Dr. Mucize mi?

3dk okuma

Biorezonans uzmanı bir doktorla yapılan söyleşi, 19 Ekim’de Ege ekinin manşetindeydi. Hem de “Dr. Mucize” başlığıyla. Spotlarda da bu doktorun alerji, fıtık gibi hastalıkları tedavi ettiği hatta kız kardeşi ve annesinin tedavisine yardımcı olduğu belirtiliyordu. İnanılması zor bir mucize tablosu çizilmişti.

Haberin Devamı

Hürriyet okuru Dr. Gündüz Baytok, “Bu haber doğruluğu tartışılamayacak kadar yanlış” diye yazdı. Baytok, haberi özetle şöyle eleştirdi:

“Elinizde kanseri iyi edecek bir buluş varsa bunu tıbbi neşriyat, kongreler ve deneyler ile ispat eder, onaylanırsınız. Gazetede ilan yaparak değil. Sansasyonel şekilde ‘Dr. Mucize’ diye vermeniz ne kadar etik? Yanlış ümit verilmemeli.”

Bu eleştiriyi, haberi yazan arkadaşımız Banu Şen’e ilettim. Haberi yazmadan önce kendisinin de tereddüt ettiğini dile getirdi: “Ama Sinan Akkurt bir tıp doktoru ve daha önce kendisiyle ilgili birçok gazete ve internet sitesinde haber çıkmış. Biorezonansın tamamlayıcı bir yöntem olduğunu anlattı. Ben de bu yöntemi hastaların doktorlarının onayı ve bilgisi dahilinde yardımcı yöntem olarak uyguladığını haberde vurguladım. Geleneksel tamamlayıcı tıpla ilgili yönetmelik de bulunuyor. Başlık, yazı işlerinin takdiri.”
Haberi okuyunca Dr. Baytok’un eleştirisine ben de hak verdim. Her şeyden önce biorezonans henüz bilimsel olarak kanıtlanmış bir tedavi yöntemi değil. Alerji, uyku bozukluğu, hormonal dengesizlik, sigarayı bırakma gibi konularda uygulanıyor. Ama kanser ve fıtık gibi hastalıkların tedavisine bile biorezonans ile yardımcı olunması şaşırtıcı, çok büyük bir iddia. Fakat haberde bilimsel geçerliliği olmayan bu yöntem hakkında ne bir şüpheye ne de karşı görüşe yer veriliyor. Dr. Akkurt’un kendi annesinin ve kız kardeşinin kanser hastalığının tedavisine yardımcı olduğu sözleri kesin ifadelerle okura yansıtılıyor. Tek kanıt da doktorun kendi sözleri.
Kaldı ki, tartışmalı olmasa bile bir doktoru “Dr. Mucize” diye sunarak onun iddialarının arkasına gazetecilik güvenilirliğini de ekliyoruz. Ya insanları yanıltıyor ve umutsuz hastalara boşuna “ümit” veriyorsak?
Ayrıca anlaşılan “mucize” doktorda değil, biorezonans yönteminde. Dr. Akkurt da Hürriyet’in haberini Facebook sayfasında duyururken, “Mucize bizden kaynaklanmıyor elbet, biz aracıyız” demiş. Öyleyse neden sadece bu doktoru tanıtıyoruz? Biorezonans yöntemini uygulayan başka doktorlar da var.
Sorular çok. Bu soruları sormazsak “mucize” masallarını doğru kabul eder, yanlışa düşeriz. Gazeteci her anlatılandan şüphe duymalıdır.

Twitter’da hakaret

Haberin Devamı

FENERBAHÇE yönetimi, üç gazetecinin kulüp tesislerine girişini yasakladı. İşin garibi, Hürriyet muhabiri Ahmet Ercanlar’a neden yasak getirildiği açıklanmadı. Ama bu yasağın, FB Başkanı Aziz Yıldırım’ın “Bundan sonra akreditasyonları ben yapacağım. Aleyhte yazanları almayacağım” sözlerinin ardından geldiğini biliyoruz. Ercanlar, UEFA kurallarına aykırı olarak Ajax maçına da alınmadı.
Yıldırım ya da başka bir kulüp yöneticisinin gazeteciye keyfine göre yasak koyma hakkı olamaz. Bu yasaklama, basın özgürlüğüne ve okurların haber alma hakkına yönelik bir engelleme. Gazetecilerin, Yıldırım’ın hoşuna gidecek haber yazmak gibi bir zorunlulukları yok.
Maalesef yasağın ardından Twitter’da Ercanlar ile ilgili bir suçlama trafiği başladı. Suçlamayla kalmadı, ağır ifadeler de yağdı. Ercanlar da bu tweet’lerden birini yanıtlarken yapılmaması gerekeni yapmış ve o kişiye hakaret etmiş.
Bu trafikten, şikâyet üzerine haberdar oldum. Ercanlar ile de konuştum, üzgündü; “O tweet’i yazdıktan hemen sonra hatamı fark ettim, sildim. Ama 10-15 saniye içinde görülmüş ve size gönderilmiş. Kendisinden özür diledim.” Ercanlar’ın yasak kararının ardından zor bir akşam geçirdiği açık. Ama bu durum, hakarete gerekçe olamaz. Yanlış yapmış. Bir gazeteci, sosyal medyada muhataplarına hakaret edemez, etmemeli. Doğan Yayın İlkeleri, bu konuda net hükümler içeriyor. Nitekim Genel Yayın Yönetmeni Sedat Ergin de 27 Temmuz’da bütün Hürriyet çalışanlarına genelge göndererek, sosyal medyada ‘Yayın İlkeleri’ne uygun davranılması uyarısında bulunmuştu.

Haberin Devamı

Başsavcılığın işlevi

Haberin Devamı

SON günlerde hükümet ve AKP yöneticilerinden gelen eleştirileri (bazen de suçlama) incelemek gündemimin bir parçası haline geldi. Şimdi bu salvolara Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı da katıldı. Başsavcılık açıklamasında, “... Bazı basın yayın organlarının sorumsuzca davranarak, bir kısım şüphelilerin ad ve soyadlarının baş harflerini yazmak suretiyle haber yapmaları neticesinde, bombalama eylemi ile kuvvetli irtibatları olduğu düşünülen 9 kişinin kaçmasına sebep olmuşlardır” denildi. Başsavcılığın, isim vermeden de olsa Hürriyet’i zan altında bırakmasının, ne kadar hukuka ve yargı teamüllerine olduğunu hukukçulara bırakıyorum.
Geçen hafta da yazdım; Hürriyet’in haberinin bazı şüphelilerin kaçmasına neden olduğunun kanıtı var mı, bu bir varsayım mı? Kanıtı olan ortaya koymalı. Ama gördüğüm kadarıyla Başsavcılık, Hürriyet’in haberini bile dikkatli okumamış. Çünkü Hürriyet, “bir kısım şüpheliler”in değil, sadece bir şüphelinin ad ve soyadının baş harflerini yazmıştı, o da yakalandı. Kaç şüphelinin kaçtığı konusunda da bir çelişki var. Başbakan Davutoğlu ilk açıklamasında “Birisi kaçtı elimizden” demişti. Başsavcılık bu sayıyı dokuza yükseltti. Eminim bu belirsizliklere en doğru yanıtı zaman verecek.
Nitekim gün geçtikçe ayrıntılar ortaya çıkıyor. Biz gazetecilere düşen, katliam soruşturması haberlerinde titiz davranmak, soru sormaya devam etmek, her zaman kaynak göstermek. Bu tür yürüyen haberlerde tutarlılık da önemli. Önce yazılan bilgiyi sonra yalanlamamak, yanlışlığı ortaya çıktıysa da onu okura açıklamak durumundayız.
Örneğin, saldırganlardan birinin Yunus Emre Alagöz olduğu netleşti. Fakat ikinci saldırganın Ömer Deniz Dündar olduğu yanlış çıktı. Bu durumda önce Hürriyet’te ve ardından başka gazetelerde de çıkan “Dündar’ın da görüntülerden tespit edildiği” bilgisinin yanlış çıktığı okura aktarılmalıydı. İsim yazmakta da acele etmemek, bilginin kesinleşmesini beklemek gerekiyordu.
Tutarlılık sorunu, iki saldırganın “kahvaltı” yapması konusunda da geçerli. 16 Ekim’de saldırganların Balgat’ta kahvaltı yaptıkları yazılmıştı. Ama 21 Ekim’de Hürriyet’te çıkan Anadolu Ajansı kaynaklı haberde saldırganların “Balgat’ta kendilerini getiren araçtan inerek taksiye bindikleri” belirtiliyordu. Hangisi doğru? Henüz net değil. Fakat gazetede çelişik bilgiye yer veriliyorsa ya ilkinin yanlış olduğu ifade edilmeli ya da kahvaltı bilgisinin doğruluğu yeniden vurgulanmalıydı. Önce yazılanlar yok sayılarak ilerlenemez.

Haberin Devamı

Okurdan kısa kısa

Haberin Devamı

A.R. Keskinalemdar/B. Özel: 23 Ekim’de arka sayfada “Elinde kılıçla okulu bastı” haberinde “Hastaneye kaldırılan saldırganın sağlık durumu konusunda henüz açıklama gelmedi” deniliyor. Fotoğraf üzerinde ise “... Saldırgan hastanede öldü” ibaresi kullanılmış. Hangisi doğru acaba?

Koray Kılınçat: Bugün (19 Ekim) sanat sayfasında “Uluslararası PEN’e ilk kadın başkan” başlıklı bir haber yayımlandı. Haberde PEN’in ne anlam ifade ettiğine ilişkin bir açıklama bulamadım.

NOT: PEN, Yazarlar Birliği’nin İngilizcedeki kısaltması.

Melih İnce: Hürriyet Ege ekinde bugün Çanakkale’mizden ne siyaset ne de spor haberi var. Çanakkale haberlerine de yer verilmesini istiyoruz. (19 Ekim)

Ahmet Sarıçam: Bu sabah (19 Ekim) on beş adet Hürriyet web haberinin altı adedinin ölüm, cinayet ve vurulma olmasının sebebi nedir acaba?

Mücella Tekeloğlu/Alaattin Koçerli: İnternet sitesi haberlerinde reklamları kapatma fonksiyonu varken bile çekilmez buluyordum. Şimdi zorunlu olarak 8 saniye bekletiyorsunuz bizi. Ayrıca web sayfanız iyice yavaşladı. Sanırım reklam linki öncelikli diye habere tıkladığımda bekliyor.

Haberle ilgili daha fazlası: