Paylaş
Bugünkü yazımız bir konuğumuzun kaleminden.
Hasan Öztürk, okumayı ve araştırmayı seven otuz beşinden sonra tekrar okuma şansı yakalayarak en büyük tutkusu olan gözlem yapmayı, insanları ve toplumları inceleme isteğini, akademik kariyeriyle pekiştirmek isteyen, genç yaşta hayata atılarak çalışan ve üç çocuğu olan, Açık Öğretim Lisesi ve Üniversitesi ile okuma sevdasını gazetecilik alanında sürdüren ve kendini geliştirme serüveni bitmeyecek olan değerli bir okurumuz.
Keyifli okumalar
***
Sokaklarımız vardı!
“Sokak işte” deyip geçmeyin! Evimizle dış dünyayı birbirine bağlayan yalıtılmışlıkla toplumsallaşma arasında bir köprüydü sokaklarımız. O köprünün üzerinde kardeş olarak nitelediğimiz komşu çocukları, biriken hikayeleriyle ailemizden kabul ettiğimiz teyzeler, amcalar vardı. Mutfak pencerelerinden yayılan kızartma kokuları, kapı önlerinde toplanan çöp kutuları ve saksılarda yetiştirilmeye çalışılan çiçekler dururdu.
Sokaklarımız ikaz ve nasihat yoluyla adabı, dili, büyük-küçük saygı dengesini korumayı öğretirdi bizlere. Tepki vermeyi, dost edinmeyi ilk sokakta öğrenirdik. Çocuğunu diğer çocuklardan uzak tutan, evlerde, oyuncaklar arasında bir dünyaya sıkıştıran, diğer çocuklara kendi çocuğu kadar önem göstermeyen “anne” modelini kabullenmezdi sokaklarımız.
Dolu dolu dayanışma, yardımlaşma ve en önemlisi ses geçiren evlerimiz vardı. Sütçünün, simitçinin ve bilumum seyyar satıcının sokaklardan geçişini, seslerinden anlardık. İp atlama, saklambaç, yakar top, körebe diye başlayan ve büyüyene kadar devam eden topluca oynadığımız değişmeyen oyunlarımız vardı.
Sokak oyunlarının ve “sokak çocuklarının” güvenli bulunmayıp televizyon, bilgisayar gibi elektronik dadılara teslim edilmeye başlandığı 80’li yılların henüz başıydı.
“Uzun uzun yıllar önce ormanın derinliklerinde, küçük mavi yaratıkların yaşadıkları gizli bir köy vardı. Onlar kendilerine “Şirinler” derlerdi. Çok iyiydiler…” sözleriyle evlerimize konuk olmaya başlamışlardı Peyo Cullifors’un küçük, sevimli, mavi şirinleri…
Büyük, küçük demeden herkes severek ve keyifle izlerdi mavi şirinleri ve kurdukları sade, mutlu yaşantıyı. Hep bir arada olmaları, yardımlaşmaları, birbirlerini “kardeşçe” sevmeleri ve kaba şiddet kullanmadan kötü kalpli Gargamel’i alt etmeleri bize bizi anlatılıyordu.
Şirinlerin kendi içinde bir sorunu yoktu. Tek sorunları Gargamel’in onları yemeye çalışmasıydı. Hiçbir şirin birbirinden üstün değildi, hiçbir şirin farklı özelliklere sahip olduğu için dışlanmıyordu. Süslü, Gözlüklü, Şakacı, Uykucu, Şair, Usta Şirin ve tabii ki “Şirine”si ile farklılıklarının farkında olarak mutlu bir yaşamın nasıl olması gerektiğini gösteriyorlardı.
Şirinler hayal ürünü olsa da Peyo Cullifors, böyle bir dünyayı kurmanın zor olmadığını göstermek istemiş bizlere.
Özüne bakacak olursak gelecek ile ilgili projelerimiz hayallerle başlar. Buradaki nüans hayat denen oyun sahnesinde, eylemlerimizi “toplumsal kurallar” ışığında inşa etmek zorunda kalışımızdır. Bu nüansı göz ardı ederek hayallerimizi kuvveden fiile geçirmeye çalışmak başarısızlığın en büyük sebeplerinden birisidir. Bizlerde sevimli, mavi şirinler gibi bütünlük içerisinde hareket edebilirsek, günümüzün “Gargamel”lerine karşı başarıya ulaşabilir ve hep birlikte “Şirin Çileği” toplamanın keyfine varabiliriz.
***
Farklı karakterleriyle bir arada, eşitlik ve adalet üzerine, basit ama dostluk odaklı bir toplumsal yaşam sürmeye çalışan, hayal ürünü bir çizgi film olan Şirinler’in dünyasının bizim dünyamız üzerinden bir yorumu.
Hasan Öztürk yazısını bitirirken bizlere şöyle sesleniyor;
“İçinizden birçoğunun ‘şu an yaşadığın sokağı da anlat’ dediğini duyar gibiyim”
…ve bitiriyor;
“Ne anlatayım. Sokak işte… Adını bile bilmediğim buz gibi bir sokak…”
***
Konuşmadığımız komşularımızla, paylaşmadığımız selamlarımızla, sokaklarımız ne soğuk değil mi?
Ne dersiniz soğuk sokaklarda yaşayarak selam vermekten, paylaşmaktan, dayanışmadan korkar mı olduk?
Bilirsiniz Şirinler’de, Gargamel’in kapitalizmin, Şirinler’in yaşamının iş bölümü ve paylaşım öğesi olarak komünizmi, karakterlerinden birinin feminizmi, birinin eşcinselliği, birinin de maçoluğu sembolize ettiği söylenir…
Çevremizdeki herkesi kalıpların içine sokarak kendimiz gibi olmayanları uzaklaştırıyor muyuz?
Yoksa herkesi çok mu ötekileştirip, kendimizi önyargılarımızla birlikte yaşamaya mı mahkum ettik?
Yukarıdaki yorumu ile toplumsal yaşamın bütünlük ve dayanışma vurgusunu Şirinler üzerinden öne çıkararak, köşemize konuk olan, Sayın Hasan Öztürk’e teşekkür ederek, Şirin Çilekleri’nden ikram ediyoruz.
Paylaş