Paylaş
İyileştiniz dedi terapist, danışanına gülümseyerek, yıllar süren seansların sonunda. Aman ne güzel dedi danışan. Size gelmeden önce Napolyon’dum. Şimdi ise hiç kimse…
* Kendimiz hakkında bilgi edinmeye, bize gösterilen aynadan yansıyanlara ne kadar hazırız?
* Başkalarını yargılamayı, eleştirmeyi ve onların bizi çıldırttığını söylemeye bayılıyoruz.
* Peki, ne kadar kendimize dış gözle bakabiliyoruz?
* Kendimizi yaşam içinde ne kadar gözlemliyoruz?
Kendini tanımak, iç gözlem yapmak ve başkalarının bizim hakkımızdaki izlenimlerinin bize geri dönüşü ile mümkün oluyor. Bugüne kadar öğrendiklerimiz, zihnimizin düşünce biçimi bizi belli kalıplar içinde düşünmeye yönlendiriyor. Kendimizi uzun süre Napolyon sanmış olabiliriz. Gerçekliğimizi hangi gerçeklik algımız içinden seçiyorsak o role uygun davranışlar biçmeye başlıyoruz.
Geleneklerin, değerlerin, kültür ve eğitimin etkisi, var olan genetik eğilimlerimizle birleştiğinde, kendi gerçekliğimizi ortaya koymuş oluyoruz.
Kim olduğumuz ve dünya ile nasıl bir etkileşim içinde olduğumuzun bir göstergesidir kişiliğimiz. Davranış ve düşünme biçimlerinin, ilgilerinin, ruhsal durumlarının, yeteneklerinin organize olmuş bir bütünleşmesi durumu.
Kişilik denildiğinde asıl olarak bizi biz yapan ve her birimizde nispeten sabit kalan özellikler anlaşılmakta. Toplumsal ortamda başka insanlarla ilişkilerimizde ortaya koyduğumuz, tutarlı, sürekli ve değişmez, birbiriyle uyumlu birçok öğenin oluşturduğu, tutum ve davranışlarımızın, kazanılmış deneyimlerimizin bir bütünü olarak tanımlanmakta.
Biz, belirli kişilik özelliklerimizin, davranış niteliklerimizin ve inançlarımızın bir toplamıyız. Kişilik yapımıza göre, herhangi bir olayı nasıl algılayacağımızı ve değerlendireceğimizi, yaşadığımız olaylara nasıl bir tepki göstereceğimizi belirliyoruz.
Eğer kendimizi tanıyorsak herhangi bir olayı nasıl algılayacağımızı ve değerlendireceğimizi, yaşadığımız olaya nasıl bir tepki göstereceğimizin farkındayızdır.
Kendi kişiliğimizi net bir biçimde algılayabilmek; güçlü ve zayıf yanlarımızı, duygularımızı, düşüncelerimizi ve inançlarımızı net bir biçimde ortaya koyabilmemiz farkındalık düzeyimiz ile ilişkili.
Kendinizi tanıyor musunuz?
Adımız, soyadımız, işimiz, nerede, oturduğumuz tamam. Aslında bu soruda kastedilen kişilik yapımızı, hangi davranışları ne zaman ve niçin gösterdiğimizi, insanlarla ilişki biçimlerimizi, zihinsel niteliklerimizi, becerilerimizi, yeterli ve yetersiz yönlerimiz gibi kendimize yönelik algılarımızın farkındalığı kastedilir.
* Kendini tanıyan bir kişi bedenindeki duyumların, iç dünyasında olup bitenlerle dış dünyadaki gerçeklerin farkında olan ve ayırt edebilendir.
* İçinde bulunduğu ruhsal-toplumsal durum arasında ilişki kurabilir.
* Kendisinin başkalarını nasıl ve ne kadar etkilediğini, onlardan ne kadar etkilendiğinin farkındadır. Böyle bir kişinin davranışlarını denetleyebileceği veya değiştirebileceği varsayılır.
* Kendini tanıyan kişi gerçek duygu ve düşüncelerinin ne olduğunun farkındadır.
* Kişiler arası ilişkilerde ortaya koyduğu düşüncelerinin altında yatan gerçek nedenleri bilebilir.
* Başkalarının düşüncelerinin ve duygularının altında yatan nedenleri de ayırt edebilir.
Yaşam akıp giderken ara sıra durup kendimize bakmak gerek. Ben kimim ve nereye gidiyorum? Başıma sürekli aynı tür aksilikler geliyorsa acaba benim bir davranış biçimim buna yol açmış olabilir mi? Sürekli söyleniyor ve hiçbir şeyi değiştirmiyor muyum? Niye bu dünya beni kıskacına almak için dönüyor? Bu döngüyü ben yaratıyor olamaz mıyım?
Herkesin yaşamını merak ediyor, başkalarını eleştiriyor, yargılıyor olabiliriz. Başımıza gelenlerden eşimizi, arkadaşlarımızı suçluyor olabiliriz. Ara sıra da kendimize yönelmeyi bakmayı unutmayalım.
Belki de Napolyon sanmışızdır kendimizi, artık yeniden keşfetmek gerek gerçekliğimizi.
Paylaş