Paylaş
Evet çok değerli okurlar, bugün yuva yıkma konusunun hukuktaki yerini sizlerle incelemek istedim. Geçen haftaki yazımda, toplumda düzenleyici hukuk dışındaki olguların, hukuk ile ne kadar uyumlu olur ise, hukuk sisteminin toplumda o kadar beğeni toplayacağını vurgulamıştım. Toplumumuzda çeşitli söylemler vardır. Bu konuda en yaygın olanı ise “Yuva yıkanın yuvası olmaz.” söylemidir. Yani toplumumuz bir yuvanın yıkılmasını hoş karşılamamaktadır. Peki, bunun hukuktaki yeri nedir? Bu konunun hukukta yeri varmıdır? Varsa nasıl? Bu sorulara yanıt ararken pek bilinmeyen bir konuya değinmiş olacağımızı da vurgulamak isterim.
Bu günkü konumuza geçmeden önce yine bir konuyla alakasından dolayı ve sadece bilinmemesi değil yaygın yanlış bilinmesi sebebi ile inceleyelim.
Türk Medeni Kanunu boşanmanın gerçekleşebilmesi için aşağıdaki sebepleri kabul etmiştir.
1. Zina
2. Hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranış
3. Suç işleme ve haysiyetsiz hayat sürme
4. Terk
5. Akıl hastalığı
6. Evlilik birliğinin sarsılması
Hukuk bu altı nedenle evlilik birlikteliğinin sona erdirebilmesi imkanı tanımış iken; Aile Mahkeme’lerinde her nedense neredeyse sadece tek nedene dayalı olarak boşanma davası açılmaktadır. “Şiddetli geçimsizlik sebebi ile evlilik birlikteliğinin temelden sarsılması ve çekilmez bir hale gelmesi.” Bu boşanma sebebi değildir. Yukarıda sayılı olan boşanma sebeplerinin sonucunda evliliğin vardığı sonuçtur. İşte bu sonuca ulaşıldığında boşanma gerçekleşir. Ancak sebep ile sonuç birbirine karıştırılmaktadır. Zaten yeterince karmaşık ve anlaşılmaz olarak görülen hukukta vatandaşın kafası iyice karmaşık bir hale gelmektedir. Özet olarak sebep ve sonucun bir arada yazıldığı boşanma sebebi aslında “evlilik birlikteliğinin sarsılması” sebebinden başkaca bir sebep içermemektedir. Halbuki diğer boşanma sebepleri de aynı sonucu doğurabilmektedir. Yani neredeyse boşanma davalarını %100 ü “evlilik birliğinin sarsılması” nedenine dayalı olarak açılmaktadır.
Bu girişten sonra bu günkü konumuza devam edelim.
Aldatma tabiri ile anılan, bir eşin, diğer eşe karşı, yasaların yüklediği sadakat görevini ihlal etmesi olarak tanımlanabilecek davranışı, yasalarımız kabul etmemektedir. Aldatan eş açısından kusurlu olmasından bahisle, aldatılan eşin haklı sebebe dayalı boşanma davasının kabul edileceği açıktır. Bu yukarıdaki birçok sebebe dayandırılabilir. Haklı sebebe dayalı boşanma davasını açan tarafın boşanma davasının kabul olacağı gibi aynı dava içerisinde talep edeceği manevi tazminatında (mahkemenin uygun göreceği miktarda) kabulü sonucunu doğuracaktır. Bu aldatma davranışı haksız fiil olup; kusur olarak kabul edilmektedir.
Şimdi müsaadenizle soru-cevap şeklinde bir zihin jimnastiği yapalım.
Soru: Bu haksız fiil kimin sosyal kişilik değerlerine saldırı niteliğindedir?
Cevap: Elbette ki evli olan diğer eşe karşı.
Soru: Bu haksız fiil tek başına mı işlenmiştir?
Cevap: Elbette ki hayır.
Soru: Bu haksız fiilin diğer ortağı kimdir?
Cevap: İki evli kişinin dışında kalan ve haksız fiili katılan üçüncü şahıs.
Soru: Peki bu üçüncü şahıs haksız fiile katıldı ise; bu haksız fiil de, diğer eşin sosyal kişilik değerlerine saldırı niteliğinde ise; bu saldırıya katılanlar saldırının zararlarını tazmin etmekten sorumlu ise; neden aldatılan eşler sadece bunu aldatan eşlerinden tazmin etmek yoluna giderler ve neden üçüncü kişiden tazminat talep etmezler?
Cevap: Bu sorunun cevabı ise sanırım aldatılanın böyle bir tazminatı üçüncü şahıstan da isteyebileceğini bilmemesidir.
İşte bundan dolayı bu tür bir dava açılıp kazanıldığında çok şaşırılıp hayret edilecek bir şey ortaya çıkmış gibi (aslında bilgisizliğimiz ortaya çıkıyor) hemen basında yer almaktadır. Başlık ise bellidir. “Metrese Tazminat” İşte bu sebeple bugün bu konuyu incelemek istedim. Bakın Yargıtay Hukuk Genel Kurulu bu konu hakkında nasıl bir karar vermiş.
''......Böylece, evli bir kimsenin evlilik dışı birlikteliği, diğer eşin sosyal kişilik değerlerine saldırı niteliğinde olduğu gibi, bu eyleme katılan kişinin eylemi de bundan ayrı düşünülemez. Dolayısıyla, bu eyleme evliliği bilerek katılan kişi de diğer eşin uğradığı zarardan sorumludur... Sonuç itibariyle, davalının davacının eşi ile evli olduğunu bilerek duygusal ve cinsel ilişkiye girdiğinin tarafların ve mahkemenin kabulünde olmasına göre; davalının sorumluluğu ahlaka ve adaba aykırılık nedeniyle gerçekleşen fiilden kaynaklanmakta; dava da yasal dayanağını haksız fiile ilişkin hükümlerden almaktadır...'' ( Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2010/4-129 Karar No: 2010/173)
Bu arada Metres kelimesinin anlamının “Evli bir erkekle nikahsız yaşayan kadın” olduğunu belirteyim. Ben yazımın başlığını bu yanlışlığa dikkat çekmek için “METRESE TAZMİNAT” olarak seçtim. Üçüncü şahıslar sadece kadın olmayabilir. Erkek de olabilir. Basın bu başlığı kullanmakla sadece kadın olan METRES diye tabir edilen üçüncü şahıstan tazminat istenebilir. Aldatılan erkeklerin kadın olan eşinden ve üçüncü şahıstan tazminat isteme hakkı ve alma imkanı yoktur gibi bir kanaat oluşturmaktadır. Bu da çok yanlıştır.
• Dikkat bu davalar Aile Mahkemeleri’nde açılmaz. Asliye Hukuk Mahkemeleri’nde açılır.
Bir dahaki haftaya görüşmek üzere en derin saygı ve sevgilerimle...
Paylaş