“14 Nisan’da Ankara ekinde çıkan ‘Çenemi geri istiyorum’ haberi için tebrik ediyorum! İkinci sınıf gazetelerde görülecek bir haberi Hürriyet’te de görmeyi başardık. Hasta tümör nedeni ile çene operasyonu oluyor, engelli de olsa sağlığına ulaşıyor ama suç, eskisi gibi olamaması! Hastanın durumu üzücü, ama meslektaşımızın da dediği gibi, biz Allah değiliz! Öyle bir başlık atmışsınız ki sanki doktor hatası var da ondan çenesi alınmış. Ayrıntısını okumayan biri olayı doktor ihmali olarak algılayacaktır.”
Gerçekten doktorları suçlayan bir haber bu. Suçlamanın tek dayanağı da geçirdiği ciddi operasyon sonrası travma yaşayan hastanın sözleri. Tamamen onun penceresinden yazılmış haber. Ne bir uzmana ve suçlananlara görüş sorulmuş ne de bu yönde bir rapor var ortada. Keşke bu yaklaşım tek haberle sınırlı olsa. Fakat değil. Doktorların dayanaksız şekilde suçlandığı haberlere medyada sık rastlanıyor. Bu da diğer etkenlerle birlikte doktorların güvenilirliğine darbe indiriyor. Halbuki doktor-hasta ilişkisinde güven çok önemli. Hasta ve hasta yakınlarının güven duygusu kalmayınca toplumda var olan şiddet doktorları da hedef seçebiliyor. Sanırım artık kadına şiddet konusunda olduğu gibi doktorlar ve tüm sağlık çalışanlarına yönelik şiddette medyanın rolünü tartışmanın zamanı geldi. Yeni bir dil oluşturmamız gerektiği ortada. Ama işe sağlık haberlerinde uzmana danışmayı alışkanlık edinmek ve somut veriler olmadan doktorları suçlamamakla başlayabiliriz.
Doktorların şiddet raporları
Maalesef sağlık çalışanlarına yönelik şiddet konusundaki farkındalık ancak Gaziantep’te Dr. Ersin Arslan’ın öldürülmesinden sonra oluştu. Oysa doktorlar, bu can yakıcı sorunun acısını uzun zamandır derinden hissediyorlardı. Yıllar önce başlamışlardı raporlar hazırlamaya. İlginçtir, sağlık sektöründe şiddet konusunda Gaziantep-Kilis Tabip Odası (GKTO) da bir araştırma yapmış. GTKO’nun Nisan 2008’de yayımlanan raporu ne medyadan hak ettiği ilgiyi görmüş ne de ilgililerden.
Gaziantep ve Kilis’teki doktorlara uygulanan anket sonuçlarını içeren raporda, “hekimlere şiddete başvurma nedenleri”nin başında yüzde 37.8 ile “ihmal ve tedavi memnuniyetsizliği” geliyor. Ama “medyada hekim karşıtı yayın” da yüzde 31.6 ile ikinci sırada. Yani doktorların yaklaşık üçte biri medyada yapılan yayınların kendilerini hedef gösterdiğini ve hekim-hasta arasında ilişkileri zedeleyip ve gerilime yol açtığını düşünüyor. Doktorlar, şiddete karşı alınması gereken önlemler arasında “Sağlık bakanı ve medya tarafından hekimleri hedef gösteren yayınlara son verilmesini” de sıralıyorlar.
Ankara Tabip Odası Sağlık Politikaları Komisyonu’nun 2008’de hazırladığı raporda da, medya “hekimlere yönelik şiddete zemin oluşturmak” ile suçlanıyor:
“Medyada sağlık çalışanlarıyla ilgili yanlı yayınlar yapılıyor. Bu da toplumsal tepkilere yol açıyor. Medya tarafından sağlık çalışanlarına yargısız infaz yapılıyor. Basının yarattığı dezenformasyon şiddeti artırıyor. Hata ile komplikasyon karıştırılıyor. Tabii ki doktor hataları oluyor, ama basın bunları halka öyle bir sunuyor ki, doktora yüklenmek onlar için daha kolay.”
TTB: Medya temizleyebilir
Türk Tabipleri Birliği Başkanı Eriş Bilaloğlu ise medyanın da etkisiyle “Emek ve birikimle oluşan değerlerin erozyona uğratılmasından” yakınıyor. Bilaloğlu, doktorlara yönelik şiddette medyanın etkisini değerlendirirken, hasta-hekim ilişkisinin çok özel olduğuna dikkat çekiyor:
“Yeri, önemi, toplumu yönlendirebilme kuvveti bilinen medyanın bu ‘biricik’ ve ‘en’ ilişkiye yaklaşımı özen gerektiriyor. Yine bir ‘en’ hali var elbette, ama sıklıkla en ‘çarpıcı’, en ‘vurucu’ seçenekler üstün geliyor. Medyanın bu özeni gösterme tarzı ve başarısı tahmin edileceği gibi hekime/sağlık çalışanlarına yönelik şiddeti ‘kışkırtabildiği’ gibi olması gereken değerlendirme dinginliğine, akli, bilgilendirici, birey ve toplum yararına işleve katkı sunabilmekte.
Türkiye’de hekimlerin kuvvetli kanaati –ne yazık ki- hekimlere/sağlıkçılara yönelik şiddette medyanın kışkırtıcı bir rol oynadığı yönündedir. Neden böyle olduğuna yönelik ‘içinde yaşadığımız dünya/zamanlar’ bir açıklayıcılık taşıyabilir. Her şeyin değerinin yitirildiği bir dünya hekim-hasta ilişkisini sağlıklı olarak yaşatamaz. Medya olması gereken sağlıklı atmosferi tüketen bir rol yerine hepimizin ihtiyacı olan temiz havayı koruyabilir, kirlenen havayı temizleyebilir. Buna gücü yeter mi? Kimsenin kendi yap(a)mayacağını hekimlerden beklemesi de hekimlere gerçekçi gözükmüyor.”
Fenerbahçe haberine tebrik
Yapılan yanlışı kabul etmek gerektiğini yazmıştım geçen hafta. Fenerbahçe’nin CAS davasıyla ilgili gelişmelerdi konu. Fakat iki gün önce tablo netleşti; Başkanvekili Nihat Özdemir’in açıklamasının tersine dava geri çekildi. Bu durumda geçen hafta Spor Servisi için yönelttiğim eleştiri oklarını kendime çevirmem şart oldu. Çünkü Feridun Niğdelioğlu’nun, 7 ve 11 Nisan’da yazdığı “Fenerbahçe’nin CAS davasını geri çekmek için UEFA ile anlaştığı” haberleri doğru çıktı. Oysa ben Özdemir’in açıklamasına dayanarak haberin yanlış çıktığını ve bunu kabul etmek gerektiğini yazmıştım; yanılmışım. Niğdelioğlu’nu futboldaki bu sisli ortamda günler öncesinden doğru bilgiyi yakalama başarısı nedeniyle kutlarım. Umarım bu haberleri yalanlayan Özdemir ve o zaman tepki gösteren Fenerbahçe taraftarları da hatalarını kabul edip, Niğdelioğlu’nu tebrik eder. Ancak Özdemir’in o açıklamasının haber yapılış biçimiyle ilgili eleştirimi yinelemek durumundayım. O gün “Hürriyet duyurmuştu” demekle yetinmek yerine, o yalanlamaya neden olan gelişmelerin perde arkasının okuyucuya aktarılmaması bir eksiklikti. Spor Servisi Müdürü Mehmet Arslan da “O gün kupürleri koyarak yazdıklarımızı unutmadığımızı göstermek istedik. Tabii perde arkasını da yazsak daha iyi olurdu” dedi. Arslan sevinçliydi, haklı olarak...
Okurdan kısa kısa
Serdar D.: 18 Nisan’da çıkan “Chat yapan eşin kalbine bıçak” başlıklı haber sanki karısını öldüren kocayı aklamak için yazılmış. Spotta ‘Gece eşini internette chat yaparken yakalayan koca’ deniyor. “Yakalamak” fiili kullanıldığına göre Hürriyet, evli kadının chat yapmasını suç veya en azından ayıp olarak kabul ediyor demektir. “Aldatıldığı duygusuna kapıldı. Kıskançlık krizine giren koca...” diyerek de kocaya neredeyse acınıyor! Gazetecilikten, insanlıktan vazgeçtik de nerede kaldı Hürriyet’in Aile İçi Şiddet duyarlılığı?
Atilla Vanlıoğlu: Hafta sonunda 1 TL’ye sattığınız gazetenin yüzde 50’si sevimsiz ve kaba ilanlarla doldurulmuş. Yaklaşık 24 sayfayı kaplayan ilanları size listeledim. Böyle davranmaya hakkınız olmadığını düşünüyorum! Bu tip gazetelerin ABD’de kapı kapı bedava dağıtıldığını mutlaka biliyorsunuzdur! Rica ediyorum, 14 Nisan tarihli Hürriyet’i bir daha inceleyin.
Melike Oral: Hürriyet Çocuk Gazetesi çok başarılı ve faydalı bir ekti. Önce bir sayfaya indi, sonra yok oldu. Hafta sonları kızım Dilara ile birlikte virgülüne kadar okurduk. Bu ekin tekrar çıkarılması, çocuklarımızın okuma alışkanlığına sağladığı katkı nedeniyle bir nevi sosyal sorumluluk çalışmasıdır.
Durul Salman: 16 Nisan’da ekonomi sayfalarınızda “İzlanda’daki yanardağın lavları boruyla Londra’ya gelecek, evleri ısıtacak” başlığı atıldı. Haberi okuyunca anlıyorsunuz ki, yanardağın altına jeotermik santral kurulması ve enerjinin deniz altından kablolarla taşınması projesi söz konusu. Ama siz lavları borularla taşıyıp beni çok güldürdünüz. Bravo size.