Paylaş
Elbette ki bu sevinç, Türk kökenli bilim insanları Özlem Türeci ve Uğur Şahin ile özdeşleşme kurabilenlerimiz için geçerli sadece. Bazılarımız belki de bu bilim ve iş insanlarıyla gurur duyma seviyesinde bir bağ hissedemiyoruz ya da özdeşleşme tanımımızda köken bulundurmuyoruz.
Yine de tüm bu kişisel farkların ötesinde hikayeye neresinden bakarsak bakalım; ister duygusal olarak ister akıl yoluyla, ister göçmenlik ister milli kimlik bağlantısıyla, ister cinsiyet eşitliği, ister toplumsal önyargılar, ister ekonomik ister ulvi amaçlar açısından fark etmiyor, karşımızdaki durum muhteşem bir tarihi olay ve bana kalırsa kesinlikle tesadüf değil.
Corona virüs sürecinin başında yine bu köşedeki “Bebek Büyütmek ve Covid-19” başlıklı makalede özerk-ilişkisel benlik ve ‘Sağlıklı İnsan Modeli’ni açıklamaya çalışmıştım. Konunun tekrar detaylarına girmemekle birlikte, Özlem Türeci ve Uğur Şahin’in bu modelin güzel bir örneği olduğu söylenebilir. Almanya gibi ileri düzeyde özerk ve akılcı bir toplumda yetişmiş kimseler ama ilişkisel donanıma sahip oldukları da aşikar. Bunu evli olmaları bir yana sonuçları aldıktan sonra beraberce oturup çay içtiklerini söylemelerinden ya da Almanya ve Türkiye ile aşı görüşmelerini Pfizer’den bağımsız kendileri yürütüyor olmalarından da tahmin edebiliriz. Elbette ki bu kişileri başarıya götüren yolda bireysel özelliklerinin payı, göçmen dinamiğindeki mücadeleci yanın etkisi hatta destekleyici arkadaşlık ilişkileri gibi unsurların bile rolünden bahsedilebilir. Bu çok boyutlu etkilere rağmen, ülkemizin toplulukçu kültüründen gelen eğilimler ile Almanya gibi bireyci bir toplumda yetişmiş olmanın ve bilim yapıyor olmanın getirdiği özerk değerlerin aynı kimlikte toplanması başarının ardındaki can alıcı nokta bana kalırsa.
Dezavantaj ve önyargılar
Gelelim bu biraz da spekülatif yorumların ötesinde, Özlem Türeci ve Uğur Şahin’in muhteşem başarısının toplumsal önyargıların aşılmasına katkı sağlayabilecek ve hem Almanya’daki hem dünya genelindeki Türk ve diğer göçmen grupların avantajına dönüşebilecek kısmına.
Bilindiği üzere göçmen çocuklar dünyanın her yerinde dezavantajlı bir gelişim örüntüsü sergilerler. Bu hem ailedeki eğitim düzeyi, dil, ekonomik imkanlar gibi çevresel koşulların ev sahibi gruptan daha düşük olabilmesinden hem de kültürel entegrasyonun henüz tamamlanmamış olmasından kaynaklanan aidiyet duygusu ve kimlik gibi kritik sosyo-duygusal gelişim başlıklarında yaşanan problemlerden kaynaklanır. Göçmen bireyler, özellikle Avrupa’da sosyal konumlarından bağımsız olarak ev sahibi toplum tarafından dışlanma, ayrımcılık ve önyargılara çeşitli düzeylerde maruz kalabilmektedir. Bu bağlamda, 1960’larda başlayan göç hareketi ile bugün sayıları 2,8 milyonu bulan Almanya’daki Türk Göçmen grup özellikle incelemeye değerdir. Almanya’da günümüzde 3. ve hatta 4. nesil Türk Göçmen aileler bulunmaktadır. Kültürleşme (Acculturation) denen, ev sahibi toplum ile göçmen toplumun birbirini karşılıklı dönüştürmesi ve bu sayede entegrasyonun başarılması bakımından 4. kuşakta oldukça olumlu sonuçlar görülmektedir. Yine de göçmenlik dezavantajı ve toplumsal önyargıların bireyler üzerindeki etkileri oldukça derin ve süreklidir. Bu etkilerin farkında olunması ve karşısında durulabilmesi için Uğur Şahin’in The Guardian’a verdiği röportajda vurguladığı bir nokta oldukça önemli gözükmektedir. Uğur Şahin röportajında Almanya’daki Türk göçmenlere bir rol model olduğuyla ilgili yoruma ‘Bunu istediğimi sanmıyorum. Her bireye eşit haklar sunabilen global bir vizyona ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Zeka tüm etnik gruplar arasında eşit dağılmaktadır, tüm araştırmalar bunu göstermektedir. Önemli olan her bireye topluma katkı sağlayabilmesi için eşit şansın verilebilmesidir’ demiş ve göçmen ya da ev sahibi bir kökenden geliyor olmanın bu başarıda tesadüften öte bir anlam taşımadığını belirtmiştir.
Hem Gelişim Psikolojisi hem Sosyal Psikoloji alanındaki bilimsel çalışmalar, bireylere yönelik milli kimlik ya da göçmenlik gibi köken temelli kategorik değerlendirmeler yapmanın geçersizliğine ve sakıncalarına işaret eder durur. Bu noktada Koç Üniversitesi ve Ruhr Üniversitesi’nin ortak bir projesi olarak 2006 yılında yürüttüğümüz, Alman ve Türk Göçmen okul öncesi çocukların zihinsel beceriler ve ebeveynlik faktörleri bakımından karşılaştırmasını içeren araştırma çalışmasının sonuçlarını paylaşmak anlamlı olacaktır. Araştırmada, literatürün geneliyle de uyumlu olarak maalesef ki göçmen çocukların dezavantajını gösteren sonuçlar elde edilmiştir. Ancak Türk göçmen çocukların zihinsel değerlendirmelerde daha düşük performans göstermesiyle yüksek düzeyde ilişkili bulunan faktörler; ebeveynin çocukla birebir vakit geçirme süresi, evde çocuğa sunulan resimli kitap sayısı, kitap okuma sıklığı ya da TV’nin açık kalma süresi gibi tüm gruplar için geçerli olan global çevresel faktörlerdir.
Özetle Özlem Türeci ve Uğur Şahin, konuyu araştırdığımız 2000’li yılların başında bile devam eden Almanya’daki Türk göçmenlere yönelik düşük gelişimsel beklentileri ve bunlar temelinde oluşan toplumsal önyargıları alaşağı etmeyi başarmış, bu bağlamda muhteşem ama maalesef ki çok nadir bir örnektir. Dünya genelinde ve Almanya’daki göçmen bireylerin çoğunluğu ailevi ve toplumsal dezavantajlar içinde maalesef ki önyargıları besleyen gelişimsel sonuçlar elde etmeye devam etmektedir. Şimdilik naif bir dilek seviyesinde kalsa da, Özlem Türeci ve Uğur Şahin’in olağanüstü başarısının ev sahibi ülke hükümetlerinde göçmen bireylerin topluma katkılarıyla ilgili farkındalığı arttıracağı umulabilir. Göçmenlere yönelik kapsayıcı ve destekleyici politikalar ile iyi tasarlanmış erken müdahaleler sayesinde gelişimde fırsat eşitliği sağlanabilir. Bunun sonucu Covid-19 aşısı örneğinde olduğu gibi önemli toplumsal kazanımlar ortaya çıkmaya devam edecektir.
Pandemiyle etkilerini yoğun şekilde hissettiğimiz 21.yüzyıl koşullarında, bireylere sunulan fırsat eşitliği ve bunun getirdiği toplumsal kazanımları her geçen gün daha da çok tecrübe edebilmemiz ümidiyle!
Paylaş