Paylaş
Seni olduğun gibi seviyorum…
Yaz ayları sona ermeden Andersen Masalları’ndan "Küçük Deniz Kızı" masalını da hatırlamadan geçmeyelim.
Zamanın birinde, okyanusların dibinde bir şato varmış. Burada kral büyük anne ve altı kız beraber yaşarmış. Bu kızlardan en küçüğü hepsinden güzelmiş. Büyük anneleri arada sırada masallar anlatır yeryüzünden ve insanlardan bahsedermiş. Kızlara yeryüzünü göstereceğine dair söz vermiş. Kızlar on beş yaşına geldiklerinde yeryüzünü görüp geri gelmişler. Kızların beşi geri dönmeyi ve eski yerinde yaşamayı kabullenirken, en küçük kız ise dünyalı bir prense aşık olmuş ve bir an önce onun yanına gitmek istiyormuş. Büyük anneleri haberi duyunca deniz büyücüsüne gidip çözüm aramış. Deniz büyücüsü deniz kızına bacak verecek ama karşılığında kız sesini kaybedecekti. Deniz kızı zor da olsa prensi için bu şartı kabul etmiş ve hemen prensin yanına varmıştı. Prens bunun konuşamıyor olduğunu fark edince kardeşi gibi davranmaya başlamış. Deniz kızı bu duruma çok üzülmüş.
Kadının fedakarlık öğretisi üzerine kurulu bu klasik masalımızda da, kadın yine bir tercih yapacaktır. Ya yaşayacak, ya da prensini öldürecektir.
Kız çocuklarımıza okuduğumuz masalların içinde, fedakarlık ögesinin oldukça çok işlendiğini görüyoruz. Ne olursa olsun konuşma sessiz kal. Kendinden ödün ver. Bir fedakarlık timsali ol. Sanki bu çok erdemli bir davranış.
Küçük kızlarımız fedakar deniz kızının bu kahraman aşk masalını ağlayarak dinlerler. Kavuşulamayan aşk hikayesi, tek taraflı ve platonik. Aslında içinde gizli bir intahar yönlendirmesi bile barındırmakta.
Prens başka biriyle evlenmeye karar vermiş. Durumdan haberdar olan büyük anne büyücüye gidip yardım istemiş. Büyücü özel bir hançer yaparak, “Eğer hançeri prensin kalbine saplarsa kurtulur, yapamazsa ölür.” demiş. Hançeri alan deniz kızı prensin uyuduğu bir akşam kalbine saplamak istemiş. Ancak o sırada uyanan prens tebessüm ederek “Bana bir şey mi söyleyecektin?” demiş. Deniz kızı bunu yapamayacağını anlayınca daha fazla dayanamayarak oradan ayrılır. Kısa bir zaman gezindikten sonra vücudunun değiştiğini görür. Fazla zaman geçmeden deniz kızı hayata veda eder.
Prensi uğruna deniz köpüğü olmayı kabul ederek, kendi hayatını feda eden deniz kızının gözyaşları, bugün denizin dalgalarında ki köpüklermiş. Her kavuşulamayan aşk hikayesinde, denizdeki köpükler gözyaşlarına dönüşür, dalga olur, ağlarmış…
Deniz kızının balık bedeni onu aslında deniz kızı yapan büyülü farklılığı. Sıradanlığın dışında ilgi çeken en önemli parçası. Kendini gizlemesi ve utanması yerine, farklılığıyla var olmayı başarmalı. Kendini değiştirerek kabul ettirme çabası içine girmektense kendisi gibi olmanın mutluluğunu tatmalı…
Aslında bir yandan da davul bile dengi dengine öğretisini, masalların özünde de buluyoruz. Deniz dünyası ile kara dünyası aşkları bile karma olmamalı. Eğer kendi dünyandan başka birini seversen kendin olmayı feda edeceksin… Suyun içinde prens nefes alamaz, karada da deniz kızı, hatta yürüyemez bile… Aşkın yaşanması için biri mutlaka kendi dünyasını feda etmek zorunda mı?
Peki ya sonsuz aşk? Galiba masallar bile buna çok izin vermiyor. Aşklar ulaşılamaz olduğunda mı ölümsüz oluyor?
Bir başarabilsek değiştirmeden kabul etmeyi. Onu o yapan özelliklerini sevmeyi ve korumayı… Karşımızdakini değiştirmeyi başarsak da aslında ne yazık ki sevdiğimiz kişiyi kaybetmiş oluyoruz. İşte o aman aşklarda bitmeye başlıyor, sonsuz mutluluklarda…
Hadi şimdi ayaklarıınıza bakın. Yürüyebimek için iki ayağınız var. Ne güzel kısa bir süre için denizde de yüzebilirsiniz. Biraz donanımla tüp, palet ve benzerleri ile bir balık gibi denizin derinliklerini de keşfedebilirsiniz. Ancak asla bir deniz kızı veya erkeği olamazsınız. O zaman neden onların kuyruklarını bacağa çevirmek istiyorsunuz ? Bırakın kendinizi yüzerek birlikte dalgaların tadını keşfedin. Değişmeden ve değiştirmeden…
Paylaş