Bu haberle ilgili olarak birçok tepki geldi. Örneğin, eşcinsellerin kurduğu bir dernek olan Kaos GL Derneği Başkanı
Umut Güner gönderdiği
"Salgının Adı Frengi Değil Homofobi!" başlıklı mesajda şunları yazıyordu:"Hürriyet gazetesinde, ’Bursa’yı sarsan frengi listesi’ ifadesiyle verilen manşet haberde, emniyet güçlerince frengili olduğu ilan edilen travesti ve transseksüeller ifşa edilmek suretiyle insan hakları ihlali yaşanmıştır. Hem tıbbi bilgilerin açıklanmasının suç olduğunu bildiren hukukçuların görüşünü belirtip hem de ardından bu bilgileri açıklamak, gazetecilik ilkelerine uymayan sorumsuzca bir davranış olsa gerek. Bursa Emniyeti ile basınının el ele verip ahlak değersel yargılardan hareketle ’suç’ tanımlaması, uygun görmedikleri davranışlarda bulunan kişileri hedef gösterip ifşa ederek daha baştan suçlu ilan etmeleri kabul edilemez. Bursa Savcılığı ve Bursa Emniyeti’nin soruşturmayı daha insan hakkı ihlali gerçekleştirmeden sürdürmesini istiyoruz. Mevcut yaklaşımıyla yasaları uygulamakla yetinmeyip bir de suçlu ilan ettikleri kişileri ahlak değersel yaklaşımlarla damgalamakta ve mahkûm etmekte sakınca görmemektedir. Hiç şüphesiz ki bu tür uygulamalar yeni linç girişimlerine cesaret verecektir. Bireylerin cinsel sağlık haklarından eşitçe yararlanabilecekleri olanak ve kanallar sağlanmalı ve ifşa etmeden, damgalamadan ve de tehdit etmeden insanların yararlanmalarına sunulmalıdır. Cinsel sağlık, insanları damgalayıp, halka korku salarak değil, güvenli seks bilgisini yayarak sağlanabilir."Önce bir not: Amsterdam’da polis, uyuşturucu kullananların trafiği tıkamaması için, şehirde uyuşturucu satılan yerlere kolayca ulaşmalarını sağlayacak yönlendirme tabelaları koymaya başladı geçen hafta.Bunun konumuzla ne ilgisi var demeyin; çok ilgisi var. Kuşkusuz Amsterdam çok örneği rastlanmayan bir uygulama; ama yine de çağdaş kolluk kuvveti uygulamasına bir örnek oluşturuyor.Bursa’daki olay yukarıdaki açıklamada da belirtildiği gibi cinsel sağlık yönü ağır basan bir olaydır. Polis açısından bir asayiş sorunu yönü de bulunur kuşkusuz.Ama bir yandan Türkiye’de Sağlık Bakanlığı yurtdışından sağlanan fonlarla cinsel sağlık konusunda çok ciddi çalışmalar sürdürürken, diğer yandan Bursa’da Emniyet Müdürlüğü’nün "zorla tedavi" gibi bir yöntemden söz edebiliyor olması kuşkusuz sorunludur. Zorla tedavi diye bir uygulamanın yasal olması mümkün değildir. Ve eğer gerçekten bir frengi salgını riski söz konusu ise, tüm salgınların paniğe yol açtığı, bu haberi sızdıranlar tarafından unutulmuştur. Şimdi Bursa’da yaşayanların, Hürriyet’in manşetine kadar çıkan frengi salgını konusunda Bursa’daki yöneticilerin neler yaptığını kaygıyla beklediğini varsayabiliriz.Ama en az bunlar kadar sorunlu olan, haberin, Hürriyet Yayın İlkeleri’nde "Yayınlarda hiç kimse ırkı, cinsiyeti, sosyal düzeyi veya ilişkisi, dini inançları veya fiziki kusurları nedeniyle aşağılanamaz ve kınanamaz" şeklinde düzenlenmiş 5. maddesi ile kesin bir çatışma içine girmiş olmasıdır. Kişileri cinsel tercihleri nedeniyle aşağılayan açıklamaları, kolluk kuvvetlerinden gelse bile, herhangi bir değerlendirme süzgecinden geçirmeden yayımlamak, eğer gerçekten frengi teşhisi konmuş kişiler var ise, ölüme kadar gidebilecek ya da fiziksel olarak kusurlu hale gelmeleri mümkün olabilecek kişileri ad vererek ve konuyla ilgisi olmayanları korkutacak şekilde gazete sayfalarında teşhir etmek yanlış olmuştur.
Nazlı Ilıcak’tan açıklama...6 Eylül’de Hürriyet’in 19. sayfasında yayımlanan bir habere, eski milletvekili, gazeteci-yazar Nazlı Ilıcak’tan itiraz geldi.Ilıcak’ın, aynı dönemde aynı partiden birlikte milletvekilliği yaptığı
Mehmet Bekaroğlu tarafından yazılan ve geçenlerde yayınlanan
"Siyasetin Sonu" adlı kitapta kendisine atfen yer verilen sözlerin öne çıkartıldığı haberle ilgili olarak gönderdiği açıklama şöyle:"Fazilet Partisi grubunda, Mir Dengir Fırat’la, kitapta anlatılan ölçüde olmasa dahi bir tartışma cereyan etti. Ben, Mesut Yılmaz’ın Yüce Divan’a gönderilmesi konusundaki oylamada, grubun eğilimine ters düşecek şekilde hareket edenleri, yani Fazilet Partisi’nin verdiği ’fireleri’ eleştirdim. ’Satılık’ kelimesini kullandığımı hatırlamıyorum. Ancak, bu gibi firelerin, menfaate bağlanabileceğini vurgulamış olabilirim. Dengir Fırat, benim ’ajan provokatör’ olduğumu söyledi. Ben de, Merve Kavakçı hakkında şunu hatırlattım: ’Başörtülü bir hanımı milletvekili adayı olarak gösteren Fazilet Partisi Başkanlık Divanı’ydı; bu heyetin içinde ben yer almıyordum. Parti yönetiminin, Merve Kavakçı başını açarak Genel Kurul’a girsin veya yemin etmesin diye bir kararı da yoktu. Dolayısıyla, olayın tertipleyicisi, kışkırtıcısı, ’provokatörü’ ben değilim. Kavakçı, yemin sırası kendisine yaklaştığında beni cebimden telefonla aradı: ’Sıram geliyor, beni odamdan alır mısın?’ diye sordu. Ben de o sırada Genel Kurul’da bulunan Başkanlık Divanı’ndan bir yöneticiye, ’Kavakçı beni aradı, alıp getiriyorum’ bilgisini verdim. Zaten, televizyon görüntülerine de bakıldığında, çevremizde en az 30 Fazilet Partili milletvekilini görürsünüz. Yıllarca önce cereyan etmiş ufak bir tartışma, Mehmet Bekaroğlu’nun kitabı vesilesiyle yeniden gündeme taşınırken, şu gerçeği de hatırlatmak isterim: Merve Kavakçı’nın seçilmiş bir kişi olarak parlamentoda yer alması, hakkıydı. Tıpkı, eşi başörtülü olmasına rağmen Abdullah Gül’ün Çankaya’ya çıkmaya hakkı olduğu gibi. Bu iki gelişmeyi de şahsen destekledim ama, amacım, ne askeri kışkırtmak, ne de bir provokasyonla demokrasiyi tehlikeye atmaktır. Ayrıca, her iki olayın tertipleyicisi ben değilim; benim rolüm, gelişmeler hakkında kanaat belirtmek ve desteklemekle sınırlı kaldı."