Paylaş
Hayatımız boyunca güç, prestij, para ve statü arayışı ile roller biçeriz kendimize. Sonra da inanırız bu kurmacaya kendinimizi bilmeden fütursuzca. Bir başkası gibi olmaya çalışır, diğerine özenerek yaşar, beden sınırlarımızı aşmaya çalışır, zorlarız kendimizi, aslımızdan gittikçe uzaklaşarak… Zamanla şişiririz kendimizi. Böbürleniriz, çoştururuz gerçekliğimizi… Kibirleniriz nedensizce, aslında güvensizce kendimize…
Jean de La Fontaine masallarından birinde, öküz olmak isteyen bir kurbağa çıkmış karşımıza:
Kurbağa bir öküz görmüş çayırda, o kadar hoşlanmış ki, bayılmış boyuna posuna. Kendisine baksanız, boyu yumurta kadar ama kurbağa bu anlamaz ki, ille de öküze benzeyecek. Öküze bakmış kabarmış, kabardıkça şişmiş, gerilmiş. Bir görseniz gerginlikten nefes alamayacak hale gelmiş. Sormuş etrafındakilere öküz kadar oldum mu ? Bakmışlar ona şöyle bir sağdan, birde soldan. Yoo demişler. Sadece şişmiş bir kurbağa oldun. Kurbağa daha bir hırslanmış, iyice şişirmiş kendisini ve beğenmiş böbürlenerek kabarmasını. Demişler ki vazgeç bu sevdadan. Kurbağa iyice hiddetlenmiş. Kendinde olmayana öyle hayran hayran bakarak, benzemeye çalışmış öküze. Şişmiş, bir daha, biraz daha. Biraz daha şişmiş... Sonunda o kadar şişmiş ki çat diye çatlamış ortasından ikiye.
Kendini beğenmek ve büyüklük hissi- kısaca megolomani- diğer tabiri ile azıcık narsisizm… Hepimiz büyük olmayı, önemli olmayı isteriz, farkında olmadan bilinçaltının itmesiyle çatlarız ortadan ikiye… Ancak kurbağa isek, en iyi kurbağa olarak, öküz isek en iyi öküz olarak, büyük olmayı bilmek gerek.
Bu büyük olma isteğimiz çevre tarafından tasdik edilirse eğer, kendimizi de tasdik etmiş oluruz. Bazen yüzleşirsin kibir denilen o duygu ile. Başkalarını küçük görmek gelir ardından. Hele bir de sanıyorsak ki kendimizi bir öküz…O zaman yazık ederiz etrafımızdaki, kurbağalara.
Kibir, yerleşirse eğer içimize, sanki farklı özelliklerimiz varmış gibi davranırız çevremize. Siz de bir düşünün, yok mu etrafınızda aslı kurbağa olan, şişmiş şişmiş çatlamış çakma öküzler?
Kendi arzularından başka bir şeyi önemsemeyen, engellemelere tahammülü olmayan, küçük gören sizi ve rakiplerini. Hasetle kıvranan, iftira ile kusan, kinle, nefretle beslenen, ne kendine ne çevreye huzur veren. Bencil ve şişmiş ego patlamalarıyla, hem kendi asıl varlıklarına, hem de çevrelerindeki insanlara hayatı zehir eden...
Aslında komplekslerdir güdüleyen. Ego sürekli pohpohlanmak ister. İltifat kendini öküz sanan kurbağaların en önemli besin kaynağıdır. Ne yaparlarsa hep egolarını beslemek için yaparlar. Samimiyet yoktur, gösteriş ve onaylanmak için yapıldığı apaçık ortadadır.
Tabii ki öz güvendir aslında hayatta sahip olmamız gereken en önemli özelliklerimizden biri. Kendini doğal olarak iyi ve yeterli hissetme, kendini güçlü ve güçsüz yanlarıyla kabul edebilme, eleştirilere açık olabilmek ve güvenmek tüm benliğine. Öz güven kişinin sınırlarını bilmeden hep kendi gereksinimlerini düşünerek hareket etmesi değildir.
Toplumdan kopması ve böbürlenmesi, kendini diğerlerinden üstün görmesi, başkalarına özenmesi ve kendinde olmayana haset etmesi de değildir. Kendini bilmek, gerekli değişim ve dönüşümü yapabilmek ise eğer öz güven, karşılaştığı her kurbağa, aslında aynadır öküz olmak isteyen kurbağaya…
Sansak da kendimizi öküz, sanki bilmeyecek miyiz, küçük bir kurbağa özümüz.
Şiştikçe şişeceğiz dışarıya karşı, sahte benliğimiz değersiz hissedecek kendini. Şişip şişip çatlamamak için bilmek gerek bir kurbağa mısın? Yoksa öküz mü?
Öküz olup öküzlüğünü, kurbağa olup kurbağalığını bilenlere gelmiş gökten düşen elmalar… Kendini öküz sanan kurbağa ise çoook beklemiş elmayı, bulamamış sevgiyi…
Paylaş