Paylaş
Oyun bebeklikten başlayan, insan gelişimini yaşam boyu destekleyen, formu değişse bile yetişkinlikte de devam eden çok temel bir olgu. Elindeki kaşığı yere atıp siz geri verdikçe yeniden atan bir bebek, bulduğu bir pet şişeyi elinde sıkıp bırakarak müzik yapan bir çocuk, sunduğunuz legoları birleştirerek ev yapmaya çalışan, babasının kravatını takıp işe gittiğini söyleyen ya da parkta arkadaşını salıncakta önce sallayıp sonra da çekiştirerek ‘Şimdi ben bineceğim’ diyen çocuklar… Hepsi oyun oynuyordur. Tüm bu doğal anlar yani oyunlar, çocuğun yaşam boyu sergileyeceği kendini ifade, dürtü kontrolü, dikkat, anlama, motivasyon, empati, işbirliği yapabilme, çözüm üretme, yaratıcılık gibi alanlardaki performansına etkide bulunmaktadır.
Zaten bu noktalardan yola çıkarak, 21. yy eğitim değerleri dediğimiz yeni yaklaşımlarda, hem aile içi çocuk yetiştirme süreçlerinde hem de okullarda, özellikle erken çocukluk dönemi için oyun merkezdedir. Ancak burada gözden kaçırılan oldukça kritik bir nokta bulunmaktadır.
Aslında okullarda ya da evlerde oyuna ne denli yer verildiğinden daha önemli olan unsur, oyunun yetişkinler tarafından nasıl algılanıp sunulduğudur. Günümüzde çoğu ebeveyn ve öğretmen maalesef ki oyunu, öncelikli olarak bir zihinsel beceri kazandırma aracı olarak görmektedir. Bunu dünya geneldeki tüm ülkeler, geleneksel ve modern tüm toplumlar ve zaman olarak da geçmişten günümüze tüm dönemler için söyleyebiliriz. Yetişkin olarak çocuk dünyasına girmek, oradaki gerçek ihtiyacı anlamak, anlasak bile karşılık verebilmek ve o dünyada kalabilmek zordur. Bu yüzden de doğal bir eğilim olarak oyunda zihinsel eğiticilik, öğreticiliğe kayarız.
Oysaki oyunun da gelişimin de özellikle erken yıllardaki asıl amacı sosyal-duygusal olgunluktur. Oyunda çocukların sayıları, şekilleri, renkleri öğrenmesinden çok kendini yeterli, değerli, kontrolde, ifade etmiş, lider, özgür hissedebilmesi önemlidir. Ancak bu sosyal ve duygusal alt koşullar sağlandıktan sonra oyunun zihinsel becerilere desteğinden bahsedebiliriz. Eğer oyunda önceliğimiz bir kavramı, doğruyu, mutlak olanı göstermek ise orada çocuğa bırakılan liderlikten söz edilemez.
Çocuğa bir şey öğretme amacı taşıyan bir ortamda, yetişkin büyük ihtimalle sorular sorarak, komutlar vererek, çocuğu kendi dikkat alanından çıkarıp kendisininkine geçirmeye çalışarak bir anlamda baskı kuruyor demektir. İşte tüm çocuk gelişimi araştırma, gözlem ve klinik çalışmaları tam da bu tarzdaki iletişimin hem ilişkisel hem bireysel düzeyde gelişime olumsuz etkilerinden bahsetmektedir. Elbette hiçbirimiz çocuğumuzla oynadığımız oyunun aramızda bir inatlaşmaya, çocuğumuz için yetersizlik hissine dönmesini bilinçli olarak istemeyiz ama bu tuzağa engellenemez bir şekilde sık sık düşeriz.
Bu sorunun cevabını derinliği dolayısıyla ilerleyen yazılarda parça parça işleyeceğiz. Ama yine de bir özet isterseniz aşağıdaki anekdotun faydalı olacağını düşünüyorum.
Yakın zamanda karşılaştığım, torunlarının favori oyun arkadaşı olduğunu ve hatta bu yüzden diğer aile bireyleri tarafından kıskanıldığını söyleyen bir beyefendi, oyun tarzının torunları arasında popüler olmasının sebebi olarak şöyle dedi: “Ben oyunda kontrolü çocuklara veriyorum. Oyunda belki bazen senarist oluyorum ama yönetmen her zaman çocuklar…” İşte tam da çocukla oyunda yapmamız gereken…
Paylaş