Şehitlik onun kabul edilmiş duası

1dk okuma

Şehadetinden bir ay önce televizyondaki bir şehit haberine ağlayan anneme, “Şehitlik ağlanacak bir makam değil, teklif edilse düşünmeden kabul ederim” dedi.

Haberin Devamı

Ocak 1972’de Hatay’ın Kırıkhan ilçesinde dünyaya geldi. Altı çocuklu Uzel Ailesi’nin üçüncü evladıydı. Daha çocukluk yıllarında becerileriyle dikkat çekmiş, muhitinde çok sevilir olmuştu. Bu yüzden midir bilinmez ilk öğrenim gördüğü Atatürk İlköğretim Okulu’nu ve 1992 yılında mezun olduğu Kırıkhan Lisesi’ni yürekten sevmiş, hatıralarını son gününe kadar hep tebessümle yâd etmişti.

Resim yapma kabiliyeti ve şiir yazan duygulu mizacıyla kardeşlerini de çok etkiledi. 90’ların ortasında Polis Okulu’nu kazanınca, yakın çevresi meslek tercihine şaşırmış, fakat o kısa sürede güven veren yüzüyle polislik mesleğinin tebessümü haline gelmişti. Her gittiği yere, Türkiye’nin her köşesine devletine
hizmet için gitti ve çok sevildi.

30 Mart 1996’da hayatını Bircan Hanım’la birleştirdi, bu evlilikten 1997’de Hilal, 2001’de Zeynep Sude adında iki kız, 2010’da Ahmet Reşit adında bir erkek evladı oldu.

Kendini geliştirmeye meslek hayatı sürerken de devam etti, 2004 yılında önlisansını tamamlayarak halkla ilişkiler mezunu oldu, 2009 yılında işletme fakültesinin dört yıllık işletme bölümünü bitirdi.

Hiçbir mesleki yükselme sınavına girmedi, halkın içinde güleryüzlü bir polis memuru olarak yaşamayı tercih etti. Onun bu iddiasız, sade, gösterişten uzak hali, kurduğu karşılıksız, yürekten dostlukların da izahı gibiydi.

Sen ecele inanıyor musun? Ecel bizi ölümden korur!
O gün saat 17.00 sıralarında TBMM Basın, Yayın ve Halkla İlişkiler Başkanlığı Başkan Yardımcısı olan kardeşi Reşit Uzel onu aradı. “Akşam için davet ettiğimde birazdan göreve gideceğini bu görevin severek bulunduğu Özel Harekât’taki son görevi olacağını, önceki gün genel müdürlüğe gittiğinde geçici görevinin bittiğini söyledi. Gece saat 22.00’dan sonra jet sesleri duydum. Dikmen’de ikamet eden bir arkadaşım aradı. Uçakların Meclis üzerinde sorti yaptıktan sonra yükseldiklerini bildirdi. Arkasından TBMM Koruma Daire Başkanı, sonra da Genel Sekreteri’ni arayarak durumu bildirdim. Bir sıkıntı vardı ancak ne olduğuna ilişkin bir bilgileri yoktu. İstanbul’daki Boğaziçi Köprüsü’nün jandarma tarafından Anadolu’dan geçişe kapatıldığı haberinin televizyona düşmesi üzerine aileme, ‘Dilim varmıyor ama bu bir darbeye benziyor, inşallah değildir’ dedim. Başbakan ve Cumhurbaşkanı televizyona bağlandı.

Bu sıralarda TBMM Başkanı’nın Meclis’e gelmekte olduğu bilgisini aldık. Evden çıkmaya hazırlandım. Kızım büyük bir endişe içinde, ‘Baba dışarıda uçaklar uçuyor, patlamalar oluyor. Bu ortamda sen bizi yalnız bırakıp dışarı mı çıkacaksın?’ dedi. Kızıma, ‘Sen ecele inanıyor musun?’ diye sordum. ‘Evet’ demesi üzerine ‘Merak etme, ecel bizi ölümden korur. Eğer ecelimiz gelmişse evde de bizi bulur, gelmemişse hiçbir şey olmaz’ diyerek evden çıktım.”

Hastaneye yaralı olarak sevk edilmişti
“Bu sırada eşim arayarak Özel Harekât Dairesi’nde görevli olan kardeşime ulaşılamadığını bildirdi. Arıyor, cevap alamıyordum. Koruma daire başkanı ve müdürleri, Özel Harekât’ta durumun iç açıcı olmadığını, 17 şehit haberinin olduğunu söylediler. Telefonun zaman zaman meşgul olması sabaha kadar bir ümit içinde kalmama neden oldu. Arkadaşının hastanede aradığını ancak bulamadığı haberini almam da teselli ediciydi.

Saat 23.00 civarında telefonda konuştuk. Depolarının vurulduğunu ancak kendisinde bir şey olmadığını bildirdi. Sonra Jandarma Genel Komutanlığı’nın darbeciler tarafından ana üs olarak kullanıldığı bilgisinin alınması üzerine Özel Harekât Daire Başkanlığı’na oraya bir operasyon timinin sevk edilmesi talimatı verilmiş. Bu tim henüz hareket etmeden mühimmat ve teçhizat yükleme sırasında F-16’larla 500 kilogramlık bombalarla vuruldu. Bu sırada kardeşimin yaralı olarak hastaneye sevk edildiğini, orada üçüncü sırada şehitler listesine kaydedildiğini öğrendik.

Sığınakta telefon çekmiyordu. Aynı zamanda şarjım da çok azalmıştı. Sabah namazından sonra bir ara 1. bodrum kattaki berber salonunda temin ettiğim bir cihazla telefonumu biraz şarj ettim. Sabah 06.30 sıralarında haberleşme sağlamak üzere sığınaktan çıktım. Kardeşim Hurşit’in kayınbiraderi arayarak kardeşimin gece hastaneden telefon eden polis arkadaşından şehit olduğuna ilişkin bir haber aldıklarını söyledi. Nizamettin Bey’i aradığımda; Gölbaşı hastane kayıtlarında kardeşim Hurşit’in şehit olduğuna dair bir tespit olduğunu bildirdi.”

‘Şehitlik ağlanacak bir makam değil’ dedikten bir ay sonra...
“Kardeşim doğayı, toprağı ve hayvanları çok severdi. Bir tarla alarak çiftlik kurmayı çok isterdi. Şimdi ebedi olarak bu hayaline kavuştuğunu düşünüyorum.
Biz onunla hep hayalini konuşurduk. Projelerini dinler, görüşlerimi paylaşırdım. Kimi zamanlar bizde ya da kendisinin evinde görüşürdük. Bazen de pikniğe giderdik.

Bugünden bakınca şehitlik onun kabul edilmiş duasıydı diyebiliriz. Şehadetinden bir ay önce televizyonda gördüğü bir şehit haberine ağlayan anneme, ‘Şehitlik ağlanacak bir makam değil, bana bugün şehitlik teklif edilse hiç düşünmeden kabul ederim’ diyor. O bu cümleyi kurduktan yalnızca bir ay sonra bu topraklar için canını verdi. Öyle zannediyorum ki dünyaya bir daha gelse aynı gaye için can vermeyi seçerdi. Yazdıkları arasında eşinin bulduğu şu iki mısra durumu özetliyor sanırım:

‘Oluk oluk akacağız kan gibi
Bu birliği yaşatacağız insan gibi’...

Kendi halinde yaşayan biriydi Hurşit Uzel. Telefonunda bir çiftlik oyunu vardı ve orada sanal çiftliğini kurmuş, bakımını yapıyordu. Bir de Necip Fazıl’ın şiirlerini seviyordu.”