Paylaş
Günün birinde acıyı keşfeden küçük bir çocuğun öyküsü...
Bir veli Başbakanlık İletişim Merkezi’ne bir dilekçe yazdı. ‘Şeker Portakalı’ isimli kitabı Türk örf ve adetlerine aykırı olduğu ve argo kelimeler içerdiği için, okunmasını tavsiye eden öğretmeni de suçlayarak şikayet etti. İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü, kitabı ödev olarak veren Türkçe öğretmeni hakkında soruşturma başlattı. ‘Şeker Portakalı’ isimli kitabı ise ‘gözaltına’ alarak kitap hakkında inceleme başlattı.
1968 yılından beri tüm dünyada çok sevilerek okunan bu kitap Milli Eğitim Bakanlığı tarafından ortaöğretim öğrencilerine okutulması gereken 100 temel eser arasında.
Brezilyalı bir yazarın eseri, Türk örf ve adetlerine uygun çıkmıyor. Ne kadar ilginç.
Kitabın yazarı Jose Mauro de Vasconcelos “yoksul bir ailenin çocuğu olan Zeze’nin hikayesini, yoksulluğun evrensel yaşanmışlığıyla aktarıyor. Yaşamdan zevk almanın önemini, yoksulluğun empatik paylaşımını aktaran bu kitabı okuyan dünyanın her yerindeki insanlar ağlıyor. Zeze ile özdeşleşiyor, onun yaşam koşullarının zorluğunu algılamaya çalışıyor. Biz Zeze'nin argo sözler içerdiği idda edilen bir tangoyu dinlemesini kınıyoruz.
Her ülkenin şarkısına türküsüne girmemişmidir erotik veya argo sözler? Bunları bir çocuğun, hele ki sosyoekonomik düzeyi düşük bir yerleşkede büyüyen bir çocuğun dinlemesi mi kitabın gerçekliğine aykırı ? Tabii bizim ülkemizin böyle türküleri yok ve biz çocuklarımızı çok nezih ortamlarda büyütüyoruz!
Bazı türkü sözlerimizi hatılarsak…
"İndim derelerine, bilmem nerelerine, kaytan bıyıklarımı sürsem nerelerine’. ‘Emine'm Emine'm, canım Emine'm, göbeğinin altı çukur Emine'm’. ‘Tomurcuk memelerin, çözüver düğmelerin, göreyim sinelerin, gel yanıma gel’ ‘ Aman yarim gez de gel, badeleri süz de gel, sarhoşum ben çözemem, düğmeleri çöz de gel."
Zeze de öğrendiği son tongoyu söylerken babası onu duyar. Şarıkının sözlerinin çok da farkında olmadan, kendini müziğin ritmine kaptıran Zeze fısıldayarak şarkıyı mırıldanır.
Çırılçıplak bir kadın isterim, çırılçıplak isterim onu…Gece ayışığında, Bir kadın bedeni isterim…
Zeze’nin babası da, tıpkı bizim duyarlı velimizin verdiği tepki ile, çocuğunu eğitmek ve bu erotik şarkıyı söylemesini kesmek ister ve Zeze’ye ‘ne söylüyorsun sen öyle’ diye başta tokat atar. Sonra da kemerin, şiddete dolanmış şakımasıyla, dayağın cennet çıkma olduğuna inanan ebeveynlerin hazzıyla, cahilliğin, yoksulluğun, eğitimsizliğin, gölgesinde, çocuğunu dövmeye başlar… Babasından nefretle uzaklaşan Zeze’yi annesin şevkatli kolları sakinleştirir. Anne hüzünle Zeze’nin saçlarını okşar…
Bu kitap gerçeğin, farklı yaşamların, acıların bir tasviri. Bizim ülkemizde dövülen, öldürülen, töreye kurban giden geçençlerin sayısı ne kadar az değil mi? Şiddetin acısı var bu kitapta. Takdiri veya öğretisi değil… Kınanması var…
Satırlardan, cümlerenden, kelimelerden, harflerden, korkuyoruz. Eylemlerden, yaşadıklarımızdan, yanıbaşımızda olanlardan değil…Gittikçe daha da duyarsızlaşıyoruz.
Bu kitaplar sınıflarda eleştirel gözle okunuyor, kahramanlar ve onların duyguları, yaşadıkları değerlendiriliyor. Çocukların kitap kahramanları üzerinden, kendilerinin deneyimleri dışındaki başka hayatları, eleştirel farklı bakış açıları ile öğrenmeleri isteniyor. Benzer bir yaşantısı olan çocuk, öğretmenine gidip, ‘öğretmenim benim babam da Zeze’nin babası gibi beni dövüyor. Bana yardım edin’ diyebiliyor.
Bu gün medya okur yazarlığı kavramıyla da uygulamaların aksine, okuduğunu, izlediğini, duyduğunu eleştirerek, tartışabilen bir kitle yaratılmaya çalışıyor. Sansürcü, yasaklayan ve sınırlayan değil. Eleştirel bir bakış açısının kazandırılması, içeriklerin çocukların gelişimsel dönemlerine uygun şekilde açıklanmasıyla mümkün.
Yapılan araştırmaların sonuçlarında, erken dönemde okuma alışkanlığı kazanan çocukların kelime hazinesi ve düşünme yeteneğinin artmakta olduğunu, buna bağlı olarak da yaratıcı zeka, dinleme konuşma yeteneğinin geliştiği belirtilmektedir.
Kitap okumanın beyin gelişimi ve düşünme sistematiğinin kazanılması açısından önemi kaçınılmazdır. Özellikle televizyonun ve teknoloji odaklı araçların erken çocukluk dönemindeki çocuğun beyninin bağlantısal gelişimine, bozucu etkisi gözönüne alındığında, erken yaşlarda kitap okuma alışkanlığını çocucuklarımıza kazandırmamızın önemini, bir kez daha hatırlatmamız gerekmekte. Çok sayıda farklı dünya ve ülke klasiklerini okuyan çocuk zaten farklılaklar arasından, doğru düşünmeyi seçmeyi ve yaşananlara eleştirel bakmayı öğrenecektir.
Bu arada Zeze’nin gözaltına alınma çabası, Şeker Portakalı kitabının yok satmaya başlamasına ve yeni basımlarının piyasaya sürülmesine yol açtı. Bu durumu yeni bir başlangıç olarak ele alıp çocucuklarımızla evde kitap okuma eğlenceleri düzenleyebilir, televizyonu kapayarak, ailece kitap okuma saatleri yaşayarak, kitap sevgisini çocucuklarımızla birlikte tekrar kazanmaya çalışabiliriz. Böylece cocuğumuzun okuduğu içerikle ilgili bize soru sormasını veya onu bilgilendirme şansını da yakalamış oluruz.
Sadece kitaplarla değil seyrettiğimiz dizilerin, izlediğimiz haber saatlerinin birlikte ailece değerlendirilmesi ile de medyaokur yazarlığını evimize taşımış, bize sunulan içeriği, böylece olduğu gibi kabul etmemiş, ancak yasaklamadan ve sansüre sokmadan, tartışarak eleştirmiş ve yeniden şekillendirerek depolamış oluruz .
Jose Mauro de Vasconcelos, Şeker portakalı kitabının sonuna ‘Son İtiraf’ başlığıyla şu satırları ekler:
Yıllar geçti şimdi 48 yaşındayım ve zaman zaman, özlemimde hep bir çocuk olduğum izlenimine kapılıyorum… Sevgisiz hayatın hiçbir anlamı yok…
Paylaş