Paylaş
Arthur Schopenhauer, aşkın insan türünü sürdürmek için kurulan bir tuzaktan ibaret olduğunu söylerken, Friedrich Nietzsche ise büyük bir aşk beslediği ve fakat reddedildiği Salome’nin ardından derin acılara gömülüp tarihe geçen eserler vermişti. Camille Claudel, Auguste Rodin ile yaşadığı aşkın bedelini fazlasıyla öderken, aslında sanat tarihindeki en önemli heykeltıraşlardan biri olduğunun farkında değildi. Freddie Mercury, hayatının aşkı olarak bahsettiği Mary Austin’le ilişkisine hayatının sonuna kadar devam etmemiş olsa da Queen’in “Love of My Life”ı bu aşktan bize kalan en güzel hediye oldu. Edebiyat dünyasının en önemli isimlerinden Tomris Uyar, Edip Cansever’in aşkını karşılıksız bırakırken, Turgut Uyar ve Cemal Süreya’yla yaşadığı aşkların ardından “Bir bozuk saattir yüreğim, hep sende durur” gibi daha nice aşk dolu dizeleri okuyuculara bıraktı. Geçirdiği çocuk felci ve kazalar yüzünden bedeniyle ilgili sıkıntıları bitmeyen Frida Kahlo’nun, Diego Rivera’yla yaşadığı çalkantılı ilişki resimlerinde kendini her zaman gösteriyordu. 1900’lerin ilk yıllarında dünya devrimlerin ve savaşların etkisindeyken, Amedeo Modigliani ve eşi de çoğu insan gibi sefaletle savaşıyordu. Bunun etkisinden midir bilinmez, Modigliani 36 yıllık kısa hayatı boyunca yaptığı resimlerdeki portrelerin gözlerini her zaman karanlık ve belirsiz çizdi. “Ruhunu görünce, gözlerini çizeceğim” dediği karısı Jeanne Hebuterne, ailesinin tüm itirazlarına rağmen daha öğrenciyken tanıştığı Amedeo Modigliani’yle olan ilişkisine devam etti. Jeanne, Modigliani’nin ölümünden iki gün sonra, doğumuna az bir zaman kalmış olan ikinci çocuğunu da yanına alarak bu dünyadan ayrılmayı seçti. Sanatla sarmalanan ve her geçen gün daha da güçlenen bu aşktan geriye kalan ise, çiftin 15 aylık kızları ile Amedeo Modigliani’nin özgün üslubuyla yaptığı sayısız portre oldu.
Her insanın hayatında en az bir defa yaşadığı aşk duygusu, sanatçının ruhundan kopup sanat eserine evrilirken her izleyenin kendinden bir parça bulabileceği bir serüvene dönüşür. Bazı sanat tarihçilerinin bir oto-portre olduğunu öne sürdüğü Gustav Klimt’in 1908 tarihli “Öpücük” (The Kiss) adlı resmi, uçurumun kenarında duran iki figürün romantik bir anını gösterir. Auguste Rodin ise “Öpücük” adlı heykelini, Dante’nin İlahi Komedya’sında yer alan bir yasak aşktan yola çıkarak yapmıştı. Rene Magritte “Aşıklar” resmindeki çifti, sürreal bir mekânda, birbirlerinden gizlenircesine başlarını sardıkları beyaz bir kumaşla çizmişti. Sanatın ve sanatçıların aşka olan tutkusu sadece resim ve heykel gibi geleneksel sanatlarda değil, performans sanatı gibi çağdaş bir dile sahip alanda da kendini gösterir. Performans sanatçıları Marina Abramovic ve Ulay 1970’li yıllarda başlayan aşklarını, birlikte sürdürdükleri sanat pratikleriyle de devam ettirirken, ayrılıklarını 1988 yılında Çin Seddi’nde yaptıkları bir performansla duyurmuşlardı. Metin Erksan ‘Sevmek Zamanı’ adlı filminde, alışılmışın dışında bir yaklaşımla, bir kadının fotoğrafına aşık olan bir adamın hikayesini anlatıyordu.
Bir resimdeki renklerin, bir heykeldeki dokunun ya da bir şarkıdaki melodinin ruhumuzda canlandırdığı aşkı özgürce yaşayabilen bir toplumun bireyleri daha mutlu olur. Bu mutlu bireylerin kurduğu aile ve bu aileye doğan çocuklar özgüven kazanma sürecini daha başarılı geçirir. Aşkın getirdiği sevgi ve saygıyla kurulan huzurlu bir aile ortamı ve çocuğun düşüncelerini rahatça ifade edebildiği bir demokratik ev ortamı, çocuğun yaratıcılığının gelişimine olumlu destek sağlayacak etkenlerdendir. Anneyle baba arasındaki ilişki, ebeveynlerin çocuğuyla kurduğu ilişki, çocukların gelecekte karşı cinsle ve kendisiyle kuracağı ilişkinin de anahtarıdır. Çocuğunuz kaç yaşında olursa olsun, birine aşık olduğunu sizinle paylaştığında O’nun yanında olduğunuzu hissettirin. Aşkın korkulması ya da kaçınılması gereken bir duygu olmadığını, sevginin ne kadar kutsal bir duygu olduğunu sanat tarihindeki örnekleriyle birlikte anlatın. Renklerin verdiği coşkuyla aşkı yaşayacak nesillerin geleceğimizi daha aydınlık hale getirmesi dileğiyle
Paylaş