haberi nasıl yapılmalı?” Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin, “Kadın Komisyonu ve Kadın Danışma Grubu”nun hazırladığı kılavuzun bu soruya verdiği yanıtı geçen hafta yazmıştım.
Hürriyet İstanbul İstihbarat Servisi’nden Bülent Ovacık, kılavuzun yaklaşımında eksiklik olduğu görüşünde. Tartışmaya katkıda bulunması bakımından aktarıyorum:
“Kılavuzda mağdur ve fail unsurları üzerinden hareket edilmiş, ancak şüpheli durumu kesin bir dille belirtilmemiş. Oysa pek çok olayda, polisin aceleyle yakaladığı, kimi zaman yanlış teşhis edilen kişiler henüz şüpheliyken linç kampanyalarına kurban gitmiştir.
Suçsuzlukları anlaşıldığında ise iş işten geçmiştir. Bu tür haberlerin oluşumu sırasında şüpheli açısından da değerlendirme yapılırsa, mağdurun haklarını korurken yeni kurbanlar üretilmesi engellenebilir. Diğer maddelere kesinlikle katılıyorum.”
Ovacık’ın dikkat çektiği nokta elbette önemli. Haberlerde şüphelilerin haklarını da göz ardı etmemeli, onları peşinen suçlu ilan etmemeliyiz. Kadın gazetecilerin hazırladığı kılavuza bu ilkeye dikkat çeken bir madde de eklenebilirdi.
Ancak kılavuzda “Haber fail ifadesine dayanarak yazılmamalı” ve “Haberi yapan kişi, psikolog, yargıç, falcı veya öykü yazarı değil, haberci olduğunu unutmamalı” uyarısına yer verilmiş. Gazeteciye “yargıç” olmadığı hatırlatması, “şüpheli”lerin peşinen suçlu ilan edilmemesi gerektiğine dolaylı bir atıf aslında.
İYİ GAZETECİLİK
OKUR temsilcisi (ombusman) olarak gördüğüm yanlışları eleştiriyor, yanlışlardan Hürriyet ve gazetecilik adına artı değer yaratmaya çalışıyorum. Meslektaşlarıma evrensel gazetecilik ilkelerini hatırlatıyorum; kimi zaman da mesleğimizle ilgili sorunlara değiniyorum. Temel amacım gazeteciliğin kalitesinin yükselmesine katkı.
Bugün bu köşede başarılı bir gazetecilik faaliyetine de yer vermek istiyorum. Reza Zarrab’ın ABD’de tutuklanması haberi, iyi gazetecilikti. 22 Mart’ta Tolga Tanış imzasıyla sürmanşetten verilen “17 Aralık Büyük Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonu’nun başaktörlerinden Reza Zarrab, ABD’nin Miami kentinde tutuklandı” spotuyla verilen haber, önemli yeni gelişmelere işaret ediyordu.
Tolga Tanış ve Razi Canikligil, tutuklamanın ardından gelişmeleri tüm yönleriyle irdeleyen başka haberler de yaptılar. Haberlerinde Zarrab’ın durumunu objektif bir dille aktarıyor; okuyucuyu olayın bütün yönlerinden haberdar etmeye çalışıyordu. Tolga Tanış ve tabii bu haberleri hakkını vererek yayınlayan ‘Hürriyet Yazı İşleri’ kutlamayı hak etti.
İktidara yakın gazeteler ise Zarrab’ın tutuklanmasını önce hiç görmeyip sonra da Başsavcı Preet Bharara hakkında olumsuz algı yaratacak haberler yayınlamaya giriştiler. Onların bu tarafgir tutumu, objektif haberciliğin değerini bir kez daha gözler önüne serdi. Zarrab’ı savunmak avukatlarının işidir, gazetecilerin değil...
OKURDAN KISA KISA
SEYMUR Karakaş: Fenerbahçe-Braga maçıyla ilgili hazırlanan “Portekiz’de neler oldu” kutusunda Mehmet Topal yerine Caner Erkin kırmızı kart almış gibi işaretlenmiş. Caner kırmızı kart almadı, haberde de yazıyor zaten. (18 Mart)
Hande Kocabey: İnternette “20 yıl derse girdi kimse fark etmedi” haberinde “Trabzon’da bir bayan öğretmen” deniyor. “Bay öğretmen” der miydiniz? Hayır. Kadın kelimesinden bu kadar korkmayın. (20 Mart)
Bilgen Ayaz: Seyahat ekinde Ayhan Sicimoğlu’nun “Katır sırtında geçmişe yolculuk” yazısında bahsettiği yeri anlayamadım. Ağlasun nerededir?
Not: Sagalassos Antik Kenti’nin bulunduğu Ağlasun, Burdur’a bağlı bir ilçe.
M. Şükrü Tandoğan: İnternetteki “15’liler Çanakkale yolunda” haberinde bir yanlış var. Çanakkale Savaşı’na gönderilen “Onbeşliler”, 15 yaşında olanlar değil, 1315 doğumlulardır. Miladi takvime göre de bu tarih 1899’dur.
Tahsin Subaşı: İstanbul’da patlayan canlı bombanın ardından internette yaptığınız “Erken patladı” haberi üzücü. İnsanlara sakinlik vereceğiniz yerde, hedef gösteren bu haberin mantığı ne? Yanlışlıkla sivillere patladı der gibi...
Mahmut Pertek: Bulmaca sayfasında slinther, futoshiki, kakuro, mini çengel ve petek de istiyoruz. Bunlar için neden ikinci bir gazete alayım?