Alternatif tatiller

Tatil zamanı kapıyı çaldı. Çoğunuzun güneşli, denizli bir tatil planladığı biliyorum. Ama benim bir önerim var. Tatilinizi ikiye ayırın. Birinci bölümde tembelliğin tadını çıkartın. İkinci bölümde ise günlerinizi keşfetmeye ayırın. Bu yaz alternatif tatil yapmak isteyenlere bir rota çizdim. Gezmeli, görmeli, yemeli içmeli bir rota bu. Sanırım yolculuğunuz bittiğinde anlatacak epey konu biriktirmiş olacaksınız.

“Tatil” kelimesi Türk halkı üstünde adeta bir “şartlı refleks” etkisi yapıyor. Bu kelimeyi duyanların aklına önce yaz ayları, ardından güneş, kumsal, deniz geliyor. Bütün program buna göre yapılıyor. Seçilen tatil mekanına gidiliyor, gölgelikte veya güneş altında akşama kadar yatılıyor. Arada bir denize giriliyor. Tüm sağlık kaygıları bu süre içinde bir kenara bırakılıp bol bol yenilip, içiliyor. Sonra eve dönülüp, bir sonraki tatile kadar, bir önceki tatil anlatılıyor, “ne kadar güzel dinlenildiği” vurgulanıyor.
Önce şunu sormak lazım: Çalışırken bedenimiz mi, yoksa beynimiz mi yoruluyor?.. Sanırım hemen hemen hepinizin yanıtı, “beynimiz” olacak. Peki “beyniniz” güneş altında yatarak dinlenir mi?.. Tabii ki hayır. Ben yorulan beynimi, onu şaşırtarak dinlendiririm. En çok da Anadolu yollarında gezerken şaşırırım. Size de bu tür alternatif yolculukları tatilleri- öneririm.
Anadolu’da yaptığım “Lezzetli Gezileri” okuduktan sonra, aynı rotaları izlemek isteyen bir çok okurum Anadolu’daki gezi koşullarını sorar oldu. Tabii bu sorular, başta İstanbul olmak üzere İzmir ve Ankara’dan geliyordu. Bütün bu soruları hemen hemen aynı cümle ile yanıtlıyorum: “Çekinmeyin, hemen yola çıkın...” Bu devirde Anadolu’da gezmek gerçekten de sorun değil. Her kentte hatta ilçede temiz otel bulmak artık mümkün. Lokantalar temiz ve lezzetli mönülere sahip. Yola çıkmadan önce internette gideceğiniz yer hakkında araştırma yapma olanağınız var. Her kentin hem belediye hem valilik tarafından hazırlanmış sitelerinde istediğiniz bilgiye ulaşmanız mümkün. Hatta bu sitelerde, kentteki otellerin ve lokantaların sayfalarına girerek daha detaylı bilgi edinebiliyorsunuz.

ŞEHZADELER KENTİNDE

Bu hafta size, bu ayın başında çıktığım yolculuğu anlatacağım. Daha doğrusu tatilimi nasıl geçirdiğimden bahsedeceğim.
İstanbul-Amasya arası, yolculuğumun ilk etabıydı. Yol boyu öylesine çok şaşırtıcı manzara ile karşılaştım ki, 700 kilometrenin nasıl geçtiğini anlamadım. “Şehzadeler Kenti” Amasya’nın kalesini, kral mezarlarını, tarihi konaklarını, medrese ve camilerini gezerken bugünden uzaklaştım. Geçmişin izini sürmenin keyfinin yaşadım. Ayrıca damak çatlatan yöre yemekleriyle tanıştım. Örneğin elle çekilerek açılan yufkayla yapılan haşhaşlı yoğurtmacın, baklalı sarmanın, ünlü Amasya çöreklerinin tadına doyamadım.
İkinci etabımda Karadeniz vardı. Samsun’dan başlayarak kıyı kıyı Sarp kapısına kadar uzun ve zorlu bir yolculuk yaptım. Geçtiğim kentlerin antik zamandaki isimlerini öğrendim, o dönem yaşamları hakkında bilgi edindim. Savaşçı kadınlar Amazonlar’ın Samsunlu olduğunu, On Binler Ordusu’nun Ordu’dan denize açıldığını, kirazın tüm dünyaya Giresun’dan yayıldığını ve daha bir çok bilgiyi bu gezi sırasında edindim. Yani yaptığım kilometrelerle birlikte, beyin kıvrımlarında biriken bilgi sayısı da arttı.
Bu etapta da lezzetli yemeklerle tanıştım. Örneğin Samsun’da yediğim balıkların, Fatsa ve Bafra pidelerinin, Ordu’da yediğim karalahana çorbasının ve Vonalı Celal’in turşularının, Giresun’da yediğim telkadayıfının tadını hâlâ unutamadım.
Karadeniz’le ilgili öğrendiklerim, sadece geçmişle, bugünle ve yemekle sınırlı kalmadı. Çıktığım yaylalarda fındık, çay üreticilerinin sorunları da bilgi dağarcığımın bir köşesine yerleşti. Yaylaları gezince, böylesine büyülü güzelliği daha önce neden görmediğime hayıflandım. Fındık ormanlarına, zirvelerden set set inen çay bahçelerine bakınca, yeşilin ne kadar çok tonu olduğunu fark edip, şaşırdım. İnsanlarının konukseverliğine hayran kaldım. Strabon’un bahsettiği acı balın öyküsünü ve hâlâ önemli bir besin kaynağı olduğunu, o yaylalardaki insanlardan öğrendim.
Rize’de oturduğum her sofrada ayrı bir yemeğin tadına baktım. En lezzetli kuru fasulyenin, laz böreğinin, karalahana sarmasının, hamsili ekmeğin, kaygananın burada pişirildiğine şahit oldum. Trabzon’da Akçaabat köftesine doyum olmadığını öğrendim.

KARADENİZ’DEN DOĞU’YA

Karadeniz’den sonra Hopa’dan sapıp, deli deli akan Çoruh Nehri’yle yarışarak, yokuşlar ve ormanlar kenti Artvin’e vardım. Civardaki ormanlarda her gün yeni bir bitki türünün bulunduğu, Kafkas Arıları’nın ballarının neden bol ve lezzetli olduğu konularında bilgi sahibi oldum. Dağların yüceliğine hayran oldum.
Kıvrıla kıvrıla giden yollardan zirvelere ine çıka Erzurum’a vardım. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Beş Şehir” adlı kitabından “Erzurum” bölümünü, kenti seyrederek okudum. Karnım acıkınca Cağ kebabına sarıldım. Ağzımı tatlandırmak için kadayıf dolmasından yedim.
Sonra Ağrı üstünden Doğu Beyazıt’a geçtim. İshak Paşa Sarayı’nın güzelliği, Ağrı Dağı’nın görkemi karşısında kendimden geçtim. Van Gölü’nün mavi sularında karlı zirvelerini seyreden Süphan Dağı’nın heybetine hayran kaldım. Nemrut Dağı’nın zirvesine çıkıp, turkuvaz renkli krater gölünü kuşbakışı seyrettim.
İpek yolu üstündeki kervansaraylarda dura kalka Malatya, Kayseri, Konya, Göreme, Afyon üstünden İstanbul’a döndüm. Malatya’da kağıt kebabı ve taş fırında pişen tava kebabıyla, Kayseri’de mantı ve yağlamayla, Konya’da etli ekmek, bamya çorbasıyla, Niğde’de Niğde Tavası’yla damağımı şenlendirdim.
10 gün süren yolculuğumda, tam 4658 kilometre yol yaptım. Ne kadar keyifli bir tatil geçirdiğimi anlatamam. Bu tatil sırasında rotamın üstünde, bir sürü yabancı gezgine rastladım. Doğayı, tarihi hayran hayran izlediklerini görünce çok keyiflendim. Ama bu güzellikleri görmek için yola çıkmış Türk gezginlere pek rastlamadım.
Size de bir tatilinizi, benim gibi yollarda geçirmenizi hararetle öneririm. O zaman başta da belirttiğim gibi, beyninizin ve yaşam akünüzün taze enerji ile nasıl dolduğunu göreceksiniz. Vücudunuzun yorulmasına aldırış etmeyin. Bir gecelik derin bir uykuyla, yorulan kaslarınızı dinlendirebilirsiniz.

Yazarın Tüm Yazıları