Paylaş
Deri, en önemli duyusal uyarım kaynağımızdır. Çünkü bu organımızdaki sinirlerin çoğu duyu sinirleridir. Deri sayesinde insanlar basınç, sıcaklık ve ağrı hissini algılıyor. Basınç alıcılarının hafifçe uyarılması, gıdıklanma hissine; ağrı ve acının belli belirsiz etkilenmesi, kaşınma hissine; soğuk ve basınç ise ıslaklık hissine dönüşüyor. Dokunmaya ve okşamaya gelince, bu sinyaller anlaşılmaz bir şekilde sevgiye, hazza, güvene ve yaşam enerjisine bağlanıyor. Bu ilişkinin izahını yapmak veya işleyişini anlamak kolay değil. Duyu araştırmaları konusunda yapılan sayısız çalışma, henüz kesin verilere ulaşamadı. Derinin oldukça karmaşık bir sinyal ve enerji dönüştürme sistemiyle bağlantılı olduğu düşünülüyor.
Yıllar önce, Ashley Montagu adında bir antropolog, “dokunma”nın canlıların gelişimi ile bağlantısını incelemişti. Onun düşüncesine göre, derimiz, tüm deneyimlerin beyne ulaşmasını ve duygu kalıplarının oluşmasını sağlayan bir köprüydü.
Evet, sevgi dokunuşları deriden geçerek beyne ulaşır. Bunun yaşamımızda olmazsa olmaz, hayati bir önemi vardır. Bir insanın eline dokunmak, sırtına veya koluna değmek, saçını okşamak, tüm sözcüklerden, en güzel cümlelerden veya vaatlerden daha anlamlıdır.
İnsanlara birçok tedavi uyguluyoruz; gıdalar, diyetler, ilaçlar, enjeksiyonlar, lazer ışınları, kozmetikler vb.; güneşten korunun, bol su için, spor yapın, vitamin alın diyoruz ama en önemli ilacı reçeteye yazamıyoruz. Bu ilaç, sevgi ve dokunmayla gelen derin şifadır...
Hepimiz biliriz; kucaklamak, sarılmak, bağrına basmak, elini tutmak, okşamak bir çocuğun en değerli besinidir. Onun gelecekteki sosyal başarısı ve cinsel sağlığı buna bağlıdır. Doyasıya sevilmeyen, okşanmayan çocuklar buluğ çağında ve yaşamları boyunca çok acı çekerler. Canlı türlerinin çoğunda, yavrular kendilerine yeterli oluncaya kadar anneyle ten teması içinde yaşarlar. Kör, sağır veya bir parçası felç olan bir bebek gelişebilir ama dokunma ilişkisinden yoksun kalan bebekler hiçbir zaman kendilerine yeterli, uyumlu yetişkinler olamazlar.
Bebeklerde durum böyleyken, çocuklukta, ergenlikte, gençlikte, yaşlılıkta farklı olduğunu düşünmek ne mümkün? Doğrusu, yaşlanmaktan veya çirkinleşmekten duyduğumuz korkunun büyük kısmı, kalbimizin derin bir yerlerinde, yalnız kalmakla ilgilidir. Yalnızlık insanı öldürebiliyorsa, onun silahı inanın “dokunulma yoksunluğu”dur. Bu konuda doyumlu bir yaşama sahip olmak, genel sağlığımız, duygusal dengemiz ve yaşam kalitesinin devamı için çok önemlidir.
Dokunuşlar, sevgiyle iletişim kurmanın, insanları yatıştırmanın ve rahatlatmanın en etkili yoludur. Bu asla vazgeçemeyeceğimiz bir yakınlıktır. Etrafına duvar ören, dokunuşları geri çeviren insanların hayatında bir şeyler yanlış veya eksik gider. Sosyal olarak ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar, insan ilişkileri bu duvarlara çarpar, herkesin canı yanar! Sevgiden yoksun kalan çocuklar şiddete yatkın olurlar. Bazen sevgi açlığı ve cinsellik birbirine karışır, sapkınlıklar ortaya çıkar. Sevgi ve onun en dolaysız ifadesi olan dokunmadan yoksun kalmanın olumsuz etkileri saymakla tükenmez.
İnsanları daha genç göstermek için sayısız tekniğimiz var. Bu işlemler, insanların özgüvenini arttırır. Kendini daha çekici hisseden kişiler sosyal ilişkilerde daha rahat, daha girişken, daha sıcak olurlar. Dolayısıyla yalnız kalmaktan kurtulurlar. Kozmetik işlemlerin bu yönü çoğunlukla dile getirilmez. Gerçek şudur ki, insan ne kadar yaşlansa ve cildi bozulsa da, sinir uçları dokunmanın titreşimlerini duyumsamaya ve özlemeye devam eder. Oysa zamanla işitme-görme-tat alma ve koku duyusu körelir. Dokunma duyusu ve ihtiyacı ise yapayalnız kalır.
Gençlik ve çekicilik, yüz ve vücut konturlarından önce, bir ruhtur, umuttur, coşkudur ve onu her şeyden fazla; içtenlikle sevmek-sevilmek-dokunmak ve okşamak sağlayabilir. Buna karşı koymayın, sevgiden yoksun kalmayın.
Paylaş