O gece İstanbul’da Dolmabahçe ofisinde görüşme ve çalışmalarımı tamamladım. Saat 21.30 dolayındaydı. Tuzla’ya gitmek üzere harekete geçtik. 15 Temmuz Şehitler Köprüsü’nden geçtim. Kozyatağı gişelerine 100-200 metre mesafe vardı ki koruma müdürü, “Efendim, köprüyü kapatmışlar” dedi. Kim kapatmış, “Askerler”. Ne o, “Darbe oldu, sıkıyönetim ilan edildi. Herkes evine gitsin” diye uyarı yapmışlar. “Bu ne kepazelik, oyun mu oynuyorlar? Böyle şey olur mu? Dönün geriye” dedim. Arkadaşlar dedi ki, “Efendim biz bunu yapamayız, orada ne oluyor, ne bitiyor anlayalım. Çok büyük bir risk. Ondan sonra gerekirse gidelim. Neyle karşılaşacağımızı bilmiyoruz. İşi hafife almamız doğru olmaz” diye çok ısrar ettiler. Dönmedik, eve doğru devam ettik. Başbakanlık protokoldeki arkadaşların Beylerbeyi’nde aracını durdurmuşlar. Bir asker tarafından camları kırılmış, görevliler darp edilmiş. Tuzla’ya geldik. Eve gittim, önce İçişleri Bakanı’nı aradım. Sonra Genelkurmay Başkanı’nı aradım.
İçişleri Bakanı’nınkine ulaşılamıyor, Genelkurmay Başkanı’nınki çalıyor ama cevap vermiyor. Daha sonra Cumhurbaşkanımızı aradım, görüştüm. Daha sonra MİT Müsteşarı’nı aradım, onunla da görüştüm.
Sonra beni arayanlar oldu. Bu görüşmeler, takriben 21.50 ile 22.50 arasındaki bir saat içerisinde hepsi. MİT Müsteşarı ile zannediyorum 22.30-23.00 arasında, 22.40 da olabilir. Ankara Valisi’ni, Emniyet Genel Müdürü’nü, İstanbul Valisi’ni, İstanbul Emniyet Müdürü’nü aradım. Bütün bunları aradıktan sonra da Cumhurbaşkanımızla da o ara görüştüm. İşin FETÖ’cülerin işi olduğu konusunda bir kanaat oluştu bizde.
- Hayır. MİT Müsteşarı’ndan o bilgiyi alamadık.
O zamana kadar net bilgi değil, daha çok kanaat çerçevesinde herhalde...
- Tabii tabii, etraftan aldığımız bilgilerle bir karar oluşturmamız, bunun adını koymamız gerekiyordu. Cumhurbaşkanımızla görüştük, onun da o kanaatte olduğunu gördük. Bir şeye karar verdik. Dedik ki, ölmek var, dönmek yok. İşin sonu nereye giderse gitsin mücadele edeceğiz. Asla pes etmek, teslim olmak yok. Ondan sonra kendisiyle birkaç görüşme daha yaptık. Emniyetle ilgili ne planladıklarıyla ilgili. İşin adını koyduktan sonra 23.05’te bir açıklama yaptık. İlk açıklama o. Daha sonra bu ara partimizin teşkilat başkanı, milletvekilleriyle görüştüm, bakanlıktan bir kriz masası oluşturduk, müsteşara görev verdim, arkadaşlarımıza, danışmanlarımıza görev verdik. Milletvekillerini Meclis’e yönlendirdik. Bakanları Başbakanlık’a yönlendirdik. Bir faaliyet başladı. Yani gece boyunca biz ne yapmışız diye bakıyorum. Arkadaşlar çıkarmışlar, 12 saat içinde 196 telefon görüşmesi yapmışız. Yaklaşık 10 saat sürmüş. Bu görüşmeler daha ziyade olayların takibi ve ne yapılması gerektiğine yönelik gerekli talimatlar.
Müsteşar ‘Yok’ dedi
İlk görüşmelerde, ilk darbeye yönelik darbe bilgisi ya da kanaatini kimden aldınız?
- Esas kanaati kendim oluşturdum. Cumhurbaşkanımızla istişare ederek, beraber konuştuk, bunun FETÖ’cülerin asker içerisinde bir kalkışması olduğu kanaatine vardık. Bilgiler bize intikal etmedi. Ne bana ne de Cumhurbaşkanı’na...
Müsteşar da o anda söylemedi. O anda darbeyle ilgili de bir şey söylemedi. Ben kendisine sordum, “Darbe oluyor, ne yapıyorsun?”, “Yok” dedi, “Bir şey yok, normal biz çalışıyoruz” dedi bana. Oradaki iş farklı bir şey.
Kanaati oluşturacak parametreler neydi?
- O İstanbul ve Ankara’daki kollukla ilgili arkadaşlarla yaptığım görüşmeler, aldığım sınırlı bilgilerle bunları sentez ederek işin adını koydum. O anda doğru da olabilirdi, yanlış da.
Ama kamuoyu bir şey bekliyordu bizden. Bu nedir? Bir panik var, insanlarda tedirginlik var. Biz dedik ki “Bu bir grubun kalkışmasıdır, silahlı kuvvetlerin emir komutasıyla yapılan bir iş değildir. Gereken yapılacaktır, bunlar hesabını, cezasını en ağır şekilde verecekler. Milletimiz rahat etsin, hiç merak etmesinler, bu işi halledeceğiz”. Ondan sonra Cumhurbaşkanımızla milletin de meydanlara inmesi yönünde bir karara vardık. Onun duyurusunu kendisi yaptı, böyle konuştuk. Birlikte karar verdik gayet tabii.
Bir yandan bizim hükümet olarak eldeki imkânlarla yapmamız gereken işlemler var, bu kalkışma, darbe girişimini başarısız kılmak, bastırmak için. Bir yandan da toplumu hem bilgilendirmek hem de toplumun desteğini alma ihtiyacı var. Hatta o ara beni Bahçeli aradı. İki aramış ulaşamamış. Kılıçdaroğlu, Doğu Perinçek aramış, ulaşamamış. Bahçeli, “Biz sizin yanınızdayız, sonuna kadar destekliyoruz” dedi. Ben “Parti taraftarlarınızı da artık meydanlara çağırıyorum. Bu artık parti meselesi olmaktan çıkmıştır. Bu artık memleket, bağımsızlık meselesi haline gelmiştir” dedim. Doğrusu çok olgunlukla karşıladı.
Kılıçdaroğlu da aynı şeyi söyledi. “Yanınızdayız, demokrasiden yanayız” dedi. Teşekkür ettim, ona da dedim, “Meydanlara inelim”. Bana verdiği cevap tabii ilginç. Dedi ki “Tamam insanları çağıralım da onların güvenliğini kim sağlayacak?” Dedim ki “Sayın Genel Başkan, bu güvenlik meselesi mi? Memleketin güvenliği, milletin geleceğini konuşuyoruz. Burada var olma, yok olma meselesiyle karşı karşıyayız. Millet kendi güvenliğini sağlar” cevabı verdim.
O sırada Kılıçdaroğlu’nun nerede olduğu bilgisi var mı?
- Sanıyorum İstanbul’a gelmiş. Aradığımda herhalde havadaydı. Zannediyorum İstanbul’a inmişti. Nerede olduğunu sormadım. İstanbul’da olduğunu daha sonra öğrendim. Nasıl öğrendim?
Bizim Hayati Yazıcı ile beraber gelmişler, indikten sonra benim telefonuma cevap verebildi. Konuştuğumuzda İstanbul’daydı.
İkna olmadı mı Kemal Bey?
- Ondan sonra bir yorum yapmadı. Ama aramızda böyle bir konuşma geçti. Bir yorum yapmadı ama tabii ben o yorumu o zaman da yadırgadım, cevabını da verdim. Tamam neticede her şey normal şartlarda bir yürüyüş olur, miting olur, şu olur bu olur, bu tip meseleler hassasiyet kazanabilir.
Ama biz bir darbeye karşı toplumsal refleks oluşturuyoruz, karşı duruş oluşturuyoruz. Orada artık bunun hesabı olmaz.
Talimatlarınızı dinlemeyen oldu mu?
- Var tabii, çok oldu. Meğer konuştuğumuz adamlar işin başındakilermiş. Orada ilginç olan çok ayak dirediler. Uçaklar alçak uçuş yapıyor, Meclis’i bombaladılar, Külliye’ye ateş açtılar, bomba indirdiler. Özel Kuvvetler’e, İstanbul’a tarama yaptılar falan. Bunlarla ilgili epey bir mücadele ettik. Bunların, bu uçakların çekilmesi, bombalamaların, saldırıların durdurulması için orada vurun dedik, yazılı emir istediler. Biz de dedik ki “Bu söylediklerim hep yazılı emir ya bunu yaparsanız ya da ben sabah size gösteririm. Bu iş bitecek ve bunun hesabını siz vereceksiniz”.
“Balıkesir’de uçağımız yok, Diyarbakır’da yok, Bandırma’da yok, Dalaman’da yok.” “Nerede var?” “Erzurum’da.” “Peki Erzurum’dan gelsin.” “1.5 saat sürer”, “Tamam olsun”, “Efendim uçaklar yüklü değil”. Yüklüden kasıt da bomba. “Peki yükleyin, ne kadar sürer? Olsun” dedim, “2 saat sürsün”. Sonra 3 uçak geldi. İşin seyrini değiştiren o uçaklardı. Ankara’daki saldırıları, bombaları baskıladı, helikopterleri uzaklaştırdı.
Onlara “Vurun” dedim. Bu sefer “Meskûn mahal, şu olur bu olur” dediler. “Vurun, vurmayacaksanız, risk görüyorsanız baskılayın çıkarın. Şehir dışına çıkarın. Çıkaramazsanız da vurun.” O baskılama işini yaptı o uçaklar. Olayın Akıncılar’dan yönetildiğini fark ettik. Ve Akıncılar’ın bombalanması zaten gündüze kaldı. Cumhurbaşkanımız da gelmişti. İstanbul’da kriz merkezindeydi. Müdahaleleriyle o ara Genelkurmay Başkanvekili atamıştık. Yaklaşık, 06.00-06.30 civarı. Bundan sonra Genelkurmay Başkanvekili Ümit Dündar’la beraber çalıştılar ve orada o emir de verildi. Pistin etrafı bombalandı. Bundan sonra işin sevk ve idaresi bitti. Hulusi Akar, zannediyorum 09.00 civarında geldi. Tabii o demek ki biz Genelkurmay Başkanvekilliği’ne atama yaptıktan sonra bizim başdanışman Murat Bey’i aramış. Bilinmeyen bir numara, açtılar. Bana haber verdi, Genelkurmay Başkanı’nın benimle görüşmek isteğini. Ben gece boyunca çok uğraştım, görüşemedim onunla. Görüştüm. “Beni bıraktılar, ne yapayım” dedi. “Başbakanlık’a, Çankaya’ya aldıralım” dedim.
Hiç acaba dediniz mi?
- Hiç. Zerre kadar umutsuzluğum olmadı. İlk anda da. O kadar rahat işin adını koyduk. Hatta FETÖ’cü olduğunu da koyduk da baştan söylemedim. Bilerek söylemedim. Bir grup diye söyledim ki sanki bunlar biliyordu gibi laflar olmasın diye. Daha sonraki açıklamalarımızda isimle telaffuz ettik.
Bunlar 30 Ağustos’ta tasfiye edileceklerini biliyor muydu? Onu bildikleri için mi öne çektiler?
- Ağustos 2016’da YAŞ’ın çok çetin geçeceğini herkes biliyordu. Ondan önce de HSYK ile ilgili yasa değişikliği oldu. Tam bir hafta önce bütün Danıştay’ın, Yargıtay’ın hâkim ve savcı sayısı yarıya kadar indirildi. Orada da ses soluk çıkmadı. En büyük tasfiye oydu. 30 Ağustos’a gelmedi daha, bugünleri, şûra hazırlıklarını konuşuyorduk. Oraya kadar gidemedik. 15 Temmuz’da darbe girişimiyle karşılaştık. YAŞ için ciddi çalışma vardı. İçeride bunu gördüler, onun için erkene almış olabilirler ama onlar bilgiye dayanmıyor. Zannediyorum biz o gün MGK yapacaktık. 12’sinde MGK Genel Sekreteri bana gündemi getirdiğinde iç güvenlik, dış güvenlik, terörle mücadele vs. sunumlar dedim ki “FETÖ’yle ilgili bugüne kadar ne yapılmış, ne mücadele yapılmış ve yapılması planlanan mücadele nedir bununla ilgili de Silahlı Kuvvetler sunum yapsın” diye madde ilave ettim. Tabii bu nasip olmadı. O 15’inde bu meseleyi kapsamlı ele alacaktık bu MGK’da. Bana da onu darbeden sonra MGK Genel Sekreteri hatırlattı. “Bakın, böyle madde ilave ettirmiştiniz, ben de bunu ilgili kurumlara ilettim fakat yapılamadı” diye.