Paylaş
Yok, bu böyle olmayacak. Bir gün direkt söyleyeceğim. “Aramayacaksın nasılsa, neden alıyorsun ki telefon numaramı?” diye. Eh, ben de onu aramayacağım aslında. Peki, ben neden alıyorum onunkini?
Bu telefon değiştokuşunda bulunduğum insanlar uzun zaman sonra yolda denk geliverdiğim, eskiden bir süreliğine de olsa aynı kursa, belki liseye, üniversiteye gittiğim, aynı iş yerinde çalıştığım kişiler. Bir şekilde ayrı yerlere savrulup hiç görüşmedikten sonra birden yolda karşılaştığım, ne demem gerektiği hususunda karşılarında apışıp kaldığım kişiler. Bu tiplerle karşılaşmalarım da her zaman telefon değiş tokuşuyla biter nedense.
Aslında manyaklık bende, biliyorum. Ben de en az, hatta belki daha da suçluyum karşımdakinden. Neden mi?
Sanki yıllardır onu görmeden yaşamak hayatımın en büyük eksikliğiymiş çirkinliğine saklanıverdiğim için. Başlatılan sokak tiyatrosunu devam ettirdiğimden. Belki de gitgide asosyal olduğumdan, bu tip ani karşılaşmalarda “Ne desem şimdi, ne anlatsam ben buna” saçmalığından kurtulmak isterken daha mânâsız saçmalamalarla stand-up gösteriye dönüştürdüğüm tesadüfi karşılaşmalardaki tavırlarımdan rahatsız olduğum için.
Bendeki bu adrenalin patlamasının nedeni, onu yıllar sonra karşımda görüverince aslında bunca zaman karşılaşmamaktan son derece mutlu olduğumu farketmenin utancı belki. “Eyvah! Ya karşısında yeterince sevinmiş gibi’ yapamazsam” kaygısı…
Konuşmaya başladığımızda olacakları bildiğimden, itiraf etmeliyim ki ilk iş görmezden geliyorum bu uzun süredir karşılaşmadığım şahsiyeti. Mümkünse cep telefonumla konuşur gibi yapıyorum ben de hepimiz gibi. Bazen yolumu değiştiriyor ya da kendimi içine atabileceğim kurtarıcı bir cafe ya da restoran, hatta belki butik varsa hemen dalıp bu rezilliğime başlamadan son veriyorum. Ama bu sığınaklardan biri yoksa ve ben her halükarda karşıdan gelen yıllar öncesinin arkadaşıyla bir şekilde tokuşacaksam, kaçınamadığımdan zevk almaya bakıyorum. Bunu yaparken oldukça abartarak.
Kaçış olmadığından kocaman bir karşılıklı nara atarak başlıyor iki kişilik kısa tiyatro oyunumuz. Bu abartılı naradan hemen sonra sarılıp kucaklaşıyoruz. Bana sorduğu sorunun aynısını soruyorum ben de ona çok ilgileniyormuşum gibi. “Asıl sen nerelerdesin?” şeklinde. Cevabını bitirdiğinde hafif bir sessizlik oluyor ama ben hemen olaya müdahale edip yıllar içinde bir hayli kilo almış olsa bile “Çok iyi gördüm seni,” yalanına sığınıyorum.
İltifat, böyle durumlarda başvurulabilecek püf noktalarından biri. Zira karşımdakinin beni, kendisinden kaçmaya çalışırken farketmiş olma ihtimali var ne de olsa. Bir adım sonrası ise birbirimizi görmeyeli ne kadar harika hayatlar geçiriyor olduğumuzu ballandırarak anlatmak. Burada atış her iki taraf için de tamamen serbest. Bir yandan başarı hikayelerimizi anlatırken bir yandan da salak ve kocaman gülümsemesiyle Amerikan filmlerinden fırlamış artistler gibi birbirimize sırıtmayı ihmal etmiyoruz. İşyerindeki başarılarımız, kocalarımızın yaptığı harikulade işler ve çalıştıkları muhteşem firmalardan bahsedebiliriz. Aslında tüm bu anlattıklarımızdan keyif alsak da, “Madem sordun söyleyeyim hayatım” şeklinde çaktırmadan hava atmanın bir yolunu buluruz ikimiz de. Zaten muhtemelen daha önceki onlarca, kimimiz için yüzlerce sokak parodisinden de oldukça antrenmanlıyızdır. Çocuklarımızın dünyanın en başarılı öğrencileri olduğunu söylemeye gerek bile yok aslında. Mutlaka ki İstanbul’un en iyi okullarına gidiyorlar ve her ikimizin çocukları da sınıf birincisi.
Aslında hayatınız paramparçaysa, -mesela iş bulamıyorsanız- bu noktada bunu gizlemek için en iyi taktik markalaşmış firmalardan birkaçının ismini serpiştirip teklif getirdiklerini ama sizin kabul etmediğinizi, ya da ne bileyim, kocanızın eşek yüküyle kazanıyor olduğu maaşının hepinize yetip arttığını söyleyebilirsiniz. Ya da önceden, bu tip karşılaşmalar için hazırlamış olduğunuz hayat koçu, aile danışmanı gibi havalı ama kimsenin ne yapıyor olduğunuza dair en ufak fikri olmadığı şık ünvanlardan birine bürünebilirsiniz. Bu da bir seçenek.
Aşamayı başarıyla atlatıp muhteşem sohbetin sonuna gelindiğinde ise laf dönüp dolaşıp “Mutlaka kahve içelim bir gün. Ama senin telefonun yok bende,” yalanına gelecektir. Karşılıklı telefon alışverişinden sonra havada bırakılan, hiçbir zaman gerçekleşmeyecek arama sözü de verilmiş olur; “Araşalım” lafıyla. Yani kimin kimi arayacağı konusu muammadır. Kimse kimseye söz vermiş olmaz, ki olur da sonradan bir şekilde yine karşılaşılırsa iki taraf da zor durumda kalmasın. Böylelikle bir sonraki piyes, “Şekerim o kadar yoğunum ki, seni de bir türlü arayamadım; oysa hep aklımdasın,” uyduruğuyla daha rahat başlayabilsin.
Cep telefonunuzdaki onlarca hatırlanmayan, telefon rehberi arada bir karıştırıldığında “Bu kimdi?” denilen insanların yüzde doksanını işte bu insanlar oluşturur.
Sanırım en iyisi o telefon numaralarını hiç almamak, araşmamak.
Paylaş