Paylaş
Bazılarımız ihtiyacımız olduğu için tatlı yediğimizi düşünüp, kendimizi teselli ederiz. Evet ihtiyaç uyarısı gerçektir ama vücudumuzdaki sinyaller karışmaya başlamışsa, gerçek ile yanılsamayı ayırt etmek zor olur. Özellikle kadınların pek çoğu tatlılar, çikolatalar, börekler, kurabiyeler ve hamur işleri gibi yiyeceklere bayılırlar. Bazıları alkolü de severler.
Yemek insanlar için karın doyurmaktan çok daha fazla anlam ifade eder. Örneğin bazen aniden bir şeyler atıştırmak isteriz. Bu genellikle çikolata, kek, pasta, dondurma ya da poğaça gibi bir şeydir. Dikkat ederseniz hepsinin ortak özelliği karbonhidrat bakımından çok zengin olmalarıdır. Bazıları akşamüzerleri bir kadeh içki, bira içmek isterler. Nerede olduğumuza bağlı olarak aklımıza gelen sayısız çeşitlemeden bahsedebiliriz. Örneğin bir kafede veya bir ev ziyaretindeysek ne yiyeceğimiz baştan belli sayılır. Ama işyerlerinde de durum pek farklı değildir. Özellikle öğleden sonraları, “ne alsak da yesek” hayallerine dalarız. Yemek ve tatlı tarifleri konuşmaya başlarız.
Karbonhidratlara karşı duyduğumuz bu dayanılmaz istek, belirli fizyolojik nedenlere bağlıdır. İnanın bütün bunların irade veya bilinçle fazla ilgisi olmayabilir. Kendinizi boşuna suçlamayın. Bunlar her zaman yeme davranış bozukluğunun sonuçları olmayabilirler. Büyük bir ihtimalle strese, gıda yoksunluklarına ve hormon düzensizliklerine işaret ederler.
Karbonhidratlara karşı aşırı bir istek göstermek, esasında vücudumuzdaki sinyallerin karıştığını gösterir. Kafamız karıştığında, yorgun, uykusuz ya da sıkıntılı olduğumuzda kan şekerimiz ve seratonin seviyeleri düşer. Ve beynimiz “beni acele toparla” şeklinde mesajlar gönderir. İşte ani tatlı krizleri böyle ortaya çıkarlar. Bazılarımız ihtiyacımız olduğu için yediğimizi düşünüp kendimizi teselli ederiz. Evet ihtiyaç uyarısı gerçektir ama vücudumuzdaki sinyaller karışmaya başlamışsa, gerçek ile yanılsama birbirini maskeler.
Gerçekten şekerler, tatlılar ve tüm basit karbonhidratlar kısa süreli olarak bizi rahatlatırlar. Çünkü bize huzur ve mutluluk veren seratonin artışını sağlarlar. Yani birkaç dakikalığına kendimizi iyi hissederiz. Ama bu mutluluk uzun sürmez. Eski halimize çabucak geri döneriz. Biraz daha tatlı mı yesek diye düşünürüz. Mutfağa gidip çikolatanın ya da her neyse geri kalanını da ağzımıza atmak isteriz. Sonra midemiz bulanır ya da suçluluk duygusu ile kendimizi daha kötü hissederiz. Bu istek, dürtüler ve kısır döngü, sonunda içinden çıkamadığımız bir girdaba dönüşür.
Seratonin bize kendimizi iyi hissettiren temel hormondur. Seratonin seviyesi düşük olduğunda kendimizi; karışık, zayıf, depresif, mutsuz hissederiz. Bu durumda psikolojik yardım almak gerekebilir. Ama gözden kaçırdığımız başka şeyler de olabilir. Çünkü hormon dengesizlikleri, stres, sindirim sorunları veya kalitesiz gıda alımı da seratonin eksikliğine yol açabilir.
Örneğin, tüm şok diyetlerde karbonhidrat depolarımız hızla boşalır, kan şekerimiz düşer, halsizliğimiz ve tatlı isteğimiz artar. Ama yağlar yerli yerinde kalır. Hatta bu tip sağlıksız diyetlerle yağ dokusundan çok kas dokusu eridiği için metabolizma yavaşlar. Sonuçta bir miktar kilo verilmiş olsa bile, ilk fırsatta fazlasıyla geri alınır. Kişi ne kadar az yese de, kilo almaya devam eder. Üstelik sonra yapılan diyetlerde kilo vermek iyice zorlaşır. Nedeni çok açıktır. Çabucak zayıflamak uğruna siz de milyonlarca insan gibi her fırsatta şok diyetler yaptıysanız, büyük bir ihtimalle metabolizmanız yavaşlamış ve vücudunuzda insülin direnci oluşmuştur.
İnsülin vücuttaki kan şekerini dengede tutmaktan sorumludur. İnsülin direnci, vücudun insülinle iletişiminin zayıflaması, elinden geldiği kadar fazla kaloriyi kapmak ve yağ şeklinde depolamak eğiliminin gelişmesidir. Bu nedenle ne kadar az yerseniz yiyin, düzenli olarak kilo alımı başlar. Aynı zamanda, hücreler ihtiyacı olan glikozu almakta zorluk çekerler. Bu nedenle beynimizi sürekli olarak daha fazla karbonhidrat ve şeker için uyarırlar. Bütün bunların sonuçları, canınızın her fırsatta tatlı şeyleri çekmesi ve sağlığımız için son derece tehlikeli bir yemek alışkanlığının oluşmasıdır.
Pankreasın kontrol ettiği insülin salgısı ve glikoz toleransı bozulunca, insan kendini sık sık halsiz hisseder, canı tatlı ve hamur işleri çeker. Vücutta insülin düştükçe tatlı istersiniz, tatlı yedikçe insülin daha hızlı yükselir ve sonra düşer, ardından yeniden tatlı istersiniz. Karbonhidrat tüketimini kontrol edemezsek obezite ve diyabet hastalığı kaçınılmaz bir akıbet haline gelir.
Aldığınız kilolar kalça ve uyluklarınızda toplanıyorsa, kilonuz genel olarak fazla ise ve aynı zamanda tatlılara, karbonhidratlara düşkün iseniz, sık sık diyete başlayıp sonra bırakıyorsanız; insülin direncine yoğunlaşmanızda yarar var.
Aklınızda olsun, krom eksikliği de glikoz toleransının bozulmasında önemli etkenlerden biridir.
Canımızın ağır gıdaları çekmesinin diğer bir nedeni de adrenal hormonlardaki sorunlarımızdır. Üzerinizdeki stres yükü ağır ise, uykusuzluk ya da uyku sorunlarınız varsa, çoğunlukla kendinizi bitkin hissedersiniz. Vücutta acil durum sinyalleri yanıp sönmeye başlar. Kendimizi dayanılmaz bir iştahla karbonhidratları tüketirken buluruz. Tatlı, kahve, alkol gibi uyarıcı şeylere ihtiyaç hissederiz. Stres, uyku sorunlarına davetiye çıkarırken, tatlılara, hamur işlerine, tuza ve içkiye olan düşkünlüğümüzü de arttırır. İnsan biraz rahatlamak için zevk arar ve bol şekerli, tuzlu, zararlı gıdalar daha çekici görünmeye başlar.
Stres altındayken tüm vücut fonksiyonları karışır, alışmadığımız davranışlar üretmeye başlarız. Yaşam ritmimiz değişir veya farklı bir şekilde yemek yemeye başlarız. Çünkü böbrek üstü bezlerimiz aşırı derecede kortizol hormonu salgılar ve karaciğerimiz molekülleri hızla şekere çevirir. Bu değişimler bir yandan da yenilen her lokmanın yağ olarak depolanmasına neden olur.
Canı durmadan tatlı çektiği için kendilerini suçlayanlar durumu daha da kötüleştirirler. Seratonine olan ihtiyaçları artar, strese bağlı beslenme modellerinin kronik tablosu ortaya çıkar. Bu şeker ihtiyacının fiziksel bir nedeni olduğunu aklınızdan çıkarmayın. Sorunun kökeni muhtemelen kalitesiz beslenme nedeniyle yetersiz gıda alımıdır.
Canımızın durmadan bu gıdaları çekmesini önlemek için gerçek gıdaları düzenli olarak almamız gerekir. Hem de yeteri kadar. Yani diyet fikrini aklımızdan çıkarıp, sağlıklı beslenmeye odaklanmamız gerekir. Günde 5 öğün sağlıklı yemek, protein-yağ ve karbonhidrat dengesi kusursuz olan bir beslenme rejimi ile vücudu onarabiliriz. Meyveler, sebzeler, balıklar, zeytinyağı ve tüm lifli yiyecekler sofralarımızda yeniden yerini almalıdır.
Esasında kilo kaybını beklemeden önce ilk yapılması gereken şey metabolizmadaki sorunları gidermektir. Ilımlı sporların bu aşamada olağanüstü katkısı olur. İhtiyacı olan besin ve hareket desteğini aldığı zaman metabolizma kendi kendini iyileştirir, tedavi eder. Çok hasar görmüş ise, düzelmesi biraz zaman alabilir ama sonunda toparlanmayı başarır.
Bu kısır döngüden sonsuza kadar kurtulmak istiyorsanız, doktor kontrolünde bir programa başlayın. Önce baştan sona güzelce hormon testleriniz yapılsın, şekeriniz ve insülin direnciniz ölçülsün. Bu tahlilleri yaptırmak son derece kolaydır ve neye ihtiyacınız olduğu konusunda önemli ipuçları verir. Sonra da her türlü rejim fikrini bir kenara bırakıp, sağlığınızla ilgilenin. Sağlıklı beslenme insana kilo aldırmaz.
Paylaş