Paylaş
Sevdiklerimize vereceğimiz en değerli hediye, ne altındır ne de mücevher. Sadece kendimizden küçücük bir parça…
(Emerson)
Mutluluk hissettirme, hatırlama, değer verme gibi gizli sembolik mesaj yüklü bir iletişim simgesidir hediye. Hediye verirken karşımızdakini mutlu görmek en kolay mutluluk göstergesi. Aynı zamanda bir sosyal iletişim simgesi. Duyguları, minnet hislerini ileten, teşekkür sunan, armağan ve fiyat kelime anlamlarını taşıyan, statüsel bir araç…
Toplumsallaşma sürecinde hediyeleşme hemen hemen her kültürde önem taşımıştır. Kültürel açılımıyla farklı anlamlar içermekle birlikte, hediyeleşme olgusu ortak pencereden bakıldığında bazı önemli kıstasları içinde taşımakta.
Özellikle alınan hediyenin seçiminde en önemli püf noktası; o kişinin beğenisine, zevkine, statüsüne, bize yakınlık derecesine, kişiliğine, tarzına göre olmasına önem vermek. Kendi bütçemizi aşmadan karşı tarafı mutlu edeceğini bildiğimiz bir tercihi yapabilmek. Pahalı olmasından ziyade özenimizi simgeleyerek, karşımızdakini ezmeden statüsel bir güç göstergesine dönüştürmeden hediyeyi sunabilmek.
***
Hediye verebilmek kadar alabilmek de zor meziyet.
Bazılarının kendilerine sunulan hediyeyi alabilmeleri zordur. Burun kıvırıp bir kenara bırakabilir, neden alındığını sorgulayabilir, hatta “Bana bu kadar mı değer verdi?”diye şüpheye düşebilirler. Yeterince sevgi görmemiş, küçükken değeri hissettirilememiş kişilerde ve bu durum yaşanırken; tam tersi bir şekilde çocukken hediyelere boğulmuş, her isteği alınmış kişiler için ise hediye kabul etmek tam bir karmaşaya dönüşebiliyor.
“Bana hediye almayı layık gördüğün ve beni önemsediğin için sana teşekkür ederim” duygusu karşı tarafa doğru iletilebildiğinde, hediye vereni de mutlu kılmamız ve önemli olduğunu hissettirme durumumuz doğmaktadır.
Hediye alıp vermek, yaşamı keyifli kılan küçük oyunlardan biri . Hatta yaşamın ta kendisi. Mutluluk, paylaşım, sevilmek, önemsenmek gibi olumlu duyguları kucaklayan küçücük bir simge.
***
Ramazan ayının sonlanışıyla birlikte bayrama girerken, sevdiklerimizi hatırlamak, onlara kendimizden küçücük parçalar sunarak, “Sen benim için önemlisin, iyi ki varsın” diyebilmek, sıcak bir dokunuş ile sevgiyi sunabilmek için kaçınılmaz bir fırsat…
Gönlümüzdeki sevgiyi birbirimizle paylaşabileceğimiz, güzel ve mutlu bayramlar yaşamamız ve hayatımızı hediyelerle tatlandırılmış şekerlemeler lezzetinde geçirebilmemiz dileğiyle, küçük bir hikaye de benden sizlere hediye:
Mutlu bir Ramazan Bayramı geçirmeniz dileğiyle…
ÜÇ HEYKEL HİKAYESİ
İki komşu ülkenin hükümdarları savaşmaz ama her fırsatta birbirlerini rahatsız ederlerdi. Doğum günleri, bayramlarda ilginç armağanlar göndererek karşısındakine zeka gösterisi yapma fırsatlarıydı.
Hükümdardan biri, bir bayram günü için ülkesinin en önemli heykeltıraşını huzuruna çağırdı. İstediği birer karış yüksekliğinde altından, birbirinin tıpatıp aynısı üç insan heykeli yapmasıydı. Aralarında bir fark olacak ama bu farkı sadece ikisi bilecekti.
Heykeller hazırlandı ve bayram gününde komşu ülke hükümdarına gönderildi. Heykellerin yanına bir de mektup konmuştu. Şöyle diyordu heykelleri yaptıran hükümdar: “Bayramınızı bu üç heykelle kutluyorum. Bu üç heykel birbirinin tıpatıp aynısı gibi görünebilir. Ama içlerinden biri diğer ikisinden çok daha değerlidir. O heykeli bulunca bana haber verin.”
Heykeli alan hükümdar önce heykelleri tarttırdı. Üç heykel, gramına kadar eşitti. Ülkesinde sanattan anlayan ne kadar insan varsa çağırttı. Hepsi de heykelleri büyük bir dikkatle incelediler ama aralarında bir fark göremediler. Günler geçti. Bütün ülke hükümdarın sıkıntısını duymuştu ve kimse çözüm bulamıyordu.
Sonunda, hükümdar fazla isyankar olduğu için zindana attırdığı bir gence haber gönderdi. İyi okumuş, akıllı ve zeki olan bu genç, hükümdarın bazı isteklerine karşı çıktığı için zindana atılmıştı. Başka çaresi olmayan hükümdar bu genci çağırttı. Genç önce heykelleri sıkı sıkıya inceledi, sonra çok ince bir tel getirilmesini istedi.
Teli birinci heykelciğin kulağından soktu, tel heykelin ağzından çıktı.
İkinci heykele de aynı işlemi yaptı. Tel bu kez diğer kulaktan çıktı.
Üçüncü heykelde tel kulaktan girdi ama bir yerden dışarı çıkmadı. Ancak telin sığabileceği bir kanal kalp hizasına kadar iniyordu, oradan öteye gidemiyordu.
Hükümdar heykelleri gönderen komşu hükümdara cevabı yazdı:
“KULAĞINDAN GİRENİ AĞZINDAN ÇIKARAN İNSAN MAKBUL DEĞİLDİR.
BİR KULAĞINDAN GİREN DİĞER KULAĞINDAN ÇIKIYORSA, O İNSANDA MAKBUL DEĞİLDİR.
EN DEĞERLİ İNSAN, KULAĞINDAN GİRENİ YÜREĞİNE GÖMEN İNSANDIR.
BU DEĞERLİ HEDİYEN İÇİN TEŞEKKÜR EDERİM.
BEN DE SİZLERİN BAYRAMINI KUTLARIM.”
Paylaş