İzleyenlerin hayatını bir nebze de olsa etkileyecek olan bu filmleri muhakkak izlemelisiniz! İşte, kadınları konu alan sizler için derlediğimiz birbirinden güzel 24 film...Film, sanat tarihinin sıradışı insanlarından biri olan Frida Kahlo'nun hayatını anlatıyor. Frida'nın meşhur aşkı, bir kadın düşkünü olan Diego, Frida'ya 'kendini farklı kadınlarla birlikte olmaktan alıkoyamayacağını, ama özünde sadece O'nu seveceğini' söylemiş ve Frida tarafından anlayışla karşılanmıştır. Ancak zamanla ilişkileri problemli bir hal almaya başlar.Paris'te garsonluk yaparak, kendine özgü bir dünyada yaşayan saf, çekingen ve masum bir kızdır Amelie. Annesinin beklenmedik ölümü, babasının soğuk tavırları ve yaşadığı travmalar sonucu, sevimli ve boş şeylerle uğraşarak kendisine eğlence yaratmaya çalışsa da aslında hayatı sıkıcı bulduğu için kendisini son derece yalnız hissetmektedir. Bu kısır döngü Amelie’nin evde bulduğu bir kutuyu ve onun aracılığıyla sahibini keşfetmesiyle birlikte bir anda bıçak gibi kesiliverir... Amelie aşık olmuştur.Kraliçe Elizabeth'in kuzeni olan İskoçya Kraliçesi Mary Stuart, İngiliz tahtını ele geçirmek için İspanya Kralı Philip ile çeşitli komplo planları yapmaktadır. Elizabeth'in sadık ve güvenilir danışmanı Sir Francis Walsingham, kraliçeyi komplo ve tuzaklardan koruyabilmek için vargücüyle çaba gösterir. İmparatorluğunu korumak için savaşa hazırlanmakta olan Elizabeth, macerapest ruhlu yakışıklı denizci Raleigh'e karşı hissettiği beklenmedik duygular ile kraliyet sarayındaki görevleri arasındaki hassas dengeyi tutturmak zorundadır.Berlin Film Festivali’nin açılış filmi olan “La Vie En Rose”, başrollerinde Fransız aktris Marion Cotillard, Sylvie Testud, Gérard Depardieu’nun oynadığı, büyüleyici bir Edith Piaf biyografisi. Fransa – İngiltere – Çek Cumhuriyeti ortak yapımı olan film, 140 dakika boyunca ruhunuzu okşayacak Edith Piaf müzikleriyle dolu. Edith Piaf’ın 1959’da New York’da verdiği konser sahnesi ile başlayan film, Fransız şarkıcı Piaf’ın, 40’lı yaşlarına odaklanıyor. 1915 yılında dünyaya gelen Piaf, babasının çalıştığı sirk sayesinde küçüklüğünden itibaren pek çok yer dolaştı. O dönemlerde, en yakın arkadaşı Mômone (Sylvie Testud) ile sokaklarda şarkı söyleyerek para kazanıyordu. Bu sırada bir kabare işleten Leplée (Gérard Depardieu) tarafından keşfedildi ve kısa sürede, onu meşhur edecek çevre içine girdi. “A Very Long Engagement” (Kayıp Nişanlı), adlı filmden tanıdığımız Cotillard, Piaf’ın gençlik yıllarından, 47 yaşında ölümüne kadar olan süreyi büyük başarıyla canlandırıyor. Genç yaşta yakalandığı hastalık ve bağımlılıkların, henüz 40 yaşındayken onu 70 yaşında bir kadın haline dönüştürdüğü, yürüme, konuşma ve şarkı söyleme yetisini kaybettiği süreci tüm çıplaklığı ile gözler önüne seriyor. Filmde, Piaf’ın büyük aşk yaşadığı ve 1949 yılında bir uçak kazasında hayatını kaybeden boks şampiyonu Marcel Cedan’ın (Jean-Pierre Martins) da önemli bir yeri var.New York moda dünyasının göz alıcı karmaşasında, 0 bedenli muhteşem kadınlar içindeyken saçınızın kötü olduğu bir gün iş hayatınızın sonu olabilir. İşte Runway Dergisi bu inanılmaz cehennemin tam ortasıdır. Miranda Priestly (Meryl Streep) ise moda dünyasının en güçlü kadını Runway'in korku salan kraliçesi kendisine bir asistan alacaktır. Milyonlarca kızın hayatını verebileceği bir iş ise sıradan bir NewYork'lu olan Andy Sachs (Anne Hathaway) için göz kırpmaktadır. Yapacağı iş kesinlikle kendisine saygısı olmayan insanların yapabileceği türden, yaşamı bırakıp çalışmaya dayalı bir tür Miranda köleliğidir.İtalya'da yaşayan Ferzan Özpetek'in ödül rekoru kıran son filmi 'Karşı Pencere', dokuz yıldır evli ve iki çocuklu genç bir kadın olan Giovanna ile kocası Filippo'nun tesadüfen yolda yaşlı bir adamla karşılaşmalarıyla başlıyor. Hafızasını kaybeden yaşlı adamın hayatlarına girmesiyle genç kadının da yaşamı değişmeye başlıyor. Evliliği pek yolunda gitmeyen genç kadının karşı pencereden gözlediği komşusuna duyduğu platonik aşk ve yaşlı adamın geçmişten yansıyan kırık aşk hikayesi ikisin de yaşamlarını etkilemeye başlıyor. Genç kadın için artık yaşamını sorgulama zamanıdır. Acaba karşı pencerelerden bize görünen yaşamlar neden cazip gelir, kendi yaşamlarımızı değiştirmek o kadar zor mudur? Ferzan Özpetek bu dördüncü filmde, hafıza, aşk ve yaşam üzerine duygusal bir sorgulamaya giriyor.Film bir Karadeniz kentinde geçiyor ve aynen esinlendiği vahşi atlar gibi, uzun saçları ve özgür bedenleriyle kadın olma yolunda ilerleyen beş kız kardeşin (küçükten büyüğe Lale, Nur, Ece, Selma ve Sonay) öyküsünü anlatıyor. Okul çıkışı sınıftan erkeklerle sahilde oynadıkları masum bir oyunun kasaba halkı tarafından edepsizlik (“Erkeklerin enselerine sürtünmüşsünüz!”) olarak yorumlanmasının ardından, kız kardeşlerin hayatları aile baskısının ve onları bir an önce gelin yapmayı hedefleyen tutucu bir zihniyetin etkisi altına alınır. Ancak yetişkinlerin basmakalıp tavrını kabullenmemekte kararlı dayanışmacı mustanglar, yeniden özgür olmak için ne gerekiyorsa - en azından tam anlamıyla hapishaneye çevrilmiş bir evde elden ne geliyorsa!- yapmaya hazırdırlar. Tabii isyanları Türkiye’nin adaletsiz ve amansız gerçekliğini ne kadar aşabilirse…Yetimhanede başlayıp, kabare şarkıcılığına uzanan daha sonra da dünyanın en önemli modacısı olma yolunda ilerleyen, masal gibi bir hayat.Gerçek adı Gabriella Chanel olan Coco Chanel'in Paris'e taşınmadan ve ünlü olmadan önceki yaşamından kesitleri sergileniyor.Parası, işi ve geleceğe dair hiçbir umudu olmayan Erin Brockovich, çok zor bir durumdadır. Hiç suçu olmadığı bir araba kazasına karışan Erin, bir anda kendisini daha da kötü olayların içinde bulur. Hiçbir seçeneği kalmayan Erin, avukatı Ed Masry'nin ( Albert Finney) hukuk bürosunda çalışmak için onu ikna eder. Burada çalışırken gayrimenkul dosyalarındaki bazı tıbbi kayıtlara rastlar. Kafası karışan Erin, aradaki bağlantıyı sorgulamaya başlar. Bu konuyu araştırmak için Ed'i ikna eden Erin, yöre halkının kullandığı suyun kirli olduğunu, bu gerçeğin onlardan saklandığını ve bu sebeple orada yaşayan insanların birtakım ciddi hastalıklara yakalandıklarını öğrenir.Andrew Lloyd Webber ve Tim Rice'ın çok sevilen sahne müzikalinden uyarlanan görkemli bir müzikal drama. Alan Parker'ın yönettiği filmde de öykü, Madonna'nın canlandırdığı Eva Duarte evini terkedip Latin şarkıcı Agustin Magaldi ile birlikte Buenos Aires'e gelir ve burada zaman zarfında Juan Peron'un karısı ve Arjantin halkının da kahramanı olur.Katherine Ann Watson (Julia Roberts), 1953 yılında sanat tarihi öğretmeni olarak California’dan New England’da bulunan Wellesley Kız Koleji’ne gelir. Dönem savaş sonrasıdır. En başarılı ve en iyi öğrenciler bu okulda okusalar da, okul ve kasaba oldukça muhafazakârdır. Öğrencilerine, yürüyecekleri yolun onlara gösterilmiş olan değil, kendilerinin seçecekleri yol olduğunu anlatmaya çalışan Watson, güçlü bir muhalefetle karşılaşacaktır.Jeanne D'Arc ( Milla Jovovich ), 1412 yıında Fransa'da sıradan bir köy olan Domremy'de fakir bir çifçinin kızı olarak dünyaya gelir. Yüzyıl Savaşları' nın tüm hızıyla sürdüğü o yıllarda Fransa, İngilizler tarafindan istila edilmekteydi. Aynı zamanda ülke içten içe birbirini yemekte ve bir iç savaşa doğru sürüklenmekteydi. Fransa'yı bu kara günde bir tek şey kurtarabilirdi; bir mucize!... O günlerde 13 yaşındaki Jeanne ise günlerini dua etmekle geçirmekte ve sık sık tanrısal ilhamlar aldığını iddia etmekteydi. En başından, Jeanne'in amacının ne oldugu kendisine söylenmişti aslında: Fransa'yı kurtarmak ve Fransa Kralı olacak olan Prens Charles ( John Malkovich )'a yardım etmek üzere seçilmişti.The Queen, son zamanların en şok edici olayının sır perdesini aralıyor. Güçlü kraliyet duvarlarının bir trajedi ile sarsılması sonucunda yaşananları, aydınlatıcı, derinden etkileyici ve dramatik bir dille anlatıyor. Gerçek olaylardan yola çıkılarak çekilen filmde, Prenses Diana’nın 1997 Ağustos’unda ani ölümüyle ne yapacağını şaşıran Kraliyet Ailesi ve İngiliz hükümetinin tutumu işleniyor. Prenses’in ölümünün ardından, İngiltere Kraliçesi (Helen Mirren) kendisini bir yandan seçimleri henüz kazanmış olan yenilikçi Başbakan Tony Blair (Michael Sheen) ile bir modernlik çalışmasının içerisinden bulurken diğer yandan da Diana’nın ölümünden sonraki tutumuna karar vermekte, gelenekleri arasında sıkışan bir haldedir. Ancak İngiliz halkı acı çekmektedir ve liderlerinin bu konuda ne yapacağını merakla beklemektedir. Kapsamlı röportajlar, derin araştırmalar, sağduyulu kaynaklar ve gerçek bir hayal gücüne dayanarak oluşturulan senaryosu ile The Queen, gücün yaşayan örneklerine bir bakış açısı oluşturuyor. Ayrıca modern dünyanın son muhteşem hükümdarını daha önce hiç görmediğiniz bir şekilde gözler önüne seriyor, hemde Diana’nın ölümüyle çılgına dönen medya, dönen entrikalar ve insani duygular arasına sıkıştırılmış bir insan olarak.Frankie Dunn ringlerde yaşadığı yıllar boyunca müthiş dövüşçüler yetiştirmiştir. Öğrencisi olan boksörlere öğrettiği en önemli ders ise kendi hayatı için de temel kabul ettiği, herşeyin üzerinde kendini korumaktır. Onu kızından soğutan ve uzak tutan acı deneyimi yüzünden uzun zamandır hiç kimse ile yakın olmamaya çalışmaktadır. Tek arkadaşı Scrap, onun spor salonuna göz kulak olmakta ve kaba dış görünümünün altında 23 yıldır yakasını bırakmayan bir affedilme beklentisi olduğunu bilmektedir ve bir gün Maggie Fitzgerald spor salonuna gelir.İşleri kötüye giden genç işadamı Fuat, ailesinin baskısıyla bir fabrikatörün kızıyla nişanlanır. Nişan töreninde gönülsüz davranışlar içinde bulunan Fuat köye yeni gelen edebiyat öğretmenini görünce ondan etkilenir. Fuat nişandan sonra her gün Aysel’i görmek için çaba harcar. Aysel başlangıçta mesafeli davranır. Fuat’la Aysel’in sevgileri günden güne gelişir. Fuat’ın mali durumunun giderek bozulması, Fuat’ın yakınlarının ve kasabalının baskısı üzerine Aysel bütün sorunların düzelmesi için gitmesi gerektiğini düşünür. Niyetine Fuat’a söyler ama Fuat baskılardan dolayı gitme diyemez.Çocukluk yıllarından beri çamaşırcı olarak çalışan Maud Watts (Carey Mulligan), birtakım tesadüfler sonucunda kadınların oy verme hakkıyla ilgili mücadele eden süfrajetlere katılır ve seçme hakkı için mücadele etmeye başlar. Bu durum kendi eşi ve etrafındaki ataerkil toplum tarafından hiç hoş karşılanmasa da Emmeline Pankhurst (Meryl Streep) gibi öncü figürlerin yönlendirmesiyle Maud ve etrafındaki mücadele arkadaşları barışçıl çözüm yollarından seslerini duyurmak için daha saldırgan eylemlere geçmeye karar verirler.Kırgız yazar Cengiz Aytmatov'un 'Kırmızı Eşarp' adlı romanından uyarlanmıştır. Kamyon şoförü İlyas, İstanbul'dan Asya'nın kaldığı köye gelir. Birbirlerine aşık olup evlenirler. Çocuklarının adını Samet koyarlar. İlyas, kamyoncu olduğu için sık sık yollara çıkar ve Asya, Samet'le yalnız kalır. Bir gün yine yola çıkan İlyas, eve dönmez. Asya, bu acıya dayanamaz ve oğluyla birlikte yollara düşer. Yolda Cemşit adında bir adamla karşılaşırlar. Cemşit onlara kol kanat gerer. Birlikte yaşamaya başlarlar. Bir gün İlyas karşılarına çıkar. Asya, artık bir seçim yapmak zorundadır.Yıllarca Türk halkının en sevdiği filmlerin başında gelen Selvi Boylum Al Yazmalım, 2010 yılında restore edilmiş haliyle yeniden vizyona girdi.Bir kadın için, sevdiği adama bütünüyle teslim olmuş ve bütün hayatının anlamını onun üzerine kurmuş hatta onunla nefes alırken, adamın bir hastalık nedeni ile çekip gidecek olması kolay kaldırabileceği bir şey değildir. Holly, kocasına aşıktır ve bir gün Gery ölümcül bir hastalığının olduğunu öğrenir. Tek istediği kendisinden sonra Holly için hayatı kolaylaştırmaktır artık. Bu vesile ile ölmeden önce bir sürü mektup yazar karısına. İşte bu mektuplar sayesinde Holly yeniden hayata tutunmayı öğrenecektir.Şu ana dek daha çok belgesel tarzında kariyerini sürdüren yönetmen Derek Cianfrance‘nin 1998 yılında çektiği Brother Tied’den sonra ikinci filmi (belgeseller hariç). Cesur ve abartısız bir anlatımın benimsendiği aşikar olan film; yıkılmakta olan bir evliliğin samimi ve yıkıcı bir portresinin dürüst bir değerlendirmesi olarak özetlenebilir.İki gerçek hikayeden yola çıkan film, farklı zaman dilimlerinde yaşayan ve kendi zaman dilimlerinde benzer mücadeler vermiş olan iki kadının hikayesini merkez alıyor. Zaman ve mekan olarak ayrı olsalarda hayatları iç içe geçen bu iki kadın, bizlere tutku ve cesaretle herşeyin başarılabileceğini gösteriyor. Başrollerinde sinemanın yaşayan efsanelerinden Meryl Streep ve başarılı oyuncu Amy Adams'ın yer aldığı filmde komedi, dram, romantizm gibi farklı türler bir arada kullanılmış...New York'lu çekici ve göz alıcı bir ev kadını, son derece gösterişli bir yaşam sürmektedir. Ancak parasını bu denli cömertçe harcaması nedeniyle büyük bir mali krizin içine sürüklenir ve iflas etmenin eşiğine gelir. Tek çıkış yolu ise San Francisco'da tanıştığı ve kendisine finansal anlamda yardım edeceğini düşündüğü adamı bulmak için San Francisco'ya gitmektir...Bir Hollanda kasabasında, güçlü ve hırslı kadın geçmişine bakar, ailesinin ve arkadaşlarının her zaman kendi evinde tek bir çatıda toplanmış olduğunu görür. Bu döngü üzerinde kafa yormaya başlar.Bir hikâyeyi çocukların gözüyle anlatmak sinemacıların sıkça başvurduğu bir yöntemdir. Eğer sinema bir hayal perdesiyse, yeri geldiğinde kurallarını büyüklerin koyduğu gerçek dünyanın anlamsızlığından da dem vurması gerekir. Bunu çocuklardan iyi kim yapabilir?Sinemamızın zaman içerisinde en beğenilmiş (ve şüphesiz en çok mendil ıslatmış) filmlerinden ikisi, Teyzem veUçurtmayı Vurmasınlar da aynı yöntemi kullanır. Ümit Ünal’ın senaryosundan Halit Refiğ’in sinemaya aktardığıTeyzem’in başkarakteri Müjde Ar’ın canlandırdığı Üftade’dir ama hikâyeyi yeğeni Umur’dan dinleriz. Ailesi başta olmak üzere yakın çevresi tarafından delirmeye terk edilen Üftade’yi sadece yeğeni anlamaya çalışır. Emekli astsubay üvey babasının baskısı ve tacizleri Üftade için hayatı bir nevi hapishaneye dönüştürmüştür ama kimse ona inanmaz. Kadının odasında dolaşan üvey babanın hayaletini sadece Umur’un görmesi boşuna değildir. Teyzesi daha ilk tanışmalarında onu sadece bir oyun dünyasına değil, evdeki otoriteye karşı bir ittifaka da çağırmıştır.Tunç Başaran imzalı Uçurtmayı Vurmasınlar’da ise anlatıcı bir yetişkindir ama başkarakter çocuktur. Bu kez sembolik bir hapishane söz konusu değildir; film kadınlar koğuşunda geçer. Annesiyle beraber hapis hayatı yaşayan beş yaşındaki Barış’ın en yakın arkadaşı siyasi suçlu İnci’dir. Filmin anlatısı, tahliye olduktan sonra İnci’nin Barış’la ilgili anılarını hatırlaması üzerine kuruludur ama merkezde hep çocuğun olan biteni nasıl algıladığı yer alır. Hapishane avlusuna tebeşirle çizilen bir uçurtmanın neden uçmadığını soran Barış’ın naifliği, gökyüzündeki bir uçurtmayı vurmaya çalışan hapishanedeki otoritenin saçmalığını da ortaya çıkartır.İki filmi birbirine yaklaştıran bir diğer unsur ise hem Umur hem de Barış’ın darbe dönemi çocuğu olmasıdır. 12 Mart’ın hemen ertesinde başlayan Teyzem, hikâyesinin geçtiği dönemden çok, çekildiği zamanın (1986) duygusunu, çaresizliğini yansıtır. Umur, geriye dönüp bakınca teyzesini kurtaramamanın üzüntüsünü taşır. Film bu yüzden karamsardır. Bir “12 Eylül filmi” olan Uçurtmayı Vurmasınlar çekildiği sırada ise ülkede sıkıyönetim sona ermiştir. Belki de bu yüzden Başaran’ın filmi, içerdiği tüm hüzne rağmen, geleceğe dair umutludur.Filmde, 1950’li yılların ortasında iki çocuklarıyla mutlu gözüken bir hayat yaşayan, ama konforlu bir yaşam elde edebilmek için göğüslenen baskılarla kendi gerçek arzuları arasında sıkışıp kalan, bir çiftin öyküsü anlatılıyor.