Paylaş
Bence bir kadının hayatındaki en büyük değişim ne genç kızlığa adım atması, ne üniversiteyi kazanması, ne nişanlanması, ne de evlenmesi… Bence hayatımızdaki en büyük değişim doğum!
Bir gün önce kadınsın, bir gün sonra anne; nokta!
Hemen “Ne yani? Anne olduk diye kadınlığımızı bir kenara mı bıraktık?” dediğinizi duyar gibiyim. Valla kişi kendinden bilir işi… Cevap veriyorum: Evet!
Ayrıca ne kadını? Sen tam olarak bir ineksin artık! Zira senin sadece etinden ve sütünden faydalanacak bu minik (benim durumumda minikler) uzun bir süre… Ve sen de bunu kabullensen iyi olur cicim!
Zaten hastasıyım o “Kocanızla doğumdan sonra da bol bol sevişin” yazılarının. Oy canım benim… Görürsem söylerim. Gözün açılmıyor zaten. Sürekli bir uyku hali… Uyurgezer şeklinde ev içinde dolanma durumları… Tuvalete gitmeye zamanın yok. Saç baş bir yerde, sabahın köründe aynada gördüğün yüzden bile korkacaksın hatta! Bu arada bebeği nasıl tutacağını bile bilmemenden bahsetmiyorum dahi. Ve sana bir sürprizim var: Artık sen o “nasıl tutacağını bile bilmediğin” miniğin her şeyinden sorumlusun!
Evet evet sen! Sana diyorum! Onu emzirmek, altını değiştirmek, gazını çıkarmak, uyutmak, vb bilumum her şeyi yapmak zorundasın. Ve bunları yaparken de tamamen ona uyacaksın. Her şey “onun istediği şekilde ve onun istediği zamanda” gerçekleşecek işte o kadar! Bunu da bir an önce kafana sokulacaklar arasına alsan çok iyi edersin. Yani yeni patronunla bir an önce uyum içinde çalışmaya bakman senin için en faydalısı. Neyse… Mevzuyu çok uzattım. Demem o ki, dünyan allak bullak olmuş artık… Ve o noktada hayatını senin için bir nebze olsun kolaylaştıracak birilerine ihtiyacın var, yani bir bakıcıya. Dünyanın en şanslı insanlarından biri olmanın bile yetmediğini düşünüyorum iyi bakıcı bulmak için. Zira “İşte bu tam aradığım gibi bir kadın” dediğin anda yiyorsun yumruğu. Ya görüşmeyi yaptığın hatun seni beğenmiyor ya da beğen-miş gibi yapıp sende çalışmaya başladıktan çok kısa süre sonra başka bir işe yollanıveriyor. Pek tabii seni dımdızlak yolun ortasında bırakarak.
Beni kimler, nasıl mı yolda bıraktı? İşi bırakma bahaneleri zaten birbirinden güzel, özel.
İlki, çalışmaya başlayalı bir hafta olmuştu ve tam “Bu hatun benim istediğim gibi bir bakıcı olabilir” diye düşündürmeye başlamıştı ki, sabahın köründe telefonumu acı acı (zira o saatte çalan telefonun sesi bile bir garip geliyor insana) çaldırıp bir gece önce cep telefonunun alarmını yanlışlıkla gece saat 24:00’e kurduğunu ve kocasının da çalan telefonla uyanıp, uyku sersemi kendisini bir erkekle konuşmakla itham ettiğini söyledi! Bak seeen! Neymiş efendim? Kocası o sinirle buna saydırırken araya “Yarın işe gitmeyeceksin, işte o kadar!” diye sıkıştırmayı da ihmal etmemiş tabii. Neyse, bu bakıcıyla yollarımızı böylece ayırmış olduk! (Gerçi o bir hafta kadar sonra tırıs tırıs geri gelmek istedi ama geçmiş olsun artık. Almadık tabii.) Gelelim diğerine…
Kendisi uyku hastası. Evet evet, bence hasta gerçekten. Uykuya hasta! Bayılıyor uyumaya yani. Hatun kişi aslında çok şeker, bebelerimle iletişimi de gayet iyi. Kendisini de pek seviyorum. Ama gelgelelim bugün kapıdan çıkarken yarın işe gelip gelemeyeceğini bile bilemiyorum, zira uyuyakalıyor! Gerçekten! Sabah 08:00 oluyor… 08:30 oluyor hatundan ses-seda yok. Bu saatler böylece birbirini kovalıyor… Mesaj atıyorsun cevap gelmiyor… Arıyorsun telefon açılmıyor. Tabii bu arada hatuna güvenip de yaptığın bütün planlar suya düşüyor. Sonra hatun, öğleden sonra saat 14:00 sularında telefon açıyor uykulu bir sesle. Ne dese beğenirsin? “Kusura bakmayın lütfen, uyuyakalmışım.” Bu yani. Uyuyakalmış. Hatunun işbaşı yapma saatini yarım saat öteledik. Bağırıp çağırmadık, her geldiğinde kabul ettik. Ama yok yani. Hatun sürekli hasta, yorgun, uyuyakalıyor…
En bomba olanını sona sakladım. Bir kızcağızla anlaştık, pazartesi işbaşı yapacak. Dedi ki “Pazartesi doktor randevum var; salı günü başlayabilir miyim?” “Tabii,” dedim. “Git jinekoloğuna.” Neyse efendim pazartesi günü aradım. Kontrolde beklenmedik bir şey çıkmış. Onu aldıracakmış ertesi gün “minik” bir operasyonla. Çarşamba günü başlayabilir miymiş? “Olur,” dedim. “Sorun değil.” Ben zannediyorum ki hatunda miyom falan çıktı, onu aldıracak. Aklımca fikir veriyorum falan. “Önemli bir şey değildir, şöyledir böyledir… Parça alıp bakarlar, temiz çıkar,” diye. Neyse efendim… Bir sonraki gün aradığımda, yok bu hastane olmadı öbür hastaneye gitmem lazım… Bir sonraki gün şu hastanede anestezist yokmuş falanmış filanmış derken hafta sonu geldi çattı. En nihayetinde bizim bekar hatun ağzındaki baklayı çıkardı ve hamile olduğunu öğrendiğini söyledi! Meğer geçirmesi gereken minik operasyon bebeği aldırma işlemiymiş! İlk üç gün 8 haftalık bebeğini aldırmaya çalışmış ve hastaneler kürtajı kabul etmeyip oyaladıkları için de en sonunda vazgeçmek zorunda kalmış. Neyse, erkek arkadaşı evlenme teklif edince ailesi de durumu daha yumuşak karşılamış… Ne diyelim? Onlar ermiş muradına…
İşte benim bakıcı hikayelerim.
Şimdi, siz söyleyin bakalım bunlar pişmiş tavuğun başına gelir mi?
Paylaş