Paylaş
Yaşamı gökyüzüne, bedenimizi ise gökyüzünde sağlıklı bir şekilde uçmaya çalışan bir kuşa benzetirsek, bağışıklık sistemimizi iki yanımızda hareket eden kanatlar olarak görmek mümkündür. Bu kanatlar eşit ve dengeli bir şekilde hareket ettiğinde yaşam bulutsuz bir gökyüzü olacakken; kanatlardan biri daha az veya daha fazla çalışıp dengeyi bozduğunda kendimizi birden fırtınanın ortasındaymış gibi hissedebiliriz.
Bağışıklık sistemi hücreleri birbirlerinden farklı yönlerde hareket eden iki kanadı andırır. Bu kanatlardan bir tanesinin (T1 kanat) temel işlevi, vücut için tehlike oluşturan ve hücrelerimizin içine giren mikroorganizmalarla savaşmaktır. Diğer kanat ise (T2 kanat) bu bağışıklık kanadının mikroplarla savaşırken aşırıya kaçıp kendi dokularına da zarar vermesini önleyecek karşıt rol üstlenir. Karşıt rol üstlenen T2 bağışıklık kanadı aynı zamanda alerjiden de sorumludur. Yaşamın tümünde olduğu gibi bedenimizde de bu iki tip bağışıklık sistemi arasında terazinin iki kanadı gibi mutlak bir dengeye ihtiyaç vardır.
Çocuklar anne karnında iken bebeğin annenin vücudundan atılmaması için T2 kanadın aktif durumda olması gerekir. Dolayısıyla her çocuk dünyaya anneden gelen aktif alerjiye yatkın, T2 kanadın ağırlıkta olduğu bir bağışıklık sistemi ile doğar. Hiç mikropsuz steril bir çevreden, anne karnından dünyaya gözlerini açan bebekte, mikroplarla savaşmakla görevli T1 kanat doğal olarak hiç çalışmamaya bağlı bir miktar zayıf halde olur. Bebeğin vücudunda bir yanda aktif ve güçlü T2 kanat, diğer yanda zayıf kalmış bir T1 kanat doğal dengesizlik yaratır. Terazinin iki kolunun dengeye gelmesi için T1 kanadı çalıştıracak küçük zararsız mikrop temaslarına ihtiyaç vardır. İşte bu noktada alerjiden korunma adına yapılan dünya çapında geniş araştırmalarda, hijyenik, mikropsuz yaşamın devam ettiği şehir çocuklarında, toprakla ve hayvanlarla yoğun temas içinde yaşayan köy çocuklarına kıyasla alerjinin daha fazla görüldüğünü göstermiştir. Benzer şekilde çiğ süt içen ve bu yolla birçok bakteriyel madde ile temas eden çocuklarda alerjik hastalıkların daha az olduğu fark edilmiştir. Çevredeki doğal mikrop çeşitliliği gerek hayvan teması gerekse bitki örtüsü açısından ne kadar fazla ise bağışıklık sisteminin alerji yönüne kayması o kadar zor olmaktadır.
Aynı durum evcil hayvanlar için de geçerlidir. Evde kedi, köpek gibi evcil hayvan besleyen ailelerin yaşam alanının aynı çiftlikte hayvanlarla toprakla içi içe yaşayan aileler gibi olduğu gözlenmiştir. Bu konuda araştırmaların sonuçları çok tutarlı olmasa da evde hayvan besleyen ailelerin çocuklarında alerjinin daha az geliştiğine dair veriler vardır. Bu gözlem bilim çevrelerinde “Hijyen Teorisi” olarak bilinmektedir. Hiyyen teorisine göre, yaşanan çevrede hijyen ne kadar azsa, alerji de o kadar az görülür.
Alerjiyi doğada bulunan, yaşama, yaşayan canlılara dair maddelere bazı vücut tiplerinin olmaması gereken aşırı bir tepki vermesi hali olarak görürsek, hijyen teorisini de bir tür doğaya, yaşama tolerans geliştirilmesi şeklinde düşünebiliriz. Yaşamla, doğayla ne kadar içi içe yaşarsak o maddelere aşırı reaksiyon verme olasılığımız azalr. Öte yandan doğadan ne kadar uzak yaşarsak yaşama dair doğal maddeleri o kadar yabancı kabul etmeye başlarız. İşte bu noktada ailelerin çocuklarını mikroptan uzak tutma çabalarına değinmek gerekiyor. Modern yaşam zamanla çocukları steril bir fanus içinde yaşama noktasına itti. Doğadan, topraktan uzak şehir yaşamında, evden okula, okuldan eve gitmek dışında sokağa bile çıkmayan çocuklar, bu kapalı ortamlarda bir de mikrop kapıp hasta olmasınlar diye çamaşır suyu ile dezenfekte edilen aşırı hijyenik bir çevreye mahkum durumdalar. Sonuç ise tüm dünyada bir salgın boyutunda artan alerjik hastalıklar olmuş durumda.
Tabi ki, erken bebek ölümlerinin hala büyük sorun olduğu dünyamızda, mikroplu su ve ishal salgınları ile hayatını yitiren birçok çocuk olduğunu göz ardı edemeyiz. Ancak bebekleri mikroptan korurken aşırıya kaçmamak, dengeyi tutturmak gerekiyor. Bunun ölçüsü biz doktorların da yüzde yüz veremediği bir cevap. Peki, ne ölçüde hijyene başvuralım?
Benim bu soruya cevabım, su ve sabunun en doğal temizlik aracı olduğunu unutmamamız gerektiği yönünde. Mikroplardan obsesif bir şekilde korkarak kaçmadığımız sürece, bu yönde bebek emziklerini mikrop kırıcı çamaşır suyu ile steril etmek veya bulaşıkları makinelerine çamaşır suyu koymak şeklinde temizlik konusunda aşırıya kaçmadığımız sürece dengeyi tutturmuş oluruz.
Bebek doğmadan önce evde kedi ya da köpek varsa bebek geldi diye hayvanları evden uzaklaştırmaya gerek yoktur. Hayvanlar alerjiden koruyucu etki sağlayabilir. Ancak çocukta alerji fark edilmişse ve eve sonradan hayvan alma niyeti varsa önce çocuğun alerjik açıdan incelenmesi gerekir. Eğer çocukta hayvan alerjisi varsa hayvanın eve gelmesi sorunları azaltmak yerine artıracaktır. Böyle bir durumda, hayvanın evden gönderilmesi hem aile hem de hayvan açısından büyük sorunlara yol açacaktır. Bu nedenle, çocukta herhangi bir şekilde alerji bir kez geliştiyse eve hayvan almadan önce bir çocuk alerjisi uzmanından bu yönde danışmanlık almak hem çocuk için hem de hayvanlar açısından en doğrusu olacaktır.
Çocuk Sağlığı Hastalıkları ve Çocuk Alerjisi Uzmanı
Prof. Dr. Yonca Tabak
Paylaş