Paylaş
Uyku, bebek ve küçük çocukların gelişiminde fizyolojik, zihinsel ve psikolojik boyutuyla en önemli bakım konularından biridir. Diğer yandan, ebeveynlerin yaşam kalitesine etkisi de düşünülünce sadece bireysel ya da ailevi değil, toplumsal hatta ekonomik boyutta bile etkileri olan bir olgudur diyebiliriz. Bebeğindeki uyku problemleri dolayısıyla iş ve yaşam tercihlerini değiştirmek zorunda kalan ya da ebeveyn-çocuk bağlanması gibi önemli psikolojik gelişim başlıklarında ciddi sıkıntılar yaşayan aile sayısı azımsanmayacak kadar çoktur.
Konunun bu derece önemli ve merkezde olması, uyku eğitiminin uygulanma şekliyle ilgili de pek çok farklı yorumu beraberinde getirmiştir.
Aslında, bebeklerde kaliteli uyku becerisinin ortaya çıkmasını sağlayan geçerli tek bir uyku eğitimi uygulaması bulunmaktadır: Bu uygulamaya en genel ifadesiyle ‘ağlamaya kontrollü izin verme’ yaklaşımı diyebiliriz.
Uyku eğitiminin özü, bebeğin kontrollü şekilde bir kısım stres yaşamasına (yeni duruma uyumlanana kadar) izin vermeye dayanır. Bu nokta doğal olarak ebeveynler için uyku eğitimi uygulamasının en zorlayıcı kısmıdır. Bunun farkında olan bazı uygulamacılar da ara yollar sunarak ailelerin hassasiyetini kullanabilmektedir.
Eminim uyku eğitimiyle ilgilenen aileler arasında, emzikle uyku becerisi geliştirmeye çalışan Kim West ya da bebeği yatırıp kaldırarak uykuyu öğretmeye çalışan Tracy Hogg yaklaşımını duymayan yoktur. Maalesef ki bu yaklaşımlar uyku eğitiminin temeli olan adaptasyon prensibine aykırı olduğu için, hem bebeğin uygulama sırasında daha fazla ağlamasına ve stres yaşamasına sebep olur hem de arzu edilen kalıcı deliksiz uyku becerisine ulaşılmasını sağlamaz. Özetle, uyku eğitiminde genel insan kapasitesi olan adaptasyon prensibine aykırı yaklaşımlardan uzak durmaya özen göstermek oldukça önemlidir.
Diğer yandan az ya da çok, yanında ya da uzakta bebeğin kaliteli uyku becerisi kazanması için stres yaşamasına izin verme yaklaşımının sağlıklı olup olmadığı da doğal olarak sorgulanır. Bu konudaki araştırma sonuçları ağlamaya kontrollü şekilde izin vermenin, derecesi ve toplam uyumlanma/öğrenme süresi bakımından ‘iyi stres’ tanımına girdiği yönündedir.
Gerçekten de doğru uygulanan uyku eğitimi birkaç gecelik kontrollü stresten ve birkaç gündüz de dengelenen sağlıklı bağlanma etkileşiminden öte bir uygulama değildir. Elbette ki yanlış bir uygulama şekli olarak, kontrolsüz ve aşırı ağlamayla bütünleşen bebeği uykuda yalnız bırakma hali ‘kötü stres’ tanımına girer ve kesinlikle tavsiye edilmez. Kontrolsüz ağlatmanın bebek gelişimine verebileceği zararlar üzerine de detaylı araştırma sonuçları mevcuttur.
Bu bağlamda, doğru uyku eğitimi bebeğin gelişimine ve ailenin özelliklerine bağlı olarak hesaplanan bir derece ayarlamasıdır diyebiliriz. Özellikle bizimki gibi ten temasının yoğunluğu gibi uygulamalarla ebeveyn-bebek bağlanması açısından fazlasıyla avantajlı kültürlerde, doğru uygulanan uyku eğitiminin sadece uyku becerisi açısından değil genel sosyo-duygusal gelişim açısından da olumlu etkileri olduğu gözlemlerle sabittir.
Özetle doğru uygulanan uyku eğitimi; aşırı ağlatma, bebeği yalnız bırakma, duygusal kontrol ya da bağlanma sorununa sebep olma değildir. Uyku eğitimi, ebeveyn hassasiyetleri dolayısıyla adaptasyon prensibini dışarıda bırakarak bebeği fazla strese sokan ara yollar da asla değildir. Uyku eğitimi, bebeklerin adaptasyon/alışma kapasitesi kullanılarak sistemli ve kontrollü şekilde kendi kaynaklarıyla uyumaya ve bu sayede kaliteli uykular başarmaya yönlendirilmesidir. Doğru uygulanan uyku eğitimi çocuk gelişimini ve ebeveyn-bebek ilişkisini tahminlerin ötesinde olumlu etkiler.
Bugünün bilgilerinin gösterdiği şekliyle; evrimsel, doğal, insanı insan yapan temel özelliğimiz uyku bebeklere öğretilebilir ve genç anne babalar bu beceriden büyük fayda görür.
Hepimizin kaliteli uykudan faydalanması dileğiyle…
Paylaş