Paylaş
Bir genç hanımın sorusu. Cevabını bileniniz var mı? Rivayet muhtelif. Çocuk sahibi olmak için, sosyal statü için, güvenli seks için, finansal emniyet için, ailesini memnun etmek için, ailesinden kurtulmak için, öteki yarısını bulduğu için, âşık olduğu için, yalnızlıktan korktuğu için, herkes evlendiği için, aldatmak için, aldatılmak için, pembe panjurlu ev hayali için...
Rivayet sahiden muhtelif. Ve fakat asırlardır pek az değişen evlilik gerekçeleri, sorun çözme yahut çözememe biçimleri, iddialı şekilde artan boşanma oranları ve nihayet tüm kederli deneyimlerine rağmen, evlilik halen bilinen en yaygın gönüllü organizasyondur.
Altını çizelim: Gönüllü organizasyon, istekle, gönüllü olma esasına dayanarak yaptığımız kontrat...
İnsanın ruhuna ait ne varsa pek yavaş yol alır. Ruh da yansımaları da korkaktır, neredeyse daima aynı olana, bilindik olana oynar, değişimin kaçınılmaz olmadığı sulardır buralar. Aynı olmanın konforu değişimin üstündedir ve insan canlısının ruhunun öteki yarısını bulma hayalinin kahramanı, namı diğer evlilik tam da buraya demir atmıştır.
Evliliğin ezberleri, yazılı-çizili olmayan bir kontratı vardır ve bu kontrat, hikâyenin aslıdır. İhtiyaç karşılar; kişi aynı insanla aynı yatakta ve aynı hayatta yaşamayı hayal eder.
Önce evlilik kontratından bahsetmek lazım, kontratın üç ana başlığı vardır:
1- Şunu şunu veririm, şunları isterim: Karşılıklı söylediklerimiz buradadır.
2- Şunu şunu isterim, şunu veririm ama söylemem yahut söyleyemem: Burası saklı bahçemizdir; istediklerimizi, bildiklerimizi ama söylemediklerimizi yahut söyleyeme diklerimizi barındırır; söylemek için evlilik sonrasını, fırsatını beklediklerimizi...
3- Bilinçaltımızın karanlık dehlizlerindeki istek ve ihtiyaçlarımız, bilmediklerimiz, evlendikten sonra ortaya çıkan sürpriz yumurta.
Bu kontrat mevzusu önemli ve tehlikelidir. Kimi şaşırır, kimi kandırıldığını düşünür, kimi ihanete uğramış hisseder. Oysa evliliğin tabiatı budur.
Çiftin birbirini değişmiş olmakla yahut değişmeyip hep aynı kalmakla itham ettiği alanlar bir kenarından bu kontrat mevzusuyla ilişkilidir. Çift terapistleri kontratın ikinci ve üçüncü bölgesiyle ilgilidir. İkinci bölge, “Takke düştü kel göründü”, üçüncü bölge ise “Valla ben de bilmiyordum” alanıdır.
İstek ve ihtiyaçlarımızı söylediğimiz ve istek parça kabul ettiğimiz ilk bölümde, parasal olarak erkek evi geçindirir, yalnız takılmak yok, gömleğin düğmesine dikkat, bayramda önce bizimkilere gidelim, haftada bir annemlere yemeğe gidilir, evde iş yapmam, ev işlerini paylaşırız, özel günler özeldir kutlayalım, özel günler para tuzağıdır kutlamayalım, çoraplarını salonda çıkarma, çocuk olunca işi bırakırsın, saçlarını uzun seviyorum...
Burası bildiğimiz ve pazarlık yaptığımız bölgedir ve terapist için en az ilgi çekici olan kısımdır. Gündelik hayata dair isteklerimiz sıklıkla buradadır.
İçerik çiften çifte değişir. Bazısı için bu alanda istenecek olan, bazısı için ikinci bölgeye transfer olur. Utanır yahut erteleriz ya da daha hesapçı bir tutumla vaktini bekleriz.
Söylemeden geçemem: Evlilik ne hesabı ne hesapçı tutumu seviyor. “Şimdi boş ver, evlendikten sonra söylersin” repliğinin faydalı olduğunu görmüşlüğüm yoktur.
İstek ve ihtiyaçlarımızı söylemediğimiz yahut söyleyemediğimiz, istek parçaya karşı temkinli yanaştığımız ikinci bölüm ilişkinin karanlık dehlizi öncesindeki loş alandır.
Değiştirilecekler listesi, istekler ceptedir ve çıkarılmak için fırsatını kollamaktadır. Cinsellik bu alanın kraliçesidir. Aile ilişkileriyle ilgili istekler derinleşmiştir. Mahalle baskısından veya kendimize yakıştıramadığımızdan söyleyemediğimiz yahut vakti gelince söylemek üzere ertelediğimiz isteklerimizi içeren bu alan, terapistlerin çalışma alanlarındandır.
“Annesini sevmiyorum, her hafta yemeğe gidemem”le başlar, “hafta içi sevişilmez”le zirveye ulaşır.
Ben bu bölümün sırlarını sevmem ve çiftin ivedi şekilde bu yükten kurtulmasını isterim. “İstiyorum”la başlayan cümleler kurmaya başlayan kadın ve adam önce temkinlidir; istekler ne vakit ayarsızlaşır, isterken temkinli olunmaz, istesem ne olur zaten yapmaz baskısından kurtulunur, çift o zaman hafiflemeye ve birbirini şaşkınlıkla seyretmeye başlar.
İstiyorum... Anlattıkça anlatır, dinledikçe dinlerler, yük atarlar, heyecanlanırlar, heveslenirler, kaygılanırlar, düşünürler ama en çok da yakınlaşırlar.
Benim pek sevdiğim ve çift terapisine duyduğum hevesin devam ettiği andır. İki insanın yakınlaşması, gönülün gönüle kavuşması seyre değer manzaradır ve pek güzeldir. Hesapçı grup ise burada yol alamaz, tıkanır ve “Ben sadece mutlu-huzurlu olmak istiyorum” tadında konuşur, ser verir sır vermez. Onlar daha duygusal olarak evlenememiş ve pek de evlenesi olmayan, samimiyeti düşük, hesabı yüksek ve üzülesi haldedirler. Birbirlerine sırlarını açacak kadar güvenmedikleri ilişkinin adına ‘evlilik’ diyen bu çiftlerin sahici adı “evlenememiş evliler”dir ve işleri zordur.
Gelelim kontratın son bölümüne: Bilmediğimiz ve fakat evlilik sonrası bazen şaşkınlıkla fark ettiğimiz bazense fark edemediğimiz bu alan, sıklıkla çiftin terapiste başvuru gerekçesinin sahici kahramanıdır.
Misal, konuşamıyoruz diye başvurursunuz, oysa alttaki ihtiyacınız mutlak şekilde onaylanmaktır. Onaylanmamayı göze alamadığınızdan konuşamıyorsunuzdur. Kontratın derinliği arttıkça aileyle ilgili mevzu daha da derinleşmiştir. Cinsellik, bu alanın başkahramanıdır, kimi pas geçer kimi ise fark eder. Bu alan sürpriz yumurta gibidir ve hırpalanmışlıklarımız, karşılanmayan ihtiyaçlarımız, yetersizliklerimiz, korkularımız, ana babalarımızdan tahsil edemediğimiz alacaklarımız burada at koşturur. Burası mevzunun evlilikten çıkıp kişinin kuytularına doğru seyrettiği yerdir ve kim olduğumuz, cinsiyet kimliğimiz, geçmişimiz burada elden geçirilir. Dertler bize ve bizim tarihimize aittir, derman bizdedir, bedeli ödeyen evliliktir. Davul-tokmak hikâyesi; davulu evlilik gibi düşünürsek, tokmak kişisel tarihimizden getirdiğimiz dertlerimizdir.
Misal, ilgisi duygusu yetersiz bir babanın kızısınızdır, güvende olmakla ilgili ihtiyaç büyük, yara derindir. Hayat karar vermenin, başarmanın, ayakları yere sağlam basmanın yorgunluğu ve becerisiyle geçmektedir. Ne yardım istemeyi bilirsiniz ne sırtınızı dayamayı. Sonra bir gün aşk gelir, evlenirsiniz. Adam iyidir hoştur, becerisi ayarında, ilgisi kararındadır. Ancak yetmez, sizin ihtiyacınız çoktur. Ne ihtiyacınızı anlarsınız, ne ihtiyacınızın karşılanmasına müsaade edersiniz. Günün sonunda yetersiz hisseden adam ile hırçın kadının hikâyesidir bu.
Anlamak, iç sesi fark etmek lazım: “Fena halde korkuyorum, kendimi bıraksam sevilir miyim, ne olursa olsun sevilir miyim?”
Ebeveynden tahsil edemediğiniz ihtiyacınızın hayatınızı ele geçirişi, bu ihtiyacın kocadan istenmesi, adamın da bunu bilmesi ve verebilmesi yahut verememesi, sizin ebeveynlerle duygusal hesabı görüp geçmiş alacakların üstünü çizmeniz; hepsi mümkün ve hepsi kabul. Yeter ki hikâyeyi doğru okuyalım, “Korkuyorum” diyelim, “Bırakma beni”, “beni çok sev, eksiğim var” diyelim...
Misal, obsesif adamsınız. Gerekçe muhtelif, doğru yaşam çizelgesi cebinizde, hayat sıkıcı. Seçtiğiniz hatun ise plansız, düzensiz, dağınık ve hayat rengi yüksek.
Altyazı: “Hatun, kuralların içinde sıkıştım, kurtar beni!”
Evlenirsiniz, hatun sizinle baş edemez, çatışmayı göze alamaz, uyum sağlamaya çalışır ama bu arada kimliğini kaybeder. Hatun uyum sağlamaya uğraştıkça siz kızgınlaşır, ona yeni yetersizlik alanı üretirsiniz. Hatun evi çiçek gibi yapar, “Yemeğin tadı tuzu yok” dersiniz. Karşı çıkmaz, “Her şeyi ben mi planlamak zorundayım” dersiniz. Kurtulamadığınız doğru yaşam kitapçığı ve kimliğini kaybetmiş hatunun hikâyesi...
Adamın iç sesi “kurtar” diyor, dış sesi “Evliliğin devamı için uyum sağla.”
İyi okumak, oya gibi işlemek, derinlerdeki evlenme ihtiyacını görmek, kurtar beni sesini duymak ve bombalanan hayatı elden geçirmek lazımdır, mümkündür.
Deruni evlilik, çok azdır ve tehlikeli virajları alıp yola devam eden çiftlere hastır. Evlenebilmek için bu virajları almak, patika yollarla tanışmak, yerin üstündeki kadar yerin altında da var olduğumuzu fark etmek, yeraltı malzememizi tanımak, bazısının altını bazısının üstünü çizmek önemlidir. Benim bildiğim en iyi evlilik tarifi, kendini iyi kötü ne varsa karşındakine önce açabilmek sonra emanet edebilmektir.
Şimdi bu gönüllü organizasyon üç aşağı beş yukarı benzer sularda yıkanırken, kadının anlaşılma, adamın serbestleşme arzusu asırlardır değişmeden sürerken, kimimiz yüzeydeki evliliğe fit olup yola devam eder, kimimiz derinlerde yüzerken mevzuyu karıştıran, ‘boşanma’ denen ve hızla yayılan durum oldu.
Dünyanın her tarafında boşanmaya izin verilir. Ve evliliğin sahici değişiminde/dönüşümünde boşanmanın önemi pas geçilemez. Meşhur ve sıkı takipçisi olduğumuz Amerika’da her iki evlilikten biri boşanmayla sonuçlanıyor. Bizdeki oranlar da hızla artıyor, 2015’te artış oranı yüzde 4,5; boşanma oranı ise 1,7’yi buldu. Yani 1000 evliliğin yaklaşık ikisi bitiyor. Özetle, Amerika’ya yetişmek için çok fırın ekmek yememiz gerekiyor!
Büyük kentlerde ve yüksek okuryazar grupta boşanma giderek yükselmektedir.
Altyazı şu: Ne kadar az mahalle baskısı, ne kadar çok okuryazar-meslek sahibi-para kazanan kadın, o kadar çok boşanma.
Dünya boşanmaya zar zor alışmışken, evlilikler yeniden tarif edildi ve yeni akım ile ikinci, olmadı üçüncü evlilikler görülmeye başladı.
Boşananların büyük çoğunluğu tekrar evlendi. Gönüllü organizasyon sahnelenmeye devam etti. Hatta evlilerin yaşam süresi boşanmış yahut bekâr olanlara fena halde basınca evlilik taçlandı. En kısa ömür sürenler hiç evlenmemiş yahut boşanmış erkekler, en uzun ömür sürenler evli kadın ve erkekler, ona göre...
Gelelim başlangıç sorusuna, insan neden evlenir ki?
Evlilik bir fantezidir; hayat öykümüze eşlik edecek yareni, bizi kabul buyuracak eşi, insan canlısının şu makûs yalnızlığını öteki yarısında arama fantezisidir.
Yolunuz açık, şansınız bol olsun ey ahali.
Psikiyatr Dr. Gülcan ÖZER
Paylaş