Paylaş
Park işi ciddi bir iştir arkadaşlar. Lütfen yamuk oturan varsa üstüne başına bir çeki düzen verip öyle okusun bu yazıyı. O derece! 15 günde bir şaftı kayan salıncaklarda yandan çarklı bebe sallamaktan ibaret değildir çocuk parkı dediğiniz şey istirham ederim efendim. Ya da kaydığı plastik kaydırağın sonunda kucaklaştığın çocuğunla karşılıklı bir milyon volt elektrik yiyip zıplamak dışında da meziyetleri oluyor emin olun bu parkların. Bence bu park dediğimiz şey hayatın ve insanların küçük bir tanıtımı, efendim fragmanı, eşantiyonu, powerpoint sunumu falan gibi birşey. Şu yaşımda ve tüm önceki iş yaşantılarım ve sosyal yaşanımlarıma baktığımda ben hayata ve insanlara dair bu derece fikir veren bir başka ortam daha görmedim! Hiç öyle uluslararası über kurumsal bir şirkette falan çalışmanıza, on dil konuşan çalışma arkadaşlarınız olmasına ya da eğlenme zorunluluğu sabit şirket içi bowling turnuvaları gibi saçmalıklara katılmanıza da gerek yok hem. Çeşit çeşit karakterde insan, farklı farklı kaygılar, telaşlar, amaçlar hepsi hepi topu 200 metrekarelik minnoş bir çocuk parkının içinde hayat buluyor, filizleniyor! Delisi de var, akıllısı da. Rekabeti de var, dostluğu da kıskançlığı da, dayanışması da. Tıpkı hayat gibi. Tıpkı insanlar gibi. Özetle çocuk parkı dediğin şey aslında tam da hayatın kendisi…
Türlü deneyim var çocuklar için çocuk parklarında. Hayatı, insanları, olayları ve durumları değerlendirmek, öğrenmek ve içselleştirmek için çocuklar adına bulunmaz bir fırsat ortamı. Komik gelecek ama en çok da sizin için belki de? Çünkü bana kalırsa tüm ebeveynler çocuk parklarında çocuklarıyla beraber aslında mini mini “minyatür hayat deneyimleri” ile karşı karşıya kalıyor. Evet minikler bu deneyimlerle öğreniyor ama asıl bizler bu deneyimler üzerinden doğru bildiğimiz yanlışları, yanlış bildiğimiz doğruları, tüm eski çocukluk ve hatta yetişkinlik deneyimlerimizi, tabularımızı, eksikliklerimizi ve de belki “gereksiz fazlalıklarımızı” fark etme ve yeniden gözden geçirme fırsatı buluyoruz. İşte bu farkedebilene gerçekten de müthiş bir hayat deneyimi! Orada çocuğumuz için sadece bir oyuncağı paylaşmak paylaşmamak, sırayla kaydıraktan kaymak ya da bir grubun içine girip sosyalleşmek gibi gelişimsel şeyler ifade eden deneyimler, bizler için de bir “geçmiş ve an sorgulaması”, bir “daha iyi bir ben yaratma fırsatı” ve belki de çok fazla tecrübe ile berraklığını kaybetmiş zihinlerimizi, o karalanmış “tabula rasala”larımızı faşırt fuşurt yıkama imkanına dönüşebiliyor.
Bizi de büyütüyor, geliştiriyor çocuk parkları. (Ha ben arada kızım takılırken çaktırmadan sallanan dinozorlara falan biniyorum, o açıdan aynı şey benim için söz konusu mu pek emin değilim ama siz o kadarını da yapmayın efendim. Koca kadın ne işin var tek dişi kalmış dinozorun üzerinde değil mi efendim? Pek tabii…)
Öhöm! Mevzu ciddi olduğu için ciddiyetimi yeniden toplamaya davet ediyorum kendimi sevgili okur. Ne diyorduk… Hah… Çocuk parklarında ailecek deneyimleyebileceğiniz ve kaç küsür yaşından sonra sizlere yer yer fena halde tanıdık gelebilecek mevzulardan bir derleme yaptım. Eminim ki hemen hepsinde kendi hayatınızdan da tanıdığınız birilerini, yaşanmış anıları göreceksiniz. Bu minyatür hayat deneyimleri sizin nasıl biri olduğunuz ve size hayatın nasıl aktarılmış olduğu kadar bence çocuğunuza da hayatı ve ilişkileri nasıl aktardığınızı mükemmel bir şekilde özetliyor ve ayna tutuyor.
Bir parkta salıncak nasıl her daim olmazsa olmaz bir demirbaş ise, çocuklarını başka çocuklarla karşılaştıran anne modeli de bir o kadar olmazsa olmaz bir demirbaştır! Annanem döneminde de böyledi bu, muhtemelen biz kocayınca da böyle olacak. “Sizinki çok erken konuşmuş bizimkinde tık yok valla!” diyip çocuğunu bildiğin baya gömen anneler mi ararsınız, yoksa “ay bu çok minyonmuş bizimki daha büyük gösteriyor” diyerek sizin çocuğunuzu kendi karşılaştırmasına alet eden analar mı… Hepsi var. Çünkü o çocuklar plastikten Çin malı birer bebek ve sizi duymuyor, anlamıyorlar. Gömün gömebildiğiniz kadar yavrucuklarınızı. Her çocuk ayrı bir evren. Seninki öyle benimki böyle. Kurmalı oyuncak ya da aynı fabrikada üretilen Niğde gazozu falan mı bunlar allaşkına? Niyedir bu üretim açığı arar gibi sonu gelmez karşılaştırma motivasyonu bu modellerde anlamadım gitti?
Hayır yani gidip markete geri götüreceğin bir kangal sucuk değil evlat dediğin şey, elbette başka çocuktan farklı olacak, amacın ne güzel annecim? Hem ayrıca çocuğunuzun kilosu konuşması boyu yürümesi erken ya da geç çıkan dişleri ortalama standartta olursa ortalama starndartta bir mutluluk yaşayacak diye bir garanti de yok. Ne olabilir ki bu bitmeyen mukayese çabasının sebebi. Kendimizle ilgili duyduğumuz ya da biz küçükken bize hissettirilmiş eksiklik ya da yetersizlik duygusu olabilir mi acaba. Tammmmm da şu an yan salıncakta sallanan çocukla mukayese ettiğin çocuğuna senin yaptığın gibi! Anlatabiliyor muyum? Evet bazı şeyler çok aktarımsal. Bazı şeyler çok fazla çocukluk şemalarımızla alakalı. Ama koca kadın oldun, anne oldun. Oku, öğren, kafanı aç ve şemalarını kır artık. Sana yapılanı sen de çocuğuna aktarma. Nitekim parkta böyle masum seviyelerde başlayan kıyaslamalar burada kalmıyor sevgili okur. Bugün parkta diğer çocuklara göre az konuşması ile karşılaştırmaya maruz bırakılan çocuk, yarın sınav sonuçları ya da koşarken obua çalamaması gibi tuhaf kriterlerle de başka çocuklarla kıyaslanmaya mahkum olacak emin olun.
Bu model anayı elinde ıslak mendili ve kolonyası ile çok sık olmasa da doğal ortamında gözlemlemek mümkündür. Mümkün olsa yavrusunu ana rahminin steril ortamından dışarı dahi çıkarmayacak olan bu dişi insan modeli, çocuğuna maksimum hijyen sunarak onu tüm hastalıklardan ve kötülüklerden korumayı ummaktadır. Adeta belgesele konu olacak nitelikte bir koruma içgüdüsü ile donatılmıştır. Ne diyordum…
Şehrin vahşi parkında akşam olmak üzere! Ama o da nesi. İşte sümüklü bir insan yavrusu sinsice ufaklığın yanına yaklaşmaya çalışıyor. Dişi insan çok tedirgin. Hızlı bir salvo ile ufaklığı elinden kavrayıp, henüz yeni temizlediği hijyenik salıncağına yönlendiriyor. Ne kadar da mutlu bir aile tablosu! Oysaki ömür boyu kirden çamurdan pislikten kötülükten sterilize etme şansın yok yavrunu. Dünya da, insanlar da steril ve homojen değil. Eğlencesi burada üstelik. Onu neden bu eğlenceden mahrum bırakasın ki? Her türlü riski de savuşturamayacaksın güzel annecim. Savuşturma da, çünkü inan bana kir de güzeldir, gözyaşı da. Üzüntü de bizler için, mutluluk da. Tamam doğal yaşasın diye çocuğun otursun kumları yesin ya da kafa göz kavgalara göz yum demiyorum ama biraz da relaks anacım… Bugün helikopter gibi üzerinde döndüğün yavruna verebileceğin en kıymetli hediyelerden biri şu o nedenle: Üzülmesine, kirlenmesine, düşmesine özetle “gerçek tecrübeler” yaşamasına izin vermek…
Dünya artık o ulaşamadığımız dünya değil. Burada doğan burada kurmak zorunda değil hayallerini. Belki biz o devri sonunda yakaladık ama çocuklarımız için dünya artık daha evrensel bir yer. Dolayısıyla yabancı dil şart oğlu şart. Erkencecikten de öğrensinler, fazlasıyla destekliyorum şahsen. Ama çocuğun anasının karnından çıkar çıkmaz da “Wellcome" demeyiver bir zahmet ya. Böyle bir anne grubu daha var. Çocuk doğduğu günden itibaren ana sadece İngilizce konuşuyor. Ve bu kuralı zinhar ama zinhar bozmuyor! Ama bakın sadece İngilizce diyorum! Yani çocuğunla arada kendi dilinde, arada İngilizce konuşmak değil. Çocuk anasını royallerden sanıyor o derece bir sıfır Türkçe tercihi. Bilmiyorum gerek var mı bu kadarına belki de saygı duymak lazım ama ben çocuğuma kendi dilimde sevgi sözcüğü söyleyemeden ona sadece “Honeyyy!” diye seslendiğimi düşünemiyorum açıkçası. Sonuçta hepsi kreşte öğreniyor İngilizceyi şak diye.
Bu da hayatın kuralı. Kimi içine kapalı, kimi dışarıya dönük. Bir hata da değil, eksiklik de. Dışa dönük olan çekiniği çemberin içine alacak ya da dışarıda kalacak. Mevzu bu. Parklarda her anne ve her baba çocuğunun başka çocuklarla etkileşimde bulunmasını, iletişim gücü kazanmasını, arkadaşlığı öğrenmesini ister. Herkeste aynı çabayı görürsünüz. Hatta kendinizi daha da aşarsınız bu konuda. Çünkü herkes aslında iletişim kurmaya niyetlidir. Ve parkların yazılmamış anlaşması gereği anneler babalar birbirine hep açık davranmaya çalışır. Çalışır ki, çocuklar da merhaba demenin kimseye zarar getirmeyeceğini, seninle konuşan insanların seni yemeye çalışmadığını öğrensin. Ama kimi ebeveynler bunu yapmakta zorlanır. Bu ebeveynlerin çocukları da zorlanıyor benim şahsi gözlemim. O açıdan çekinen çocukları değil ilk önce çekinen ebeveynleri oyunun içine dahil etmek lazım. Eğer siz de onlardan biriyseniz işte bahsettiğim kendini aşma fırsatı. Denemeye değer.
Hayatı hatırlanabilir ve değerli kılan tek şey anlar bence. Ne dün ne yarın ne 10 yıl sonrası ne planlar ne de ne kadar programlı olduğunuz değil. Gerçekten sadece içinde kalmayı ve kıymetini bilmeyi becerebildiğimiz anlar hayatımızı anlamlı kılıyor. Şimdi tabi bu devirde işin için bu anları mütemadiyen ama mütemadiyen ölümsüz kılma ve tabiki sorgulanmaz bir biçimde herkesle tam da o anda paylaşma arzusu devreye giriyor. Hiçbirimizin sosyal medyadan çok uzak bir yaşam sürdüğünü söyleyemeyiz. Öyle ya da böyle içindeyiz. Yalnız bu mevzunun çocuk parkı yansımasında bence çocuklarına yaşanan o nadide anlara ilişkin istemeden de olsa yanlış mesajlar verdiğini düşündüğüm bir anne modeli var ki…. Salıncakta salvo yapan çocuğunu boomeranglar (tamam benim de bir iki yapmışlığım var kabul), sıkıntıdan somurtan Berkecan’a ve kendisine tüylü bir tavşan filtresi çakıp “mommy-son taaayyymmmm!” diye anında insta ailesine öter. Çünkü bu anları herkes ama herkes bilmeli ve anında yakalamalıdır! Herkes aportta Berkecan’ın park performansını, kaydıraktan kaç milisaniyede indiğini beklemektedir ve elbette ki bu acayip tatlı çocuğun yaptığı kumdan kalelere şahit olmalıdır. Eh yani bir Berkecan, bir Gaudi’dir zaten!
İşin geyiği bir yana bence o yaşadığın anları kendine ve paylaştığın çocuğuna sakla. Hafızana kazı. Unutmamaya çalış. Seneler sonra çıkar heybenden anlat da anlat. Bu kadar kıymetli bir şeyin savrulup hızla servis edilecek edildiği gibi de başkaları tarafından bir o hızla tüketilebilecek basit bir story olmadığını öğret çocuğuna. Başkalarının görmesi değil, ancak o anın içinde kalabilmek an denilen şeyin değerini öğretebilir bir çocuğa. Ve temelde an denen şey, kendi saniyelerinin basitliği ile yetinebilen insanlar için an olarak kalıyor. Durmaksızın paylaşılan anlar, üçüncü şahıslar için zaten çiğnenip tadı geçince atılan bir sakız kadar bile ömre sahip olamazken, asıl sahibinin zihninde yer tutmakta bile zorlanıyor. Bilgisayarında her bir milisaniyenin kayda geçirildiği bir anı çöplüğü bir kez olsun yeniden açılmamış dururken, zihnini tembelleştirmek insanı daha iyi bir anı koleksiyoncusu yapmıyor inanın. Paradoks gibi gelebilir ama anlar bence kayda geçtikçe unutulmaz olmak bir yana daha az hatırlanır hale geliyor.
Geldik en tilt olduğum bölüme! Hemen hepsi meteorolojiden mezun olduğu gibi, hem iyi birer tekstil kompedanı hem de çocuk terlemesi ile üşümesi üzerine ihtisas yapmış ebeveynlerimizdir. Siz düşünemeyeceğiniz için o sizin yerinize siz sormadan düşünür. Bu işi o kadar da gönülden yapar yani. Zaten sevilmeden yapılmaz canım bu iş. X ray ışını gözleri ile evladınızın üstünü başını oracıkta tarayıverir ve size sonucu hemencecik iletir: “Ay o çocuk üşür bir bere giydirseydiniz!” Malum kutup iklimine 2-3 enlem uzaklıkta olduğumuz için memlekette tüm çocuklar bir ağaç yaprağı titreyiverse hemen el örgüsü anane hırkasını oracıkta giymelidir. Pek tabiki yavrularımız şekerden de yapıldığı için, olası erime risklerine karşı yağmurda ıslanmamalıdırlar. Her çocuğun boyu, kilosu, huyu suyu, karakteri aynı olduğuna göre tabiki de vücut ısıları, metabolizmaları, alıştıkları yaşam sıcaklığı da aynıdır ve Sağlık Bakanlığı’nca belirtilmiştir. Dolayısıyla evet, o çocuk üşür! Bu muhabbeti yapan ananın çocukluk geçmişini bilemeyeceğim elbet. Belki kadıncağız anası danası tarafından lahana gibi sarılıp dolanmış al yanaklı bir oyuncak bebek gibi büyütülmüş ve makbulünün de bu olduğuna inanmıştır. Ama yahu herkesin çocuğu kendine dert olsun bir zahmet, bir de az üşüsün, burnu aksın bu yavruların birşey olmaz.
Ah o annaneler… Havadan kaç uçak geçirir iki köfte sokuşturacak diye torununun ağzına sanırsın bebeler ortalama boy kilo grafiklerinde kendilerine yer bulsun diye Amerikan Pediatri Derneği saniye başı uçak kaldırıyor. O havadan uçaklar mı geçmez, dallardan sincaplar mı fırlamaz çayırlardan salyangozlar mı çıkmaz. Yaz babam yaz. Çok iyi anlıyorum ve hepsiyle inanılmaz, empati yapıyorum. Benim kızım da oldum olası öyle yemekle çok alakalı bir bebek değildi. Hele ki yürümeye başladı mı iyice enerji kaybedip yerine yeterli enerjiyi koyamayınca bir de üstüne zayıfladı. O ana kadar çok güvendiğimiz pediatristimizi kızıma yapay bir kilo aldırıcı vermeye kalktığı gün değiştirmeye karar vermiştik. Sağlıklı ve enerjik çocukları kendi gidişhatları ile değerlendirmek yerine Excel’de çizilmiş eğriler üzerinden puanlamak ebeveynler üzerinde fazlasıyla baskı yaratıyor. Bir ay boyunca kızıma kilo aldırmaya çalışıp ama onu yemek yemekten de nefret ettirmemeye çalışmak, ona saygı duyup kendisini beslemesine izin vermekle bizden beklenen kilo hedefine ulaşamayacağı kaygısı yaşamak en fazla zorlandığım nokta olmuştu. Nihayetinde kafa yapımıza göre bir pediatrist bulunca içimiz rahatlamış ve kızımızın beslenmesini de strese girmeden takip etmeye devam etmiştik. İşte bu bahsettiğim tip annaneler hep bu baskıların ürünü. Ama tam da daha bu noktalarda başlıyor aslında çocuğunuzun doğasına ve isteklerine sürekli müdahale eden bir ebeveyn olup olmayacağınız. Şahsi fikrim çocuğuma saygı duymak, yiyeceği 3 bezelye tanesinin faydasından daha önemli. Demeye diyorum ve yapmaya çabalıyorum ama elbette ki her ebeveyn ve anne gibi ben de galiba onun hep az yediğini düşünüyorum. Dünya üzerinde yemek yemeden yaşayabilen bir insan türü henüz yok. Bir rahat lütfen!
Allahım anneliğin bitmez konu başlığıdır uyku eğitimi! Akışına bırakırsanız ve emzirirseniz yüksek ihtimal 2 sene boyunca gözünüz deliksiz uyku görmeyeceği için her daim her ebeveynde gündemde olan bir konu başlığıdır bu. Parklarda deli topuzlu, göz altı mor, hayalle gerçek arasında gidip gelen analar topluluğu görürseniz bilin ki muhtemel sohbet konularının başında uyku eğitimi vardır. Bu konudaki anne tipi ikiye ayrılır. Uyku eğitimi vermenin ne kadar iyi birşey olduğuna inananlar ve uyku eğitimi vermenin bir çocuğa yapılabilecek en canavarca şey olduğunu iddia edenler. Uyku eğitimi vermeye niyeti olan ya da vermiş olanlar bu eğitimin deliksiz uyku sağlayacağını ve çocuğun sağlığı için önemli olduğu normlarından vurup kendi içini rahatlatmaya çalışır aslında. Bu eğitimi vermeyenler ise aslında o annelerin deliksiz uyuma ihtimaline deliler gibi iç geçirip bu işin olumsuz taraflarının altını çizerek kendi zombiliğini rasyonelleştirmeye çalışır yoksa gerçekten delirme riski yüksektir. Her iki modelin aklı sürekli bir diğer seçenekte kalır. Oysaki her iki ihtimalde de çocuğunuz sadece uyku eğitimi aldığı ya da almadığı için ruh hastası olmayacak, sizi de analıktan reddetmeyecektir. Olan yine bize oluyor yahu. Onlar mis gibi büyüyor biz bunları düşüne düşüne deliriyoruz.
Paylaş