Paylaş
Evet hanımlar, hiç bir işte çalışmıyor olsanız da; bir kuruş geliriniz olmasa da; eşinizin malında hakkınız var. İşte size Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2008/2-432 E ; 2008/444 K sayılı içtihatından bir bölüm.
“............4721 sayılı Türk Medeni Kanunu, evi dışında çalışmayan ve herhangi bir geliri ve kazancı bulunmayan kadının, ev işlerinde sarfettiği emeğini, yasal rejim olan "edinilmiş mallara katılma rejiminde" diğer eşin bu mal rejiminin devamı süresince edinilen malları üzerinde, "katılma alacağı" hakkı (TMK m. 236 ve 239) tanımak suretiyle yasal karşılığa bağlamıştır. Yasanın 236. maddesinde yer alan hüküm gereği; "her eş veya mirasçıları, diğer eşe ait artık değerin yarısı üzerinde hak sahibi olurlar". 231. madde "artık değerin" ne olduğunu ve nasıl bulunacağını göstermiştir. "Artık değer, eklemeden ve denkleştirmeden elde edilen miktarlar da dahil olmak üzere, her eşin edinilmiş mallarının toplam değerinden, bu mallara ilişkin borçlar çıkarıldıktan sonra kalan miktardır. Değer eksilmesi gözönüne alınmaz" (m. 231). Katılma alacağının hesabında "eklenecek değerler" Yasa'nın 229. maddesinde, denkleştirmeden elde edilen miktarlar da Yasa'nın 230. maddesinde gösterilmiştir..........”
Eşiniz sizi evden mi attı? Çocuklarınızla ya da yalnız sokakta mı kaldınız? Hemen savcılığa koşun. Yasal haklarınız arayın. Eve geçin paşalar gibi oturun.Tapusu kendisinin üzerinde bile olsa aile bireylerine kötü davranmaktan dolayı da eşiniz hapse gidip biraz tatil yapsın!!!!
İşte size Yargıtay 4. Ceza Dairesi 2007/213 E; 2009/5127 K sayılı içtihatından bir bölüm.
“SANIĞIN SUÇ TARİHİNDE, BOŞANMA DAVASI AÇILMIŞ OLSA BİLE, BU DAVA SONUÇLANANA KADAR EŞ VE ÇOCUKLARIN BARINMA VE YAŞAMALARI İÇİN ORTAK KONUT OLAN AİLE KONUTUNUN ANAHTARINI DEĞİŞTİREREK EŞİNİ EVE ALMAMA BİÇİMİNDE GERÇEKLEŞEN MERHAMET VE ŞEFKATLE BAĞDAŞMAZ NİTELİKTEKİ EYLEMİ, AİLE BİREYLERİNE KÖTÜ DAVRANMA SUÇUNU OLUŞTURUR.
4721 sayılı Türk Medenî Yasası'nın 185/3. maddesine göre "birlikte yaşamak ... zorunda" bulunan eşler, aynı yasanın 186/1. maddesi gereği "oturacakları konutu birlikte seçerler". Türk Medeni Yasası'nın 194. maddesinde ise, "aile konutu" düzenlenmiş ve madde gerekçesinde aile konutu; "eşlerin bütün yaşam faaliyetlerini gerçekleştirdiği, yaşantısına buna göre yön verdiği, acı ve tatil günleri içinde yaşadığı, anılarla dolu bir alan" olarak tanımlanıp, aile konutuyla ilgili işlemlerde "eşlerin serbestliği ilkesi"ne istisna getirilerek, mülkiyeti diğer eşe ait olsa dahi, aile konutuyla ilgili hukuksal tasarruflar bakımından eşin rızası aranmıştır. Doktrinde de aile konutu; "sürekli olarak barınmak üzere kullanılan ve aile yaşamının yoğunlaştığı oturma yeri" biçiminde tanımlanmış ve aile konutunun varlığı için; evlilik birliğinin kurulması ve aile yaşamının yoğunlaştığı bir konutun bulunması gerektiği belirtilmiştir (Bkz. Ömer U. Gençcan, Mal Rejimleri Hukuku, Ankara 2007, s. 199, 204). Böylece yasa uyarınca aile konutu, eşlerin müşterek yaşamlarını sürdürmeleri için ayrılan ve aynı konutta iki tarafın da yaşama hakkını güvenceye alan hukuksal bir kurum olarak kabul edilmiştir.
Boşanma davasının açılması halinde eşlerin ayrı yaşama hakları bulunmakla birlikte, 4721 sayılı TMY'nin 169. maddesi gereğince, "boşanma veya ayrılık davası açılınca hakim, davanın devamı süresince gerekli olan, özellikle eşlerin barınmasına, geçimine, eşlerin mallarının yönetimine ve çocukların bakım ve korunmasına ilişkin geçici önlemleri re'sen alır". Dolayısıyla, boşanma davasının açılması üzerine, aile hakimi tarafından eşlerin barınmalarıyla ilgili olarak bir tedbir karan bulunmaktaysa, ayn konutta yaşama hakkının bu karar doğrultusunda düşünülmesi, aksi takdirde, yani eşlerin barınacakları konutla ilgili bir karar alınmaması durumunda, boşanma davası sonuçlanana kadar aile konutunun eş ve çocukların barınma ve yaşamaları için ortak konut olma niteliğinin sürdüğünün kabul edilmesi gerekmektedir. Ayrıca, incelenen olayda sanığın 03.01.2005 tarihinde açtığı boşanma davasından sonra katılanın başvurusu üzerine Aile mahkemesince 4320 sayılı Kanun uyarınca 04.02.2005 tarihinde verilen, sanığın ortak konuta sarhoş halde gelmemesi ve şiddet kullanmaması yolundaki altı ay süreyle koruma kararı da, katılanın ortak konuttan yararlanma hakkının bulunduğunu göstermektedir.
Açıklanan yasal gerekler karşısında, sanığın suç tarihinde aile konutunun anahtarını değiştirerek eşini eve almama biçimindeki gerçekleşen ve merhamet ve şefkatle bağdaşmaz nitelikteki eyleminin, TCY'nin 232/1. maddesinde öngörülen aile bireylerine kötü davranma suçunu oluşturacağı gözetilmeden.......”
Allah kadın ve erkeği fiziksel olarak farklı yaratmıştır. En bariz fark ise fiziksel olarak erkeğin daha güçlü olmasıdır. Allahın hikmeti elbette sorgulanamaz. Ancak şu fıkrayı hatırlatmak istiyorum. Üç çocuk on adet cevizi aralarında pay edemeyip Nasrettin Hoca’dan yardım isterler. Nasrettin Hoca sorar “Allah adaleti ile mi, yoksa kul adaleti ile mi paylaştırayım?” Çocuklar tereddütsüz olarak yanıtlar “Allah adaleti ile hoca.” Bunun üzerine Nasrettin Hoca 4 cevizi bir çocuğa 6 cevizi diğerine verir. Çocuklar şaşkındır. Sorarlar “Hoca bu ne biçim adalet?” Hoca yanıtlar “Seçiminiz olan Allah Adaleti.” Kanunlar önünde cinsiyete dayalı eşitlikten anlaşılması gereken de “KUL ADALETİ” dir. Aksi Allaha şirk koşmak olur. Allahın yerine kendini koyarak kimse adalet dağıtamaz. Kul adaletinden anlaşılması gereken “Doğuştan dengesiz yaratılmış olanlar arasında dengeyi sağlamak.” olmalıdır. Öyleyse doğuştan güçsüz olanın hayatına yansıyan etkileri berteraf edecek şekilde yasaları düzenlemek ve uygulamak gerekmektedir.
Son paragraf şahsi fikrimdir.
Gerçek eşitliğin sağlanacağı günler siz hanımlardan uzak olmasın.
Paylaş