Paylaş
İnsanı en derinden yaralayan aldatılma, eş tarafından yapılandır. Arkadaşınız, çocuğunuzun, ortağınızın, her kimin olursa olsun aldatışı, eş aldatışının kederi ve öfkesiyle mukayese edilemez. Aldatılmak duygusal, ilgisel yahut cinsel, farklı derecelerde ama mutlaka acı verir. Aldatan sevilse de sevilmese de, yaşatacağı acı derindir!
İstatistiklere göre, dünyanın her yanında ilk boşanma nedeni aldatma... Çocuk ve eş kaybından sonra en çok yas, aldatılma nedeniyle tutuluyor.
Filmi sondan seyredelim. Hikâyenin finalinde aldatılan, önce sert bir öfke, sonra derin bir keder ve nihayet yetersizlik duygusuyla baş başa kalır. Sizi aldatan sevdiğiniz, iyi kötü yola devam ettiğiniz, umudunuzun tükenmediği, hayatınızın esas oyuncusuysa kederi anlamak hatta hissetmek mümkün. Anlaşılması güç olan hal ise aldatan, aynı zamanda sevilmeyen, istenmeyen, beğenilmeyen olduğu vakit aldatılanın hissettiği keder...
Peki neden bir adam ya da bir kadının başkasını sevmesi, başkasıyla sevişmesi bunca keder veren bir meseledir? Buradaki kederin esas oyuncusu kimdir? Biz mi karşımızdaki mi?
Eşi tarafından aldatılmış pek çok insan tanıdım. Hemen hepsi kızgın, hemen hepsi kırgındı. Ancak çok azı ilişkisinin yasını tutuyordu. Uğruna kendimizi heba ettiğimiz ve heba olmuş ilişkinin değil kendimizin yasıdır yaşadığımız.
Hangisi daha üzücü? Sevilenin aldatışı mı yoksa sevilmeyeninki mi?
Zor soru. Birinde ilişkidir yası tutulan, diğerinde kendimiz. Birinde ihanet ilişkiyedir. Diğerinde ihanet, kişinin kendine yaptığının altında eziliverir.
Adamı ya da kadını sevmeyin, dayanın!
Ne için?
Çoluk çocuk için, hiç olmazsa gözü dışarıda olmadığı için! O da yalan olsun tüm hayat gibi. Kumdan kale misali tarumar oluyor ortalık.
“Benimki” hızla gündemdeki yerini alıyor, sizin olan alınmış ve kullanılmıştır. Önce sizin olana değil, kullanıcıya olan kızgınlık gündemi doldurur, sonra asıl adrese sıra gelir. Kızılır, ağlanır, niye bunca keder hissedildiği sorgulanır, sevilmeyenin aldatışı sevileninkinden ağırdır ve bunu fark etmek daha da ağırdır.
Sevilmeyen için ödenen kendini bu ilişkiye mahkûm etme durumu ağır yüktür ve beklentisi mutlak sadakattir. Kime kızıldığı belli değildir, aldatana mı, kendine mi, hayata mı?
Ne yapılacağı hiç belli değildir, kumdan kale yıkılmıştır, zor hikâyedir bu. Finalde boşanılsa da devam edilse de zordur. Evlilik de mağduriyetin kendini göstermeyi çok sevdiği vakitlerdir. Eskinin aldatılanı yeninin mağduru haline gelir ve mağduriyetin gücünü kullanır ve bir de severse aldatan, ömürlük bedel ödemeye hazır olmalıdır. Bu hikâyeyi mağduriyet sularından çıkarmadan yol almak mümkün olmaz. Kontratı ihlal eden, namıdiğer aldatan, önce yaraları sarmalı. Sonraysa çift evliliği sürdürme karar ve isteğindeyse, ister eskisi gibi kenarından devam eder ister yeniden yapılanır, keyfi bilir.
Hepsi olur, bir tek aldatanın daimi zanlı, aldatılanın daimi mağdur olduğu resim olmaz, olursa da adı evlilik değil işkence olur,
“Dayanamıyorum artık!” olur, hem kendine hem aldatana verilen ömür boyu hapis olur ki, yazık olur!
Öte yandan sevdiğinizin ihanetinde bakılan yer ilişki, görünen manzara muhtelif; kaza kurşunu, ergen eş, dostluğun güvenli sularına demir almış ilişki, hayat elden gidiyor kaygısı ve daha neler neler...
Buradaki hikâye sıklıkla, duygusal tonlaması olmayan erotik maceradır, kontrat ihlalidir, aldatan üç buçuk atmaktadır, pişmanlığın romanı yazılır, kaybetme korkusu öyle hal alır ki aldatılan kendini bırakıp aldatanı teskin etmeye çalışır.
Kaza kurşunu isabet etmiştir ve önce aldatan yarayı iyileştirecek sonra evlilik elden geçirilecektir. Burada hikâye daha kolay, bir kere kale kumdan değil. “Ya tamam ya devam” kararı elbet çifte aittir, karar devam ise, –ki zemini sağlam ve evlenebilmiş çiftlerlerdir bunlar– devam edebilmelerini dilerim, o vakit önce bu kaza kurşunu çıkarılır, yas yaşanır, sonra gerekirse evliliğe bakılır.
Aslına bakarsanız aldatma, çift terapisinin ve terapistinin en verimsiz ve çaresiz alanıdır. Aldatma, aldatan, aldatılan bataklığında takılıp kalırsanız, –ki çıkması zordur– debelenir durursunuz. Acının geçmesi, yasın bitmesi ve evliliğin bu vesileyle –vesile kötü de olsa– elden geçmesi lazımdır.
Ben aldatmayı yazmayı da, acısı hafiflemeden görmeyi de sevmem. Ancak bu derde düşen çiftlerin takılıp kalma, daimi zanlı ile daimi mağdur haline dönüşme, kaza kurşunuyla yaralanıp iyileşebilecekken ölüp gitme halini çok görmüşlüğüm vardır. O yüzden çift terapisine başvurmanın ön sıralarında yer alan aldatma-aldatılma pas geçilmemelidir.
Tüm bunları düşünüyorken, bir dostum dedi ki: “Aldatılanı anlatıp duracağına şu aldatanı saklandığı dehlizden çıkarsana. İnsan niye aldatır ki?”
Yalnızlığından mı, yetersizliğinden mi, doyumsuzluğundan mı, kızgınlığından mı, mahalle baskısından mı yoksa bitemeyen ergenliğinden mi?
Aldatanın bazısı kendisini muzaffer bir kumandan gibi hissederken bazısı ezildikçe eziliyor. Peki, ne hissettiğin yaptığını hafifletir mi yoksa önemi yok mudur? Misal âşık olmak ile erotik macera aynı potada değil midir? Yoksa aldatma aldatmadır ve konu bitmiş midir?
Profesyonel zamparaları bir kenara koyarsak –ki onlar en az ilgi çekici olanlardır– aldatanın işi zordur. Ya âşıktır ya âşık olunandır yahut Oscar Wilde’ın dediği gibi, “Evlilik iki kişinin taşıyamayacağı kadar ağırlaşmıştır ve taşımak için en az üç kişi gerekir.”
Hepsi lafıgüzaf... Aldatan bir bok yemiştir ve bunu taşımalıdır. Gerekçelendirmeden, hafifletmeden, olanca ağırlığıyla taşımalıdır. Yakışan budur.
Profesyonel zamparalar, çapkınlar, daimi ergenler için aldatmak hayatın parçası, durmayan hormon baskısı, erkekliğin raconu, mahalle baskısı, erkek adam aldatır durumu, gençliğimi yaşayamadım mevzusu... Böyle uzar gider.
Burası erkeklerin at koşturduğu, kadın aldatmalarının epey nadir olduğu bir alandır ve ilgi çekici değildir. Elbet hayatını istediğin derinlik-yüzeysellik, tek eşli-çok eşli yaşama ve bunu seçme hakkı bakidir. Ancak evlilik böyle bir hikâye değildir ve verdikleri, aldıkları vardır.
Böyle adamların, evlenmeme ihtimalini de iyice düşünmelerini öneririm, fena bir seçenek değildir, hem böylece kendilerini de aldatmamış olurlar.
Bir de acemi zamparalar vardır ki onlara yazıktır, iyidir hoşturlar; ya gaza gelmişlerdir ya şeytan doldurmuştur. Yaptıklarının ve yaşadıklarının sorumluluğunu alıp yaraları sarmalıdırlar.
Âşık olmak ise ister evli ister bekâr; zaten kontrol dışıdır. Evliyken âşık olduysanız başınız beladadır, sahip olduklarınız ile yaşayacağınızı düşündüklerinizi teraziye koyarsınız. “Allah kurtarsın” denecek durumdur bu. Aşkın geçiciliğini, aşk ile şehvetin kapı komşuluğunu akılda ve gönülde tutmanızı dilerim.
Gelelim Oscar Wilde ustaya. “Bazen evlilik iki kişinin taşıyamayacağı kadar ağırlaşmıştır ve taşımak için en az üç kişi gerekir” der ya, burada aldatma merkezine evliliği koymuştur ve evlilik bir diğer ilişkinin desteğiyle taşınmaktadır. Bu baston ilişki tarifidir ve çift terapistlerinin sık karşılaştığı bir durumdur. Üstat diyor ki evlilik zorda; devam edesi var ancak ağırlaşmış, lezzetsizleşmiş, taşımak zorlaşmış, tam da bu noktada eşlerden biri gidemiyor da kalamıyor da, bastondan destek alıyor. Baston ile ayakta tutulan evlilikte, kulağa tatsız gelse de, evlilik dışı ilişki evliliğe hizmet için vardır ve evlilik biterse o da biter, zira varoluş gerekçesi ortadan kalkmıştır.
Aldatanın hikâyesi, “Eşimi çok seviyorum ama duygusal olarak çok yalnızdım. Benimle ilgilenmiyor, her şeyi çocuklar oldu, konuşmaya ihtiyacım var” lakırdısıyla uzar gider. Öğrenildiği an itibariyle evlilik dışı ilişki biter, görevini yerine getirmiştir. Hızla ve birlikte evliliğe bakılır. Zira aldatılan da aldatan kadar evliliğin ağırlığının farkındadır. Kızgınlık hızlı atlatılır, evliliğe yatırım lazım, “Çok fazla cepten yemişiz” denir ve birbirinin kıymeti hatırlanır. Kızmayın ey ahali, mayın tarlasını anlatıyoruz, evlilik bu sağı solu belli olmaz.
Bir dipnot da cinslerin, aldatma ve aldatılma hikâyesindeki epey farklı tutumlarına gelsin. Dünyanın her yerinde kadının kocayı aldatması sıklık olarak daha azdır ve içerik olarak, duygusal taleplerin karşılanması önceliklidir.
Ve aldatan kadının boşanma talebi, aldatan erkeğe göre daha yüksektir. Aldatılan erkeğin duygusu ise ister öğretilmiş ister varoluşsal, daha zor iyileşir.
Geldik son söze... İnsan bu, ham, yoldan da çıkar, yola da girer, doğru da yapar eğri de. Asıl olan, önce yaptıklarımızı sırtımızda taşımak, sonra yaraladığımız gönlü iyi etmeye gayret etmektir. Yakışanı budur.
Psikiyatr Dr. Gülcan Özer
Paylaş