Paylaş
Hepimiz kendimizi iyi hissetmek isteriz ama 'well-being' kendimizi mutlu hissetmekten, yoga egzersizlerinden ya da masaja gitmekten çok daha derin bir konudur. ’Well-being’ dediğimizde çoğumuzun aklına gelen sağlık, mutlu olmak, keyif almak ya da alternatif tıptan faydalanmak gibi olguların aksine, 'well-being' in temel unsurları kişisel değerlerimizin olması, onlara göre yaşayabilmek ve hayattaki potansiyelimizi gerçekleştirebilmektir. Bu unsurlar kendimize karşı dürüst davranabilmeyi ve yaşam boyu kişilik olarak gelişmeyi de beraberinde getiriyor.
Araştırmalar zevk, mutluluk, tatmin gibi pozitif duyguları tecrübe ederek ulaşılmak istenen noktaya 'hedonic well-being' diyor ve hayatı bu tarz bir haz arayışıyla doldurma isteğini gerçek 'well-being'ten net şekilde ayırıyor.
'Hedonic well-being' iyi hissetmekle ilgiliyken, gerçek 'well-being' iyi şeyler yapmak, üretmek, iyi işlev göstermekle ilgilidir. Bu noktada çocukların ebeveynlerin hayatına nasıl mutluluk getirdiği harika bir örnektir. Araştırmalara göre, hedonic bakış açısıyla çocuklarla ilgilenmek, bakımını yürütmek belli bir süreliğine büyüklerin aldığı zevki azaltabilir, yorabilir ve hatta mutsuz hissettirebilir ama uzun vadede yaşamımıza amaç ve anlam katarak kendimizi gerçekleştirmemizi sağlar ve bir aile kurma ve sürdürme isteğimizi tatmin eder. Böylece bizi gerçek 'well-being'e ulaştırır.
Ayrıca 'well-being' hastalık ya da kötü duyguların olmaması durumu değildir. Aksine olumlu duyguları daha fazla tecrübe ediyor olmak demektir. Örneğin, çocuğunuzla ilişkiniz paylaştıklarınız sayesinde hissettiğiniz olumlu duygular. Fiziksel olarak sağlıklı olmasak bile, 'well-being' hayatta şunlara ulaşmayı istemekle ve bazılarını elde edebilmekle ilgilidir: Olumlu hisler, kendini adama, iyi ilişkiler, yaşam amacı/anlamı ve başarma. Özetle, çocuklar, ileride torunlar, belki baktığımız hayvanlarımız ve severek yaptığımız işlerimiz 'well-being'in özü gibi gözüküyor.
Paylaş