Paylaş
Varoluşçu yaklaşıma göre kişiliğimiz ve bedenimiz bir bütündür, ayrılamaz. Bedenimizi ancak bir bütün olarak algıladığımızda bir anlam ifade eder. Bu bütünlüğü gözardı eden herhangi bir görüş, insan varlığını yalanlamak, parçalara ayırmak demektir. Pek çok araştırma da toplumsal ve kişisel gelişimin bedenden etkilendiğini, toplumsal yaşamın temelinde bedensel özellikler ve bedene ilişkin tutumların yattığını göstermiştir.
Seçtiğimiz kıyafetler, saç modelimiz, tercih ettiğimiz renkler, bedenimizde beğendiğimiz bölgeleri ortaya çıkarıp beğenmediklerimizi saklamamız, duruşumuz, yürüyüşümüz, göz iletişimimiz, konuşmamız, geçmiş yaşantılarımızdaki beden algımız, değerlerimiz ve bugünkü beden imajımıza yönelik algılarımızda gizlidir.
Doğumdan yetişkinliğe kadar gelişen bedenin, kişilik oluşumu, ruhsal ve fiziksel sağlık, kişilerarası iletişim ve sosyal başarıdaki önemi pek çok kuramcı tarafından ele alınmış, farklı bakış açılarıyla değerlendirilmiştir.
Bugün sizlerle bu bakıştan yola çıkarak, gelişimsel açıdan bedenin algılanmasının kişiliğimizin ve varlığımızın ortaya konumundaki önemini, kendini çirkin bir ördek yavrusu sanan büyüleyici bir kuğunun masalıyla aktarıyoruz… Tüm büyüleyici kuğulara ithafen :)
Zavallı yavru o kadar mutsuzdu ki sonunda uzaklara gitmeye karar verdi.
ÇİRKİN BİR ÖRDEK YAVRUSU MU? YOKSA ALIMLI BİR KUĞU MU?
“…Sonunda yumurtanın beyaz kabuğu çatladı. Diğerlerinden daha gri ve farklı olan ördek yavrusunun küçük kafası göründü. Anne ördek yeni doğan yavruya bakarak ; "umarım değişir…" dedi şefkatle.
Zaman ilerliyordu ama ördek yavrusunun rengi hala griydi. Kümesin bütün hayvanları onunla alay ediyorlar, ona "çirkin ördek yavrusu" diye sesleniyorlardı. “Zavallı yavru o kadar mutsuzdu ki sonunda uzaklara gitmeye karar verdi.”
Çekip gitmek isteriz; bizim gibi olmayanlardan uzaklaşmak, bizi eleştirenlerden kaçmak. Kendimize benzeyenlerin arayışına gireriz, bizi anlayacak olanların yanında olmak ister, beğenilmeyi ve sevilmeyi arzularız. Bedeni diğerlerinden farklı olan küçük ördek yavrusu da bir sürü ördek içinde kendini yalnız hissetti ve onlara benzemediği için uzaklaştı, kaçtı. Kendisi gibi olanları bulana kadar yalnız kaldı. Bedeni “sanki” onun bir yaşam bir göstergesiydi. Tıpkı bizim gibi. Bedenimiz, kim olduğumuzun nasıl biri olduğumuzun “sanki” bir göstergesidir. Nasıl görünüyorum? Ben diğerlerinden farklı mıyım?
Dış görünüşe, çekici, güzel ve yakışıklı olmaya önem veririz. Toplumsal değerlerimiz içinde bedenlerimizi besler, giydirir, donatır ve konuştururuz. Kimse, küçük çirkin ördek yavrusu muamelesi görmek istemez, ancak çoğumuz zaman zaman kendimizi diğerlerinin yanında öyle hissederiz.
Toplumsal ve kişisel gelişim aşamalarına baktığımızda, beden ve kimlik oluşumu arasındaki karşılıklı etkileşimin; beden gelişimi, sosyal pozisyon ve kültürel sistemden etkilendiğini görüyoruz. Beden konusundaki görüşler, bedenin makineden farklı olarak ruh ile donatılmış yaşayan bir organizma, kişiliğin bir ifadesi, benliğin aynası, kişinin gerçekliği, iç ve dışın bütünleşmesi, iletişimin vazgeçilmez bir öğesi olduğunu ileri sürmektedir.
“Bir göl kıyısında yalnız başına yaşamayı öğrenmeye çalışan yavru ördek gün geçtikçe büyüyordu. Kendi benliğini algılayıp, kavramaya, kim olduğunu keşfetmeye çalışıyordu. Çevresindeki pek çok şey onun kim olduğunun ipuçlarını taşıyordu. Küçük yavru acaba ne tür yansımalara önem vermeliydi? Çevrenin görüş ve değerlerine önem verdiği için bedeninden ve bedeninin diğerleri üzerinde bıraktığı izlenimden kaçmamış mıydı?
Toplumsallaşma süreci içinde başkalarını ve kendimizin diğerleri içindeki yerini belirlememiz, benliğimizi tanımamızı sağlar. Benlik algımız, kendimizi nasıl düşündüğümüz ve hissettiğimiz ile ilgilidir. Benliğimizin gerçekte ne olduğu değil, kendimiz hakkındaki görüş ve düşüncelerimizin benlik algımızı nasıl etkilediği önemlidir. Bütün bu oluşum güven duygumuzun gelişimi ile yakından ilgilidir.
Kendimizi nasıl görüp, nasıl değer biçtiğimiz, bedenimizi sevip sevmememiz içsel ve dışsal pek çok faktörden etkilenmektedir. Çevrenin görüşlerine önem vererek yaptığımız değerlendirmeler, diğerleri tarafından nasıl göründüğümüze ilişkin elde ettiğimiz yorumlarımız, beden imajı ve dolayısıyla benlik algımıza etki etmektedir.
Küçük yavru benliğini biran an önce bulmalı, kendisini diğerlerinden ayırmalı ve özel bir alan oluşturmalıydı. Kendi gözlem, duygu ve düşünceleri ile, ona çevreden empoze edilen doğruları çelişmeye başladı… Bu "ben olma savaşı" iç çatışmaları, yanılgıları, düşük bir benlik değeri ile bedenine yoğunlaştı. O farkında değildi ama görüntüsü değişiyordu. Beden şekli, kilosu, bedensel özellikleri, düşüncelerine duygularına ve davranışlarına yansımaya başlamıştı. Artık ergen bir ördekti.
Kendini bulma arayışının sonsuz derinliklerinde sürekli suya dalmaya çalışıyor, ama diğerlerinin yaptığı gibi sadece kafasını suyun içine sokup bacaklarını havalandırarak oyun oynayamıyordu. O sadece suyun üzerinde süzülerek ilerleyebiliyordu. Diğerleriyle arasındaki fark gittikçe açılmaya başlamıştı.
Minik kahramanımız başlangıçta geçirdiği bu farklı olma sürecini aştıktan, kendini tanınmaya başladıktan sonra, fiziksel görünümü daha az anlam taşır hale gelmeye başladı. Bir yandan kendini olduğu gibi ortaya koyarken, illa bir ördek gibi davranmasının gerekmediğini farketti. Çevresinde olası bir imaj çizerek diğer ördekleri etkileme, ya da farklı bir ben kimliği çizme girişiminde olmak yerine kendini doğanın akışına bıraktı.
Bir ilkbahar günü, kalabalık bir kuğu sürüsü gölün kıyısına yuva yapmaya geldi. Sabah uyandığında etrafı bir sürü kuğu ile sarılmıştı. Ördeklerden başkaları da bu gölde yaşıyor diye düşündü. Yüzen kuğuları gördükçe onların asil duruşları ve güzel görünüşlerinden dolayı iç çekti. Onlar da çok ama çok güzeldi. Kuğular çirkin ördek yavrusuyla tanışmak için yaklaştılar. Fakat kahramanımız kendisini bu zarif kuşlarla arkadaşlık etmek için çok çirkin ve kaba buldu. Bir anda geçmiş yaşantıları canlandı. O çirkin bir ördek yavrusuydu. Ne kadar kendini keşfetmeye çalıştıysa da geçmişte yaşadıklarını unutamıyordu.
Hepimiz, geçmişten getirdiğimiz zihinsel resimler ve haritalar aracılığıyla çevremizi anlamlandırmaya çalışırız. Zihnimizdeki bu resimleri de çevreden aldığımız yeni bilgiler doğrultusunda oluşturup değiştiririz. İçinde bulunduğumuz gerçekliği kendimiz yaratır, benliğimizi ve bedenimize ait imajımızı çevremize göre oluştururuz. Becerilerimizi, tutumlarımızı, görünüşümüzü, yaşantımızı diğerleriyle karşılaştırırız. Dolayısıyla benliğimiz sosyal karşılaştırmayla şekillenir. Ne yazık ki çirkin ördek yavrumuzun sosyal karşılaştırma grubu onun kendini değerlendirmesi için yanlış bir başlangıç oluşturmuştu.
Kuğuların yanlarından hızla uzaklaşmak için suya atladı ve birden bire sudaki aksini gördü. O da ne! Kendisi çok güzeldi. Bu bir rüya olmalıydı. O küçük çirkin, bir ördek yavrusuydu. Bu görüntü kendisi olamazdı. Diğer kuğular yanına yaklaştılar. Bir anne kuğu yavrusuyla birlikte ona doğru süzüldü. Arkasında küçük, kıllı, kara ve kuğuya hiç benzemeyen birkaç yavru vardı. Bunlar tıpkı kendi küçüklüğüne benziyordu.
Yoksa yıllarca bir ördek olmaya çalışması boşuna mıydı? Evet aslında o bir kuğu yavrusuydu ve diğer ördeklerin içinde tek olduğu için farklı kalmıştı.
Zamanla bütün kuğu yavruları değişerek, zarif, bembeyaz bir kuğuya dönüşmüş olduğunu fark etti. Kendini olduğundan üstün ya da aşağı görmeden kabul etmesi onun için daha iyi olacaktı. O bir kuğu idi. Kuğularla, ördeklerle ve gölde yaşayan tüm canlılarla birlikte, bir kuğu olmanın farkındalığıyla ömür boyu mutlu oldu.
Bu masalda gökten düşen elmalar, kendini olduğu gibi kabul eden, TÜM büyüleyici KUĞULARA… TÜM büyüleyici ÖRDEKLERE ve büyüsünü keşfetmeye çalışan ÖRDEK Mİ KUĞU MU OLDUĞUNU ARAYANLARA…
Paylaş