Paylaş
Platon’un ‘Devlet’ adlı eserinin yedinci kitabındaki ‘mağara alegorisi’ne göre bazı insanlar, doğumlarından beri karanlık bir mağarada yalnızca karşılarındaki kişiyi görebilecekleri şekilde zincirlenmişlerdir. Uzun süre sadece mağaradaki gölgeleri gerçeklik olarak algılayan insanlardan biri, bir gün zincirlerinden kurtulmayı başararak mağaranın dışındaki gerçeklikle tanışır. Gördüklerini mağaradaki diğer insanlarla paylaşmak için geri dönse de onları buna inandıramaz ve bu gerçekliği anlamaları imkansızdır. Mağaranın toplumu, zincirin de toplumsal yapının içindeki kuralları sembolize ettiği alegoride, zincirleri kıran birey ise hakikati sorgulayan insanı temsil etmektedir. Günümüzde genel geçer bir doğru olarak kabul edilen gerçekliğin ve hakikatin sadece hitap ettiği duyular aracılığıyla algılanabiliyor olduğu yanılgısı, geçmişi Antik Yunan’a kadar uzanan “sinestezi” kavramıyla açıklanabilmektedir.
Yunanca kökenli bir kelime olan sinestezi, ‘birleşik duyu’ anlamına gelmektedir. Bireylerde herhangi bir duyunun uyarımıyla farklı bir duyunun da tetiklenerek ortaya çıkması durumudur. Bir hastalık olmayan ve birçok farklı türü görülen sinestezi, harflerin, tatların, kokuların, seslerin kendilerine özgü renklerle algılanmasıdır. Farklı alanlarda isim yapmış birçok insanda rastlayabileceğimiz sinesteziye, Nikola Tesla, Richard Feynman gibi bilim insanlarında da rastlanmaktadır. Duyularının birbiriyle etkileşime geçmesiyle, alışılmış gerçekliği farklı gözlerle görüp farklı seslerle duyabilen sinestezik bireyler, hayatın objektif gerçekliğinin sorgulanmasına neden olabilmektedir.
Görsel sanatların farklı alanlarının bazen diğer disiplinlerle ilişkiye geçerek birbirini beslemesi söz konusu olmuştur. Zaman zaman ressamların müzisyenlerle bir araya gelerek çeşitli sanat projeleri geliştirdiğine de şahit oluruz. Sanatçı Burhan Doğançay’ın “Mavi Senfoni” adlı çalışmasına müzisyen Kamran İnce’nin yaptığı aynı adlı beste buna bir örnek olarak gösterilebilir. Bu tür birlikteliklerden farklı olarak, sanat tarihinin belki de en bilinen sinestezik sanatçılarından biri olan Wassily Kandinsky’nin, Arnold Schönberg’le renklerin sesini, seslerin görüntüsünü arama yoluna girdiği söylenebilir. Kandinsky 1911 yılının Ocak ayında arkadaşlarıyla birlikte Münih’te Arnold Schönberg’in konserine gider. Aynı dönemde resmin figüratif ve geleneksel yapısından sıyrılma çabası içinde olan Kandinsky, Schönberg’in atonal müziğinden fazlasıyla etkilenir. Bu konserden sonra Schönberg’le iletişime geçen Kandinsky, Schönberg’in parçalarındaki seslerin bağımsızlığından bahseder ve bu bağımsızlığı resimlerinde yakalamak istediğini söyler. Kandinsky’ye göre resim de tıpkı müzik gibi kendi unsurlarıyla ilgilenmelidir. Sanatın, nesnel dünyadan bağımsız olarak sanatçının iç dünyasını yansıtmasını savunur ve soyut sanat aracılığıyla bunun mümkün olabileceğini öne sürer. Küçük yaşlarda piyano ve viyolonsel çalarak müzikle ilgilenmeye başlayan Wassily Kandinsky, sanatın nesnel gerçeklikten ayrılarak, sadece sanatçının içselliğine dayalı meseleleri görünür kılmaya çalışması gerektiğini düşünmüştür. Wassily Kandinsky, en yalın tanımla müziğin resmini yapar. Müziğin tetiklediği duyma duyusuyla resmin tetiklediği görme duyusu arasındaki sınırları eriterek renkleri duymamızı, sesleri görmemizi ister. Soyut sanatın önemli isimlerinden Wassily Kandisnky’nin en ünlü çalışmalarından biri olan “Kompozisyon no:8” adlı resmi, çizgilerin yaylı enstrümanların tellerine, dikdörtgenlerin piyano tuşlarına dönüştüğü; dairelerin yumuşak ses geçişlerini, üçgenlerin köşelerinin sert inişleri ve çıkışları anımsattığı bir müziğin görüntüsüne dönüşür. Renkler adeta armoniyi ve ritmi duymamızı sağlar.
Sinestezik bireylerin alışılmışın dışında bir bakış açısı ve yaratıcılığı olduğunu unutmamak gerekir. Küçük yaşlardan itibaren olumlu ve destekçi bir yaklaşımla yetiştirilen sinestezik bireylerin, toplumun geleceğini şekillendirmede önemli roller alacağı muhakkaktır. Çocuğunuzda fark ettiğiniz sinestezi, O’nun yaşıtlarına ve arkadaşlarına göre çevresini daha farklı algıladığının işaretlerini verir. Böyle bir durumda çocuğunuza özenli yaklaşarak O’nun yaratıcılığını geliştirebileceğiniz aktivitelere yönelmelisiniz. Dünya tarihine bakıldığında karşımıza çıkan önemli isimlerden bazılarının da sinestezik olduğu gerçeğini kabul edip bunu çocuğunuzla paylaşmalısınız. Böylelikle, doğru bir yaklaşımla çocuğunuzun yalnız hissetmesine engel olarak zihinsel potansiyelini en üst seviyeye çıkarabilirsiniz.
Paylaş