Paylaş
Evime ne zaman yorgun veya sıkıntılı dönsem, kızım beni kendime getirir. Saçlarımı, yanaklarımı okşar… Ve ben kendimi bambaşka hissetmeye başlarım!
Deri, en önemli duyusal uyarım kaynağımız. Çünkü derideki sinirlerin çoğu duyu sinirleridir. Deri sayesinde insanlar basınç, sıcaklık ve ağrı hissini algılıyor. Basınç alıcılarının hafifçe uyarılması; gıdaklanma hissine, ağrı ve acının belli belirsiz etkilenmesi; kaşınma hissine, soğuk ve basınç ise ıslaklık hissine dönüşüyor.
Dokunmaya ve okşamaya gelince, bu sinyaller anlaşılmaz bir şekilde sevgiye, hazza, güvene ve yaşam enerjisine bağlanıyor. Bu ilişkinin izahını yapmak veya işleyişini anlamak kolay değil.
Duyu araştırmaları konusunda yapılan sayısız çalışma, henüz kesin verilere ulaşabilmiş değil! Derinin oldukça karmaşık bir sinyal ve enerji dönüştürme sistemiyle bağlantılı olduğu düşünülüyor. Yıllar önce, Ashley Montagu adında bir antropolog, ‘dokunma’nın canlıların gelişimi ile bağlantısını incelemişti. Onun düşüncesine göre; derimiz, tüm deneyimlerin beyne ulaşmasını ve duygu kalıplarının oluşmasını sağlayan bir köprüydü.
Dokunuşların önemi
Evet, sevgi dokunuşları deriden geçerek beyne ulaşır. Bunun yaşamımızda olmazsa olmaz, hayati bir önemi vardır. Bir insanın eline dokunmak, sırtına veya koluna değmek, saçını okşamak, tüm sözcüklerden, en güzel cümlelerden veya vaatlerden daha anlamlıdır.
İnsanlara birçok tedavi uyguluyoruz; gıdalar, diyetler, ilaçlar, enjeksiyonlar, lazer ışınları, kozmetikler vb. Güneşten korunun, bol su için, spor yapın, vitamin alın diyoruz ama en önemli ilacı reçeteye yazamıyoruz. Bu ilaç, sevgi ve dokunmayla gelen derin şifadır.
Sosyal bir yaşam için dokunma
Hepimiz biliriz; kucaklamak, sarılmak, bağrına basmak, elini tutmak, okşamak bir çocuğun en değerli besinidir. Onun gelecekteki sosyal başarısı ve cinsel sağlığı, yaşama bağlılığı, mutluluğu buna bağlıdır. Doyasıya sevilmeyen, okşanmayan çocuklar buluğ çağında ve yaşamları boyunca çok acı çekerler.
Canlı türlerinin çoğunda, yavrular kendilerine yeterli oluncaya kadar anneyle ten teması içinde yaşarlar. Kör, sağır veya bir parçası felç olan bir bebek gelişebilir ama dokunma ilişkisinden yoksun kalan bebekler hiçbir zaman kendilerine yeterli, uyumlu yetişkinler olamazlar.
Sevgiden yoksunluk şiddete yakınlık demektir
Bebeklerde durum böyleyken, çocuklukta, ergenlikte, gençlikte, yaşlılıkta farklı olduğunu düşünmek ne mümkün? Doğrusu, yaşlanmaktan veya çirkinleşmekten duyduğumuz korkunun büyük kısmı, kalbimizin derin bir yerlerinde, yalnız kalmakla ilgilidir. Yalnızlık insanı öldürebiliyorsa, onun silahı inanın “dokunulma yoksunluğu” dur. Bu konuda doyumlu bir yaşama sahip olmak, genel sağlığımız, duygusal dengemiz ve yaşam kalitesinin devamı için çok önemlidir.
Dokunuşlar, sevgiyle iletişim kurmanın, insanları yatıştırmanın ve rahatlatmanın en etkili yoludur. Sevgiden yoksun kalan çocuklar şiddete yatkın olurlar. Bazen sevgi açlığı ve cinsellik birbirine karışır, sapkınlıklar ortaya çıkar. Sevgi ve onun en dolaysız ifadesi olan dokunmadan yoksun kalmanın olumsuz etkileri saymakla tükenmez…
Dokunma duyumuz bizi terketmez
Kendini daha çekici hisseden kişiler sosyal ilişkilerde daha rahat, daha girişken, daha sıcak olurlar. Dolayısıyla yalnız kalmaktan kurtulurlar. Kozmetik işlemlerin bu yönü çoğunlukla dile getirilmez. Gerçek şudur ki, insan ne kadar yaşlansa ve cildi bozulsa da, sinir uçları dokunmanın titreşimlerini duyumsamaya ve özlemeye devam eder.
Oysa zamanla işitme, görme, tat alma ve koku alma duyusu körelir. Dokunma duyusu ve ihtiyacı ise yapayalnız kalır.
Dokunmanın gücünü hafife almayın! İçtenlikle sevmek, sevilmek, dokunmak ve okşamak… Buna karşı koymayın!
Paylaş