Paylaş
Ne çok duyduk bu lafları, kızlar güçlü olamaz mı, üzülür, ağlar mı? Tek başına güçlü duramaz mı? Hep korunmaya, yanında erkeğe mi ihtiyacı olmalı güçlü hissetmek için? Prenses gibi güzel ve narin olmak, beyaz atlı prensini mi beklemek zorunda bir ömür? Kendi atına binip istediği yere gitse olmaz mı? Erkelerin de duyguları olamaz mı? Neden üzülüp, ağlamasın? Neden erkekler de duygularının farkına varıp, ifade edemesin? Hep güçlü olmak mı zorundalar? Renk veremezler mi onlar da? Pembeler, kırmızılar, morlar onlara da yakışmıyor mu? Nedendir bu daha çocuk doğmadan yaptığımız sürekli ayırımcılık durumu? Bu kadar keskin ve net sınırlarla ayırmalı mıyız cinsel kimliklerimizi? Hepimizin içinde biraz kadın, biraz erkek kimliğinden bildiğimiz parçalar olmasına neden katlanamıyoruz?
Elbette bunlar, bizim kural, gereklilik, değişmez, değiştirilemez sandıklarımız, toplumun, kültürlerin bize dayattıkları. Oysa değişmeyen ne var? Bu kadar hızlanmışken her şey, duygularımız, isteklerimiz, kimliklerimiz, hep doğru bildiğimiz gerçekler bile değişmiyor mu? Bu kadar değişimin içinde beyinlerimiz, bilişimiz, bildiklerimiz de elbette esnemeli, değişime açık olmamız gerekmez mi?
Bizi hayatta tutan en önemli becerimiz de bu değil mi zaten? Bilişsel esneklik, değişime, gelişime açıklık, adaptasyon becerimiz.
Oysa uyum sağlayamayanlar, esneyemeyenler, hep kendini, hep kendi bildiklerini doğru sananlar, kendini dar dünyalarına hapsetmeye ve orada kendi kendini yok etmeye meyilli değiller mi?
Nereden geldik buraya...Cinsel kimlik, evet doğduğumuzdan itibaren görünümümüzle şekillenen, ama bize dayatılanlarla besleyip, büyüttüğümüz cinsel kimliklerimiz. Ortalama 2 yaş civarında çocuklar cinsel kimliklerinin farkına varıp, onu kabul edebilirlerse, ona göre kendine rol modeller seçip, öğrenmeye ve geliştirmeye başlarlar. Yani çocuğun genetik kodlanmasında ve fiziksel gelişiminde bir sorun yoksa; etrafında kimliğini kabul etmesine izin veren başka kimlikler ve kendi cinsiyetine ait olumlu modeller varsa; yoğun çatışmaların, karmaşaların yaşandığı ortamda gelişmek zorunda değillerse, genellikle sorunsuz bir şekilde kendini, kimliğini oluşturur ve kimliğinden memnun bir hayata adım atar.
Erken çocukluk döneminde toplumumuzda özellikle erkek cinsiyet rol gelişimine abartılı vurgu yapıldığını görmekteyiz. Ve çocuk bu rolleri kabul etmekte zorlandığında, örneğin kızlar gibi bebeklerle oynamak istediğinde, annesinin makyaj malzemelerini ve topuklu ayakkabılarını merak ettiğinde aşırı tepkilerle kaşılaşabilmektedirler. Oysa erken çocukluk döneminde çocuklarda görülebilen bu karşı cinsiyete ait kabul ettiğimiz davranış biçimleri, bu çocukların ileride cinsel kimlik karmaşası yaşayacağı ya da homoseksüel eğilimleri olacağı anlamına gelmemektedir. Ebeveynlerin bu konuda aşırı kaygılı durumları ve dayatmaları çocuğun sağlıklı gelişimden sapmasına sebep olabilmektedir.
Erken çocukluk döneminde çocuk çok ısrarcı ve güçlü bir şekilde kendi cinsiyet rolünü red ediyor, kendini karşı cinsiyete ait tanımlıyor ve o şekilde davranıyorsa, örneğin erkek çocuk asla pantolon giymek istemiyor, kendini çizdiği resimlerde kız olarak gösteriyor, sürekli bebeklerle oynuyor ve evcilik rollerinde sürekli bir biçimde kadın karakterlerini seçiyorsa o zaman klinik olarak değerlendirilmelidir. Buradaki önemli fark süreğen ısrarcılık ve kendi cinsiyetini güçlü bir red ediş durumunun yaşanmasıdır.
Özetle, çocuklarımızın cinsel kimlik gelişiminde aslında sadece cinsel kimlik gelişimi için değil biyopsikososyal gelişimin tüm basamakları için geçerli olan, bizi kaygılandıran bir duruma ait ipuçları yakaladığımızda aşırı tepki ile davranmak, korktuğumuz sonucu pekiştirmekten başka bir işe yaramamaktadır. Sakince biraz izlemek, çocuğun kendini ifade etmesine izin vermek, onu anlamaya çalışmak, hüküm vermekten kaçınmak yapamıyorsak bu konuda yardım almak her zaman daha sağlıklı sonuç verecektir.
Çocuk ve Ergen Psikiyatristi Dr. Sebla Gökçe
Paylaş