Paylaş
Önce şaşkınlık sonra umutsuzluk ve nihayet sonsuza değin sevilesi insanı arama yolculuğu. Bir-iki derken insan kederle öğrenir ki aşk fani, yalnızlık baki. Bu, hayatın ve kadın erkek ilişkisinin tüm seyrini değiştirir. Bugünün sevilesi adamı, bilirsiniz ki yarının öteki adamıdır. Adamın günün birinde sizi sevmez oluşu mevzusu ayrı, o hiç olmazsa mağdur olmanın, aşk acısı çekmenin, şarkıların, şiirlerin, arkadaşların ve rezil adam nağmelerinin arasında atlatılır. Adam kötü çıkmıştır, gönül yanlış adrese konmuştur, aşkın gözü kördür ve gözü açık bir aşk ile bu konu halledilecektir. Daha fena olan sevilmemek değil sevememe ihtimalidir. Zira, insanın kendi duygusunun güvenilmezliği ile bizzat tanıştığı ve şaşırdığı bu vakitler, çok sevilenin, sevilmeyene dönüştüğü, “Uğruna canımı veririm” kelamının, mazide kalan ve nasıl söylendiği hatırlanmayan bir cümleden ibaret oluşunu içerir. Sevginin de acı gibi kaypak bir duygu olduğunu bizzat öğrendiğimizde, sevebilirliğimiz sınırlanır, temkinli sever hale geliriz. İlk aşk yahut ilk sevdanın insanın hayatındaki en kıymetli ve benzersiz yanı muhtemeldir ki budur. Adı hatırlanmayan ilk sevgili ya hayırsız çıkmıştır ve gitmiştir yahut biz hayırsız çıkıp ve gitmişizdir. Bir kez biten aşkı tadan, gardını almayı önce öğrenir, sonra unutur. Bu hikâye de böyle sürer gider.
Bir yerlerde okudum, “Ruhumuz derimiz gibidir, bir okşamanın etkisi çabucak geçer, ancak küçük bir sıyrığın iyileşmesi zaman alır” deniyordu. Bu, evli çiftlerin gündelik hayatlarıyla ilgili yapılmış ve magazin kokan bir çalışmaydı ancak benzetme çarpıcı!
Kendini yenileyen, yaşlanan, yılların izini pas geçmeyen, bazılarında çizik izi geçmezken bazılarında derin yaraların izinin kaybolduğu, her an yanı başımızdaki deri ve bilinmezlik kraliçesi var: Ruh. Malum, ruh, psikiyatrinin kraliçesi, elitlerin elitidir ve gündelik hayat, deri gibi alt sınıf malzemelerle bir aradalığı pek nadirdir. Somut olanı sevmez hatta indirger, o yüzden günlerce bu cümleye hem takıldım hem de onu pek sevdim.
Bu çalışmada, ilişkide beşe bir kuralından bahsediliyor ve “Bir kötü hissediş ötekinin beş iyi davranışıyla nötralize oluyor” deniyor. Tıpkı deride olduğu gibi, iyi hissediş ruhta da daha az etkili. Belirleyici olan hayal kırıklığı, kızgınlıklar... Gündelik hayatta iyilik kötülükten güçsüzdür, özeti bu. Tam da burada gündelik hayatın konuşsan konuşulmaya değmez, unutsan unutulmaz ve fakat varlığıyla hayata damgasını vuran hallerinden bahsetsek? Hani keyfiniz yoktur da nedendir hatırlayamazsınız. Muhtemelen incir çekirdeğini doldurmaz bir nedenledir ancak ağzınızın tadı bozulmuştur ya, o hallerden bahsetsek?
İpe sapa gelmez hadiselerle canınız sıkılmıştır, karşınızdaki sizi kötü hissettirmiştir, farkında mıdır, belli değil. Ancak siz farkındasınızdır ve size kendinizi kötü hissettiren şahsiyet şapkadan en az beş iyi tavşan çıkaracak vakte kadar cezalıdır. Bu, cezanın sıklıkla asıl konu üzerinden verilmediği bir haldir.
Ezcümle bozulduğumuz ve tırnak içinde maruz kaldığımız kötü davranışı söylemezsek muhtemeldir ki, kaşımız gözümüz, sesimiz soluğumuz söyler yahut en iyisinden söyleniriz.
Kadın, “Aç mısın?” der, adam televizyon seyretmeye devam eder, duymaz. Kadın bozulur. İç sesi, “Bu adam seni hiç dinlemiyor” der ve yüzü asılır.
Adam bunu fark eder, “Pardon duymadım” der, öper. Kadın, “Kahve ister misin” der, Adam, “Saçın ne güzel olmuş” der ve gülümser; mevzu kapanır.
Araştırma bunu anlatıyor. Oranı bilmem ancak ilişkide olumsuz davranış yahut duygunun, sıklıkla, olumludan güçlü olduğunu düşünürüm.
Bunu anlamak ya da üzerine muhabbet döndürmek mümkün.
Misal, “Ne yapalım, insan eşine çok emek veriyor, en önce diğer tüm ihtimallerden vazgeçiyor. Kendini veriyor, o yüzden çok hassas, hemencecik kırılıveriyor” deriz. Yahut “Çok sevilesi, beğenilesi, şu fani dünyada bir insan canlısının en kıymetlisi olası var, o nedenle çok kırılgan” deriz. Doğru da, sevilesi, beğenilesi, fena halde önemli olası var, hepsine tamam da, benim takıldığım yer, bunun tam da tersi.
Sorum şudur ey ahali: İnsanın kendine yontmasının yahut kıymetli egosunun oranı ise tam tersi; beş doy, bir doyur. Yer değiştirip bu defa kötü hissettiren biz olduğumuzda, tek tavşanın mevzuyu çözmesini neden ve hangi şuursuzlukla bekliyoruz. Evlendik, kırıldık, yaşadık gördük ya hani. Ruhumuz çabucak kırılıp zorca iyileşiyor. Peki, ne oluyor da karşımızdakinin ruhunun başka tür olduğunu düşünür hale geliveriyoruz. Adama, “Şişmanladın, göbeğin çok kötü” dediğimizde ve adam bozulduğunda ve hadi nerede benim beşlim dediğinde ne oluyor da mevzuyu önemsizleştiriyoruz yahut gerçek ölçüsüyle okuyoruz. “Aman canım, ne var, şişmanlamışsın dedim, abartma.” Doğru, abartmasın, o vakit sen de abartma hatun, yahut bu abartma mevzusunu evliliğin raconu kabul edelim ve pek sevdiğimiz ama nerede kullanılır bir türlü kavrayamadığız empatiyi karşılıklı kullanalım.
Evlilikte hepimizin gündelik hayatımızdakinden daha alıngan, hassas olduğu malum. “Umurumda değil” noktasına gelmediysek, derimiz kalınlaşmadıysa yani halen duygusal olarak evliysek empatinin vakti gelmiştir ve karşımızdakinin de benzer duygularının olabileceğini bilmeliyiz.
İnsan canlısının evlilikten beklentisinin ayarsızlığını, evlenmiş olan herkes bilir. Sevilmek, hem de daima, beğenilmek, onaylanmak, cinsel yönden çekici bulunmak, sözü dinlenmek-önemsenmek, ailelerin sevilmesi yahut sevilmiyorsa fark ettirilmemesi, parasal ortaklık..... Ve asıl bomba bunların hepimiz tarafından koşulsuz ve her zaman istenmesi.
Cinsi latifin burada altını çizmezsek ve onu pas geçersek olmaz. Bu mevzuda, yani hassas olma, gündelik hayatta alınma, kızma ve iyi hissettirilmeyi coşkuyla bekleme mevzusunda performansı adamlardan daha yüksektir. Bunun kadınsı, sosyolojik, hormonal yahut yüksek fedakârlıkla açıklanabileceğini varsayalım. Ancak adamların da alınganlıkları, kızgınlıkları var ki çoğu kendileri tarafından bile zor fark edilir.
Eşinin hassasiyet yahut kırgınlıkları olduğunu ancak çift terapisinde fark etmiş çok kadın tanımışlığım vardır. Biz burada, söze dökülmesi ihtimali daha düşük olan kırgınlık yahut kızgınlarımızdan bahsediyoruz.
Söylesen olmaz, küçüktür, basittir hatta komiktir. Arkadaşa anlatsan olmaz ya karizma çizilir yahut “Abartma” der. O nedenle en çok da gündelik hayatın ıvır zıvırı, kadın yahut erkek olmanın yansıması olan arızalar, empatiye, ancak ve mutlaka, sadece eşin empatisine ihtiyaç duyar.
Eş, “Anlıyorum seni, ben de böyleyim” der.
“Bu herhalde insanın eşe dönüştüğü vakit olan bir hal” der.
“Ben başkalarıyla farklıyım” der.
“Sen bozulduğunda bana söyle” der.
“Ben bozulduğumda sana söyleyeyim” der.
“Boş ver mevzunun önemini, seni üzdüyse benim için önemlidir” der.
Der, der, der... İşte o vakit empatinin dibine vurulur, beşe bir tarihe gömülür ve empati hızla sempatiye dönüşür.
Dilek cümlesi olmadan olmaz: Önceki paragraftaki eşten dilerim herkese... Bulursanız kaçırmayın.
Psikiyatr Dr. Gülcan Özer
Paylaş