Annesi Meral Kocakaya oğlunu; ailesine, değerlerine ve geçmişine düşkün, Osmanlı âşığı, büyükle büyük, küçükle küçük olan, elinde yarım ekmeği olsa onu bile paylaşan biri olarak tarif ediyor. Kuzenleri kendisiyle yaşıt olduğu için onlarla zaman geçirir, arkadaşa pek ihtiyaç duymazdı. Bütün kuzenler toplanıp özellikle Mavigöl’e pikniğe gitmek en sevdiği şeylerden biriydi.
Türk kahvesini sevdiğini herkes bilirdi. Bir başka özelliği, “Cennet annelerin ayağının altında, cenneti öpüp koklayayım” diyerek annesinin ayağını öpmeye çalışmasıydı. Annesi, “Beni kucağına alıp gezdirmeye çalışırdı” diye anlatırken, anne-oğul, baba-oğul gibi değil, oğullarıyla arkadaş gibi olduklarını söylüyor.
“Ben şehit olacağım...” Kocakaya’nın küçüklüğünden beri ağzından düşürmediği bir söz bu. Ailesi, bu isteğini başta çocukluğuna veriyordu ama askerliği Doğu’ya çıkmayınca öyle üzüldü ki ciddi olduğunu anladılar. Hatta dilekçe verip Doğu’ya gönderilmesini istedi ancak babası buna müsaade etmedi. Mehmet Kocakaya, 15 Temmuz’da hayatını kaybetmeden 10 gün önce, dedesinin kabrini ziyarete gittiklerinde mezar taşını öpüp, “Bekle, ben de geliyorum” dedi.
Darbe teşebbüsünün olduğu gün, Genelkurmay Başkanlığı’nın önündeyken annesiyle konuştular. Saat 02.00’ydi ve bu, son konuşmaları oldu. Meral Kocakaya anlatıyor:
“Aradı, ‘Anne benim içim yanıyor, içim yanıyor. Anne polislerimiz şehit oluyor, ben duramıyorum’ dedi. Telefonu kapattı. Bir daha da ulaşamadım. Sabah bacağından vurulduğunu, ameliyata alındığını söylediler. Ben Bursa’daydım. Ankara’ya doğru yola çıktığımızda herkes arıyordu ama insan konduramıyor... Kız kardeşim aradı, gayet sakin konuştu. ‘Bir şey olmuş olsa kardeşim böyle sakin konuşmaz’ diye düşündüm. İnsan inanmak istemiyor. Ama otogara gelip de kardeşimin eşi gözüme bakamayınca işte o zaman anladım onu kaybettiğimizi...”
Meral Kocakaya, oğlunun olmadığı koca bir yılı nasıl geçirdi, hiç anlamadı. Hâlâ inanamıyor. “Sanki gelecek gibi” diyor, “Uzay boşluğunda gidersin ya, aynı öyle gibi. Sanki gelecek..
Oldubitti hayvanları çok seviyordu. Nihayet veteriner hekim olduğunda ondan mutlusu yoktu. Niğdeli Ramazan Konuş, Bandırma İlçe, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü’nde görev yapıyordu.
Geçen temmuzda yeğeninin sünneti için Bandırma’dan Niğde’ye gidecekti. Ankara’da iki günlük molaya karar verdiler. 15 Temmuz günü, eşi Hacer ve kızı Rüveysa ile birliktelerdi. Darbe teşebbüsü haberini aldıkları gibi Genelkurmay Başkanlığı’nın önüne gittiler. O anlarda Facebook’una “Bu gece milletin dirildiği gün olacak inşallah” yazdı. Bir duvarın üstünde el ele tutuşup bekliyorlardı. Birden üzerlerindeki helikopterden ateş açılmaya başladı. Hacer Konuş, tam “Gidelim” demek için başını çevirmişti ki eşinin son nefesini verdiğini gördü.
Kardeşi Nazmi Konuş, abisini kaybettikten sonra babasını da kaybetti. “Öyle zor ki... Ben her şeyimi bir anda kaybettim. Önce kardeşimi, birkaç gün sonra da onun acısına dayanamayan babamı” derken sesi titriyordu.
Kendisi de üzüntüden hastalanan ve 45 gün yatan Konuş, “Kardeş acısı hiçbir şeye benzemiyor, gerçekten. Acısı, bugünkü gibi sıcak. Temmuz ayı geldi. Arıyorlar, programlara davet ediyorlar ama gidemedim. Cumhurbaşkanımız Külliye’ye çağırdı, ona bile söz veremedim çünkü iyi değilim. Üzüntüye boğulduk, boğuluyoruz. Diyanet İşleri Başkanlığı, annemi umreye götürdü ama annem 72 yaşında olduğu için refakatçi olarak ben de gittim. Orada da yine şehit aileleri vardı. Hiçbirimiz için kolay değil” diyor.
Nazmi Konuş, ayrı şehirlerde yaşadığı abisiyle yılda iki kez görüşebiliyordu. Ama sık sık konuşuyor, haberleşiyorlardı. “Kardeşimi nasıl özlediğimi tarif edemem. Temmuz ayındayız. Çocuklar tatile girdi. Ben bekliyorum ki abim gelecek” diyor.