“Ülkemizde sayıları her gün artan, Kuran’ı akıl ve bilimsel veriler ışığında inceleyen ve yorumlayan ilahiyat profesörleri varken, Elmalılı Hamdi Yazır’ın 84 sene önce yazılmış bir tefsirini ramazan ayı dolayısıyla okuyuculara sunmak Hürriyet’in yayın politikasıyla bağdaşıyor mu? Son 55 senede baş döndürücü bir hızla gelişen bilimsel buluşların esamesinin okunmadığı bir tarihte kaleme alınan bu tefsir, bugün Allah’ın varlığını akıl yoluyla sorgulayan eğitimli gençliğin din konusundaki sorgulamalarına ne ölçüde cevap verebilir? Bu gösteriyor ki, Hürriyet yönetiminin Prof. Hüseyin Atay, Prof. Süleyman Ateş gibi çağdaş din aydınlarının Kuran tefsirlerinden haberi yok.”
Okurun bu yaklaşımını konunun uzmanı olan ve Hürriyet’in ramazan sayfasını hazırlayan Okan Konuralp’e sordum. Konuralp’in yanıtını aktarayım: “Elmalılı meal ve tefsirinin çağdaş olup olmadığıyla ilgili bir tartışma bence yersiz. Elbette, Elmalılı’dan onlarca yıl sonra yapılan bir tefsir farklı fikirlere bağlı olarak ‘daha çağdaş ya da geri’ olarak değerlendirilebilir. Ben Elmalılı meal ve tefsirinin iyi bir çalışma olduğunu düşünürüm. Çağdaşlık bağlamından da kaynaklanmıyor bu düşüncem. Elmalılı meal ve tefsiri, Cumhuriyet’in ilk Türkçe meal ve tefsir çalışması olması nedeniyle tarihi bir öneme sahiptir. Diyanet’in talebi üzerine hazırlanan bu çalışma, diğer Türkçe meal ve tefsir çalışmalarının en önemli referans kaynaklarından biridir. Elmalılı’nın çalışmasına bu açıdan da bakmak gerekir.”
Bakan striptizci de olsa eleştiri değer kaybetmezdi
“GÜRCİSTAN’ın striptizci Bakan’ı THY’nin etini çok pişmiş buldu” başlığını görünce ben de şaşırmıştım. 25 Ağustos’ta ekonomi sayfalarında çıkan bu habere, okurumuz Ali Tuğcu da takılmış, sordu:
“Allah aşkına o bakan hakkında striptizci olduğu haberleri çıkmış olması THY’nin etinin çok pişmiş olduğu eleştirisinin değerini azaltır mı? Tamam THY’yi savunun ama bir kadını da böyle aşağılamayın.”
Bu eleştiriye karşı haberde imzası bulunan Hülya Güler’den yanıt aldım. Güler, haberin doğru bir gazetecilik bakışıyla yazıldığı düşüncesinde:
“Haberi yazarken, öncelikle ‘THY ile ilgili kötü bir reklam yapılmasına neden vesile olalım’ diye düşündüm. Ardından ‘Bir ülkenin ekonomi bakanı bir sosyal paylaşım sitesinde bir Türk şirketi ile ilgili değerlendirmede bulunmuş, bu önemli bir haber’ diye düşündüm. Yani haber, bu kişiyi önemsememizden kaynaklandı. Aşağıladığımız bir kişi olsa söylediklerini de önemsemezdik. Haberde bakana striptizci denilmesine değinmemizin nedeni ise gazetecilik refleksi. Habere ilgiyi artırmanın yanında işimizi tam yapma gayreti var. Bir haberi oluştururken yanıtlanması gereken sorulardan biri, kim sorusudur. Bakan Vera Kobalia’nın striptizci olduğu yönünde pek çok haber yapılmış hatta bu haberlerle tanınmış. Bu durumda kişinin striptizciliğini görmezden gelmeniz eksik iş yapmanız anlamına gelebilir. Hem striptizci olduğu haberlerine hem de THY ile ilgili değerlendirmelerine yer vererek işimizi yapmaya çalıştık. Haberde kullanılan üslup aracılığı ile bir kişiyi aşağılamaya çalışmak hem meslek etik kurallarına, hem de Hürriyet’in yayın ilkelerine uymaz.”
Okur Temsilcisi olarak haberi bir de şu başlıkla okumanızı öneriyorum: “Gürcü Bakan THY’nin etini çok pişmiş buldu.” Gazetemizdeki “Gürcistan’ın stiptizci Bakan’ı THY’nin etini çok pişmiş buldu”dan ne kadar farklı bir anlamı oluyor değil mi? Tek sözcük, eleştirenin kimliğiyle ilgili tereddütler yaratarak, eleştirinin önemini hafifletiyor. İster istemez THY’nin, eleştiriye karşı savunulduğu izlenimi veriyor. Oysa eleştiren bir yabancı da olsa, bir striptizci de olsa THY’yi savunmak bizim işimiz değil. Haberin bu haliyle THY’den yanıt almaya bile gerek kalmamış.
Gelelim, Gürcü Bakan Kobalia’nın striptizciliği meselesine. Başlıkta Kobalia’nın striptizci olduğu konusunda kesin bir hüküm var, haberin içinde de “Gürcistan’ın ‘striptizci’ olduğu gerekçesi ile gündeme gelen 29 yaşındaki ekonomi bakanı” ifadesini kullanıyoruz.
Halbuki Kobalia’nın striptizci olduğu kesin bir bilgi değil. Sadece bir iddia. Cumhurbaşkanı Saakaşvili’nin kabineye “striptizci bakan” atamakla suçlamasına neden olan bu iddianın tek belgesi de Kobalia’nın Facebook sayfasına koyduğu bir fotoğraf. Rusya’daki bazı gazeteler, Kobalia’nın, kız kardeşi ve üç arkadaşı ile kıyafetli halde bir barın üzerinde dans ederken fotoğrafı çekilen yerin bir striptiz kulübü olduğunu öne sürmüştü. Fotoğrafın 2000 yılında arkadaşlarıyla Florida’da tatil yaparken çekildiğini savunan Kobalia ise “Eğer muhalefet veya herhangi birinin benimle ilgili bulabildiği en kötü şey üniversiteden eski bir fotoğraf ise, bunda terslik görmüyorum” demişti. Kısacası, kaynağının yalanlandığı ve tersi kanıtlanamamış bir iddia söz konusu.
Kaldı ki, Kobalia striptizci bir kadın olsaydı da THY’ye yönelik eleştirisi değerini kaybetmezdi. Bir kadın striptizciyse, yediği etin çok pişmiş olduğu değerlendirmesi yapamaz mı? Öyle düşünmek ayrımcılığın ta kendisi olur.
Haberin içinde daha masum görünen bir “striptizci” unsurunu, bu şekilde başlığa çekmek problem yaratıyor. Maalesef haberi daha ilginç hale getirmek için iyi niyetli bir gazetecilik çabası bazen böyle sonuçlar doğurabiliyor.
Sporun güzelliği
Spor sayfasının titiz okurlarından Reşat Köstem, spor sayfalarında aynı gün çıkan iki ayrı değerlendirmenin “kafa karıştırdığı” kanısında:
“23 Ağustos’ta 40. sayfada Galatasaray-Bursaspor maçı için hazırlanan ‘Maçın Röntgeni’ köşesinde ‘Maçın en kötü hareketi’ olarak ‘15’te Ufuk Volkan’ın ortasına çıkıp kalesini boş bıraktı ve gol geldi’ denilirken; ‘Yazarlarımız Değerlendirdi’ bölümünde ise Galatasaray Kalecisi Ufuk, günün en yüksek notunu (7) alan futbolcular arasında yer alıyor. Bir anlamda; maçın en kötü hareketini yapan, aynı maçın en başarılı isimleri arasında yer alıyor.”
Spor Servisi Müdürü Mehmet Arslan, bu durumun bir çelişki olmadığı yanıtını verdi: “Sporun güzelliği de bu değil mi zaten? Bazen 90 dakika çok güzel oynarsınız ve maçın en kötü hareketini de siz yaparsınız. Okurumuza başka bir örnek de ben vereyim. Trabzon-Fenerbahçe maçında maçın futbolcusu olarak Yattara’yı seçtik. Maçın en kötü hareketi olarak da Yattara’nın kaçırdığı goldeki vuruşunu gösterdik.”
Çakırhan mimar mı?
“ARAZİYİ bırakmayan 94’lük arkeolog” haberi, 31 Temmuz’da yayımlanmıştı gazetemizde. Selamet Özipek adlı okurumuzun mektubu elimize geç ulaştı.
Özipek, haberimizde “Ünlü mimar Nail Çakırhan” denilmesine karşı çıkıyor:
“Nail Çakırhan ünlü mimar değildir. Ünlü bir ahşap bina ustasıdır. Mimar olmak belli bir lisans eğitimi ve buna bağlı diploma ile mümkündür.”
Özipek’in mektubundaki bu yaklaşımı haberi kaleme alan Sefa Kaplan’a sordum. Kaplan, haberdeki o ifadeyi savundu: “Nail Çakırhan’ın mimarlık eğitimi almadığı elbette bilinen bir şey. Ben ‘ünlü mimar’ derken, mimarlık eğitimi almış okurların rencide olabileceğini düşünmemiştim doğrusu. Ancak Çakırhan, okurumuzun iddia ettiği gibi ‘ahşap bina ustası’ değil, ‘Nail Çakırhan mimarisi’ denilen bir ekolün kurucusudur. Ayrıca, Nail Çakırhan, ‘Ağa Han Mimarlık Ödülü’ne değer görüldüğünde de, ‘mektepli’ bazı mimarlar, aynı gerekçeyle itiraz etmişlerdi. Akademi ayaklanmış ve bir kez daha ‘alaylı-mektepli’, ‘geleneksel-modern’ tartışmaları gündeme gelmişti. Nail Çakırhan’a ‘ünlü mimar’ diyemeyeceksek, kime diyeceğiz ki? Bu mantıkla Mimar Sinan’a da mimar diyemeyiz.”
Gerçekten İstanbul Mimarlar Odası’nın, Nail Çakırhan’a 1992’de “Mimarlığa katkı ödülü” vermesi bile mimarların onu “alaylı meslektaş” kabul ettiklerinin göstergesi. Ayrıca Türkiye’de mimarlığa bu denli katkıda bulunmuş bu özel ismi sadece “ahşap ustası” olarak anmak haksızlık olurdu. Tabii Çakırhan’ın mimarlık eğitimi almadığı da haberde belirtilebilirdi.